Bir Resim Olarak Orhan

Orhan Veli’yi bir resim olarak düşündüğüm zaman; bir bir yerleşiyor karton, üzerine, uyanık renkler, çizgilerinden dışarı taşmıyan lekeler, belirli bir görünge içinde. Bir suluboya çalışması, aquarelle, gouache. Ozan, kendinin ve toplumunun öznel bir yorum sapkınlığıyla bir gravürü bile olmak istememiştir her nedense. Geçelim uç soyut dokuları, boyamaları. Böylesi bir öznelliğin giderek kendini nesnel kılabileceğini kuramamıştır
Edip Cansever‘in, Kapalıçarşı’daki, antikacı dükkânına ilk defa geçen yaz Sabahattin Batur‘la gitmiştim. Sıcak bir ağustos günü idi. Dik bir merdivenden dükkânın üst kısmına çıkmıştık. Ortasından kesilmiş bir silindire benzeyen bu oda Edip Cansever’in kulesiydi; fildişinden değil halıdan bir kule. Halılar, halılar, halılar… Edip’in masası tam karşıdaydı. Masanın üzerinde kitaplar, dergiler. “Çay mı, kahve mi?” Kahvenin

Ece Ayhan Sordu, Füruzan Cevap Verdi

“Yeni Edebiyat Dergisi”nin Mart 1971 yılında yayımlanan 2. Cilt 5.sayısında yer alan bu söyleşide, Ece Ayhan Parasız Yatılı’ya dair sorularını kitabın yazarı Füruzan’a yöneltiyor… Ece Ayhan —  Yıl 1971. Kalabalıklar karşısına çıktı “Parasız Yatılı”. Böylece bir yazarsın artık Füruzan. Bakalım şimdi ne yapacaksın? Füruzan —  Ne yapacağım, aralıksız çalışıyorum, yazıyorum… Bir de havuzlarda çalışanların eline
Bilirsiniz ya da bilmezsiniz, öz çocuklarını boğduğu için herhalde, görkemli olduğu söylenen geçmiş, hele bir imparatorluksa, içinde taşıdığı hüsnü kuruntuyu, gerçekte sevmekten, güzel uzunken kırpılmış kısa kirpikli sanata büründürerek, bir tarikat anlaşmazlığından Nusaybin’e, bir tahttan indirilerek Selanik’e, bir eprimekten İskenderiye’ye sürgünlere gönderilmiş, kafası ipek kılıçla kesilmiş, tuğraları alçılarla örtülmüş, çocuk paşaların ilk kaymaktabağı Kanunu esasileri

Ece Ayhan, Sardunya ve Çocuk

İçerlerdeki, o utanç mağaralarına, çarılçamur — sekerekten yine de, bir çocuk sığınıyor. Selanik bohçası, hasır şapka, yağmur kuşu. Mahkûmiyetinde ve sağ yanağında bir el kadardır kara gül lekesi. Sardunya bahçelerine bitişik halasının — uzunluğuna. Güz düşlerinde herhal, ölümün ve arkadaşının mızıkasıyla, eski deniz, deniz sokaklı adalara giden bir çocuk. Rüzgâr, sürükleyip duruyor dışarlarda; küf gözlü,

Ece Ayhan’dan İlhan Berk’e

“Her alanda derin yanlışlık var. (Sözgelimi, düşünüyorum, İstanbul’daki üç fırsatçı ‘yaratık’ aşağı yukarı biliyorum ki ‘aman canım, söyler söyler durur, biz dalgamıza bakalım, koskoca toplum, herkesin de kendi sorunu var üstelik, sonra gerçekleri söyleyen kişiye ameliyatlar geçirmiştir deriz olur biter’) diyebilirler. Acaba kazın ayağı böyle midir? Bir adam kafaca üşütmüş olsa bile, dolaylı yoldan da
İlhan Berk, Yazko (Yazarlar Kooperatifi) Edebiyat Dergisi’nin Mayıs 1982’de yayımlanan 19. sayısında Ece Ayhan’la bir söyleşi gerçekleştirmiş. “Lanetlenmiş Bir Şaire Sorular” başlıklı bu söyleşi Ece Ayhan’ın YKY’den çıkan “Dipyazılar” (Ocak 1996) adlı derlemesinde farklı bir biçemde yayımlanmış. Dipyazılar’ın editörü Ceyda Akaş -bilerek ya da bilmeyerek- söyleşinin Yazko’daki biçeminden ve İlhan Berk’in söyleşi için yazdığı ön-yazıdan

Gümüşlük 1983, Ece Ayhan

Bodrum’da geçirdiği günleri, günlük notlar biçiminde anlatan Ece Ayhan, bu yazısında uzun süre kaldığı Gümüşlük’ten bir kesit sunuyor. Günlük yaşamla düşündüklerini içiçe sergiliyor. İlk kez geç kalktım uykudan, uzundur. Her yer ve deniz çok dingin, dural yine. Gün nasıl geçti bilmiyorum. Gece. Baktım biraz yağmur atıştırmış. (Ankara) Mazhar Leventoğlu’ndan, (Fransa) Şehmus Güzel’den gelen mektupları okudum.