Aynı özgürlükten diğerlerinin de yararlanmasını istemiyorlar. Tepeden tırnağa dürüst ve gerçek erdeme bağlı olsalar bile, kendileri gibi düşünmeyen herkese, Tanrı düşmanı diye eziyet ediyorlar. Tersine, görüşlerini onlara bütünüyle kabul ettirmişlerse, ahlaken en zayıf olanları bile Tanrı tarafından seçilmiş diye göklere çıkarıyorlar. Bundan daha alçakça ve devlet açısından bundan daha zararlı bir tavır düşünülemez.

Jean Baudrillard, İrade Sapması

Artık inanamıyoruz; ama inanana inanıyoruz. Artık sevemiyoruz; yalnızca seveni seviyoruz. Artık ne istediğimizi bilmiyoruz, ama bir başkasının istediğini isteyebiliyoruz. İstemek, yapabilmek ve bilmek eylemleri terk edilmedi, ama ikinci bir merciye devredilerek, genel olarak ilga edildiler.
Bu sabah mektubunu bulmak, okumak, bana hem yaşamı hem de sonundaki ölümü daha dayanılır kıldı. Birden yüksek dağlar, henüz boz rengi olan yamaçlar, tepelerdeki beyaz kar, sessiz, küçük İsviçre köyleri anlam kazandı ve buraya geldim geleli ilk kez ayağım yere değdi.

Giovanni Papini, Kaçan Ayna

Kuşkusuz bana katılmıyorsunuz, ama görüşümü paylaşan biri var —örneğin, sık sık dünyayı örtmek, insanı insandan, mutsuzluğu değersizlikten, çirkinliği melankoliden saklamaya çalışan sis. Hem sonra, bay Adam, yararsız kaçışlardan sonra duran trenleri, yok edemeyeceği şeyi örten sisi de çok seviyorum.
Ben en çok seni kavrayabiliyorum. Nasıl anlatayım. Senden başka hiçbir insanı tam anlamıyla, bütünüyle kavrayamıyorum. 
Yıllar boyunca bir şeyin çok sayıda kopyasını gördükten sonra o şeyin aslı bizi şaşkınlığa uğratır. Nefesimizi keser. Bizler asıl olanın önünde durup onu anlayabilecek uzmanlar değilizdir. Bu nedenle kopyaları olmadan orijinalleri kavrayamayız. Âşık olduğumuzda her şeyi orijinal olarak görürüz. Kendi gözümüzü kendimiz boyarız. Karşımızdaki şeyin değerini öylesine şişirir, o kadar çok sıfır ekleriz ki buna,
Tek sorun artık pazartesi değil, 22 Mayıs Perşembe oldu bile ve son derslerimi de atlattım, sıcak bir banyo ve birçok idealden, hayalden ve inançtan uyandırdım kendimi. İroni: Gözyaşlarına boğulmuş ağlak kadın dergilerinin kapaklarındaki olgun duruş. Tiksinti. Evet, bak tam da böyle olmalı: Kendimden ve daha çok da kibri sönmeyen, aksine büyüyen Ted’den iğrenme. İroni: Neredeyse

Elias Canetti: Babanın Ölümü

ANNEM HASTALANDIĞINDA hemen hemen bir yıldır İngiltere’deydik. İngiltere havasının ona iyi gelmediğini söylüyorlardı. Reichenhall Kaplıcalarında bir kür yazdı doktor ve yazın, galiba 1912 Ağustosundaydı, annem oraya gitti. Bunu pek önemsemedim, çünkü onu kaybetmiyordum, ama babam onu soruyordu, benim de bir şeyler söylemem gerekiyordu. Belki de onun yokluğunun biz çocuklar için iyi olmayacağından korkuyordu ve bizdeki

Tezer Özlü: Gökkuşağı

Gök kıyısında kalıyor, yalnız gelmiş buraya, Ağustos, süm çocuk bakıyor, Alman bir kadının Amerikalı bir erkekten olan çocuğuna ve bu Alman kadının tüm ailesi keman çalıyor, üç kızılımsı sarı erkek çocukları var ve birisi ile “köpek dünya” filmini seyrederken çok mutlu ve o gece annesi ve süm soğuk mutfak denilen salam çeşitlerinden kurulu bir yemekte
Edip Cansever‘in, Kapalıçarşı’daki, antikacı dükkânına ilk defa geçen yaz Sabahattin Batur‘la gitmiştim. Sıcak bir ağustos günü idi. Dik bir merdivenden dükkânın üst kısmına çıkmıştık. Ortasından kesilmiş bir silindire benzeyen bu oda Edip Cansever’in kulesiydi; fildişinden değil halıdan bir kule. Halılar, halılar, halılar… Edip’in masası tam karşıdaydı. Masanın üzerinde kitaplar, dergiler. “Çay mı, kahve mi?” Kahvenin