Sevgili Ferit,
Bu sabah mektubunu bulmak, okumak, bana hem yaşamı hem de sonundaki ölümü daha dayanılır kıldı. Birden yüksek dağlar, henüz boz rengi olan yamaçlar, tepelerdeki beyaz kar, sessiz, küçük İsviçre köyleri anlam kazandı ve buraya geldim geleli ilk kez ayağım yere değdi. Yaşamımın bu önemli döneminde beni hiçbir şey sözlerin kadar yüreklendiremezdi. Bu kitabı bitirdiğimde, daha önce yazdıklarımın bunun yanında bir “kompozisyon”, eski deyimi ile bir “tahrir” olduğunu algılamıştım. Bu yüz sayfanın sana bu denli heyecan vermesi, benim için Dostoyevski’ye, Kafka’ya, Rimbaud’yu pek bilmiyorum ama, Antonin Artaud’ya heyecan vermesi kadar önemli. Gerçekten içimdeki tüm kuşkuları sildin. Senin gibi bu satırları kim duyar bilmiyorum. Demir duyar… bir-iki de genç homoseksüel var İstanbul’da, onlar duyar. Dostumuz Metin Özek duyar…
Mektubun, yaşamımın en sevindirici olaylarından biri. Sen her şeyi iliklerinde duymuşsun, ben başka ne diyeyim.
O on günlük yolculukta, bu kitabı yazarken, bir kez gerçekten, otel odalarından birinde kalbim duruyordu ve ben gerçek bir yazma krizi içinde yazdım, yeryüzünden hiçbir şey algılamadan, edebiyat dışında, duygular dışında. Bu yüzden YAŞAMIN UCUNA YOLCULUK, dediğin gibi iyi bir ad. L.F. Celine’nin “Gecenin Sonuna Yolculuk” adına çok benzetmiyorsan, kitaba bu adı verebilirsin, belki de “Bir İntiharın İzinde” den daha iyi olur, İntiharın İzi, biraz bir hafiye romanını da çağrıştırıyor gibi. Bu açıdan sana istediğini yapma seçeneğini bırakıyorum. Pavese Üzerine Çeşitlemeler’i de kaldırabilirsin. Pavese benim gerçekten büyük bir aşkımdır, aynı senin yazdığın gibi. Zaten müşterek aşklarımız çok. Dostoyevski, Kafka. Bir yıldır ben de yalnız Kafka okuyabiliyorum. Daha 40 yıl da okurum. Pavese’den alıntılar, ona olan aşkımı ve saygını zaten belirliyor. Dediğin gibi, kitap benim varoluşumun ucuna yolculuk. Belki bundan sonra ölümümün ucuna da yolculuk edebilirim. Şimdilik daha bu kitaptan kopmadım.
Beckett’imsi bir ölülükte yalnız, şimdilerde değiliz. Sen Beckett’i çevirdiğinden beri, Hakkâri’ye gittiğinden beri, yirmi yaşlarında bilinçlendiğimizden beri o ölülükteyiz. Kafka gibi veremden çatlamamamız, Beckett kadar ölü görünmememiz, Şarklılığımız yüzünden. İç dünyamızın farkı olduğunu sanmıyorum.
Türkçe metnin bir nüshası bende var. Almanca metni okuyan Hans Magnus Enzensberger de senin kadar olmasa da çok heyecanlı bir mektup yazmıştı. Ama 30 yıla yakın bir süreyi uzak ya da yakın, ama gene de yakın, bir arada geçiren bizlerden biri, senin yargın, sonsuz bir sevinç, coşku.
30. sayfanın ikinci paragrafını anlayamamışsın. Ya da başka bir bölüm mü? Başka bölümse, sonra yazışır ya da konuşuruz. Bu bölümü şöyle açıklayayım: Yaşamın sonu: Ölüm. Her yüz; insan yüzü, hayvan yüzü de olabilir, soluk, büyüyen, yaşlanan (belirli) sarılma (birine sarılınca ölümü düşünmek), her sabahta: her sabah uyanıp ölümü düşünmek. Daha sonraki satırlarda, bir trenin gidiş istikametinde oturduğunda, karşıdan gelen tüm görüntüler hızla gelip geçer… hızla tek tek resimler, film gibi geçip gider… işte böylesi yolculuklarda, ölümden uzaklaştığımı algıladığını belirtmek istedim.
85. sayfada, bölümü bitirmedim, biraz ara verdim. Ama sen haklısın, burada yeni bir bölüm başlamalı. Sen bu bölümleri istediğin gibi, algıladığın gibi numaralayabilirsin.
Roma’dan sonra bir gece, Floransa yakınında bir tepe üzerindeki bir Ortaçağ kentinde kaldık. Otel tam bir şato idi. Balkondan sessiz Toskana tepelerine açılan görünüm olağanüstü… Yakın bir zamanda sana da o tepeleri gösteririm. İki gece Tessin’de Hans Peter’lerin yazlık evinde kaldık. Sonra da buraya, babasının evine geldik. Birkaç gün sonra Sezer Londra’ya gitti, Cuma günü dönecek.
Pazartesi 2 Nisan saat 16’da evleniyoruz. Buraya geldiğimizde bütün kâğıtlar hazırdı. Kimse bir şey sormadı. Bugün yabancılar polisinde İsviçre pasaportuma imza attım. Nikâh kıyıldığı an, pasaportu veriyorlar. Berlin’e İsviçre pasaportu ile geleceğim. Zürih buraya 75 km. Her gün gazete ilanlarından evlere bakıp, gidip birkaç ev görüyoruz. Evler İstanbul’daki kadar olmasa da aylık 1.600 Frank civarında, tabii 4.000 Frank’a da çıkıyor. Henüz istediğimiz gibi bir şey bulamadık. O eski güzel evler, hep el altından gidiyor. Yerleşip kollamak gerek. Birçok insanın heyecanı, doğru bir dünya görüşü yok. Ama bana ne. Hans Peter duyarlı, iyi, sevgi dolu.
Deniz’i çok özlüyorum. Ama özlemi düşünmemeye çalışıyorum.
Berlin’e mutlak gel. Grupta hoşumuza gitmeyenler mutlak vardır, ama biz keyfimize bakarız. Demir 6 Nisan’da Hollanda’ya gidiyor. Çağrılmadığım için, oraya gelmem, dedi, ama belki getiririz.
Çetin Özek’i görürsen, benim için öp. Buralara gelirse, beni arasın.
Buraya gelirken, Kapalıçarşı’ya gidecek zamanım bile olmadı. Amélie çarşıya giderse, bana 2 tane siyah-beyaz taş baskısı masa örtüsü alsın. Taş baskısı örtüleri çok severim.
Boğaz tepelerini, Asmalı Mescit’i, Refik Lokantasını ne kadar düşündüm ilk günlerde. Ama mektubun bana çok güç verdi, dünyayı gene kendi elimde sıkılacak bir limon gibi görmeye başladım. Berlin’e gelirken, sana Svevo’nun, Nuto’nun resimlerini getireceğim.
Kendine iyi bak. Evin karşısındaki yüksek dağlara bakıyorum, ama hem senin yüzünü görüyorum, hem de pipo tütününün kokusunu duyuyorum.
Esma’yı, Amélie’yi, seni öperim. Hans Peter’den sevgiler.
Tel: 058 / 61 27 62
Tezer
26 Mart 1984
—
s.44—46
Tezer Özlü
Her şeyin Sonundayım
Tezer Özlü — Ferit Edgü Mektuplaşmaları
Sel Yayınları