Edip Cansever‘in, Kapalıçarşı’daki, antikacı dükkânına ilk defa geçen yaz Sabahattin Batur‘la gitmiştim. Sıcak bir ağustos günü idi. Dik bir merdivenden dükkânın üst kısmına çıkmıştık. Ortasından kesilmiş bir silindire benzeyen bu oda Edip Cansever’in kulesiydi; fildişinden değil halıdan bir kule. Halılar, halılar, halılar… Edip’in masası tam karşıdaydı. Masanın üzerinde kitaplar, dergiler. “Çay mı, kahve mi?” Kahvenin
bu yürek seni seveceğini biliyordu herhaldebu kafa seni kuracağını seziyordu hanidirbire bin veren buğdayelmadaki mayhoslukhukuku beşercincinli hamamçizmeli kedisanki elleriyle komuşlar gibiikimizden bir ismar seni sevmemiş olsam sözlerim yarı yarıyagözlerim yarımellerim çolak hüseyin eliseni sevmesem nefes almayı beceremem kibugün günlerden necumartesiseni sevdiğim için cumartesi elbetseni sevdiğim icin bak temmuz ayındayızayse onbası pir sultan abdal büsbütün sevdalıyım