Edip Cansever‘in, Kapalıçarşı’daki, antikacı dükkânına ilk defa geçen yaz Sabahattin Batur‘la gitmiştim. Sıcak bir ağustos günü idi. Dik bir merdivenden dükkânın üst kısmına çıkmıştık. Ortasından kesilmiş bir silindire benzeyen bu oda Edip Cansever’in kulesiydi; fildişinden değil halıdan bir kule. Halılar, halılar, halılar… Edip’in masası tam karşıdaydı. Masanın üzerinde kitaplar, dergiler. “Çay mı, kahve mi?” Kahvenin
I Biliyorsunuz parklarınSizi çağıran taraflarıİnsanın gizli, karanlık köşeleriyle oranlıOrada saklanıyor onlarÇünkü her türlü saklanıyorlar oradaBir yağmur öncesinin loş sokaklarıylaDağınık mavisiyle gözlerininSevgi vermez kadın uçlarıylaKorkuya, sadece korkuya sığınmış olarakEskimiş, kurtlanmış ikonlarıyla kiliselerininYalvaran bakışlarıyla –nasıl da sevimsiz-En kötüsü, belki en kötüsüBir duygu açlığıyla soluyarakParklara yerleşiyorlar, parklarınOnları çağıran köşelerineBir karıncayı selamlıyorlar, besili, siyahBacak aralarındanÇömelmiş, öyle sakinSelamlıyorlar“Günaydın” diyorlar atılmış
usul usul konuşuyorlar aralarındadenize bakıyorlar bazen – çatalını gezdiriyor biri tabağında –gölgesi bir kuş ölüsükarşıda yeni budanmış ağacın– olsa, başlangıçlar sona kalsa –kolyesiyle oynuyor kadın – tabağımda soyulmuş elma – saatime bakıyorum sık sıkkapıyı gözlüyorum aradabiraz soğuk mu geliyor ne – kapatır mısın –sinirli bir kırmızılık suya batıyordüşünüyorum, ansızın bir dost yüzü mügörmemişim de yıllarca.
Yalnızlık Mevsim Olur Tragedyalar’da mısra işlevini yitirmiştir. Gittikçe solan humor, büsbütün silikleşir; aşkın sözü edilmez; içkonuşmalarla desteklenen anlatım yerini kesik, yalın ve tekdüze bir monologa bırakır. Yalnızlık mevsim olur. Eliot’un deyimiyle, “sanki büyülü bir fener sinirleri desenlerle perdeye yansıtmıştır”. Eşyanın canlı profili öylece kalakalır; her şeyin soluk bir biçimi söz konusudur artık. Cansever, “Ellerini arar

The Veils – Lavinia

Yerçekimli Karanfil’in şarkısı Biliyor musun az az yaşıyorsun içimdeOysaki seninle güzel olmak varÖrneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibiBir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızdaMidemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor. Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işteSen de bir başkasına veriyorsun daha güzelO başkası yok mu bir yanındakine veriyorDerken karanfil elden ele. Görüyorsun ya bir
Benden veya benim kuşağımdan önce yazılmış şiirleri kendi değerleriyle başbaşa bırakarak araya kesin bir çizgi çizdiğime inanıyorum. Bu çizginin başlangıç noktasına, oluşumuna, bugüne gelişine, kısacası belli bir şiir sürecinin ayrıntılarına değinmek istemiyorum. Oteller kenti, şiirimin vardığı son durak değil elbette. Ne var ki, bundan sonra şunu şunu amaçlıyorum da demiyorum. Çünkü amaçlamak, özel olsun, biçimsel
Konuya şöyle girelim isterseniz. Bir süre önce üçünüz de geniş yankılar uyandıran şiir yazıları yazıyordunuz. Aklıma ilk gelenler, Edip Cansever’in “Mısra İşlevini Yitirdi”, Cemal Süreya’nın “Folklor Şiire Düşman”, Turgut Uyar’ın “Çıkmazın Güzelliği” başlıklı yazıları. Bunlar o kadar çok yankı yaptı ki, kendileri fikir üretmeyen birtakım eleştirmenler, bu yazılardaki sloganlarla uzun sire geçinebildi. Bugünse, Cemal Süreya