İlk kez, benim hakkımda bir film yapan Michelle Porte’a anlattığım bir öyküyü anlatmak isterim size.   Öykünün o aşamasında, büyük eve bağlantılı olan ‘küçük’ evde, kiler denen yerde bulunuyordum. Yalnızdım. Michelle Porte’u o kilerde bekliyordum. Böyle dingin ve boş yerlerde sık sık kalırım. Uzun süre. Ve o sessizlik içinde. O gün, birdenbire, duvarın dibinde, çok

Aziz Nesin — Kan Yüzüğü

Adam, otelin salonuna girdi. Salonda ikişer üçer kişi oturuyorlardı. Tek başına oturan kız, kendisine mektup yazıp bugün burada buluşmak üzere söz veren kız olmalıydı. Kız, arkası kapıya dönük oturmuştu. Adam kızı görüyordu. Adamın ilk gözüne çarpan, kızın saçlarıyla ayakkabıları oldu. Kauçuk tabanlı, bej derili spor ayakkabı ve koyu sarı saçlar… Adam, ayakkabıya önem verirdi. Önemli

C. G. Jung: Geçmişe Bakış

Bana hikmet sahibi ya da bilge denmesini kabul edemem. Birisi bir ırmaktan bir avuç su çıkardı. Bunun ne anlamı var? Ben o ırmak değilim, ırmaktayım ve hiçbir şey yapmıyorum. Başka insanlar da orada ve çoğu onunla bir şeyler yapmak zorunda olduklarını hissediyorlar. Bense hiçbir şey yapmıyorum. Kuru dalların üzerinde güller açtırmam gereken kişi olduğumu hiç
Taptaze kalmak zor. Moskova'dayken parayı düşünmem gerekmedi hiç, çünkü hiç çıkıp para aramam gerekmedi; ama bu durumda olmak insana neler hissettiriyor, artık biliyorum, insanın kendisi olarak kalması çok zor.

Jacques Lacan: Yorumdan Aktarıma

Artık esas tartıştığımız konuda ilerlememiz lazım yani aktarım. Söze tekrar nereden başlayalım? Çıkış noktası olarak bildiği varsayılan özneye dayandırılmadığı takdirde aktarım düşünülemez. O öznenin neyi bildiği varsayılır, bugün bunu daha iyi görüyorsunuz. Formüle edildiği andan itibaren artık kimsenin kaçamayacağı şeyi bilir —tek kelimeyle, anlamı. Elbette bu anlam―önce öznenin arzusu boyutunu ortaya koymam da bu yüzden

Gecikmeye övgü: Zaman nereye gitti?

Günümüz çalışma süreci içinde zaman “kazanılmaktan” çok denetlenir, yani özne-dışı haline getirilir. Marx’ın eleştirisi henüz gerçekliğini yitirmemişti: Verimlilik Smithçi hikâyede olduğu gibi kayıp zaman üzerinden kazanılmış görünüyordu. Ama bugün modern şirketler zaman kaybetme yöntemlerini örgütlüyorlar. Google’da çalışan birisi iki toplantı arasında köpeğini gezdirmeye götürebilir, pijamayla gelip işyerinde duş alabilir ya da şirket yerleşkesi içinde “scooter”a
Mektubunu bugün aldım. İki kez okudum. Şimdi, akşama doğru, hava kararırken, bir kez daha okumaya başladım. “Duygusallaşma, ihtiyarlığın başlangıcı değil mi?” tümcesine kadar geldim ve bunun altını çizdim.
Çağımızda aşk nedir, ne değildir? Bir sürü kavramı toparlarken dağıtıyoruz ister istemez. Ama aşk konusunda bu tür tanımlara kalkışınca işler daha bir sarpa sarıyor. Öyle ki “günümüzde aşk” deyince, gülmek geliyor içimizden. Neden? Galiba yıllar yılı “tek tip” bir aşk düşündüğümüzden. Aşkın mekânını, zamanını, onu yaşayanların sınıfsal özelliklerini hesaba katmadan “aşk”ı yücelttiğimizden. Eski Yunan’da aşk,
Regine’m! Mektup bekliyordun benden, bugün tam üç hafta oldu, bense yazmadım. İyi ama bu mektubu kime güvenip emanet edebilirdim ki? “Pınardaki Kemancı” şiirini anımsarsın. Büyük güzellikler içerir; benim de özellikle hoşuma giden şey şairin yalnızca “ormanın çevik dansçıları”na, balığa, kuşa, fareye güveniyor oİması. Çok iyi biliyorum, bütün bunlar şiirin içinde bulunmuyor ve eğer şu ya

No.6: Gecenin Yetişkinleri

1967’de, Hintli bir film yapımcısı, 20 yaşında insanlara ülkeleri hakkında ne düşündüklerini sordu. Neredeyse yarım asır sonra, Samanth Subramanian aynı insanların Hindistan hakkındaki şimdiki görüşlerini araştırıyor. Geçen senenin büyük bir kısmında, hemen hemen iki haftada bir, Troy, Michigan’daki bir evi aradım ve yarım asırlık bir filmde gördüğüm bir adamla konuşmaya çalıştım. Başarısız olduğumu şimdiden itiraf