Bodrum’da geçirdiği günleri, günlük notlar biçiminde anlatan Ece Ayhan, bu yazısında uzun süre kaldığı Gümüşlük’ten bir kesit sunuyor. Günlük yaşamla düşündüklerini içiçe sergiliyor.
İlk kez geç kalktım uykudan, uzundur. Her yer ve deniz çok dingin, dural yine.
Gün nasıl geçti bilmiyorum.
Gece. Baktım biraz yağmur atıştırmış. (Ankara) Mazhar Leventoğlu’ndan, (Fransa) Şehmus Güzel’den gelen mektupları okudum. Christopher Caudwell’in ‘Ölen Bir Kültür Üzerine İncelemeler’ kitabını İstanbul’dan biri göndermiş, ama kim? Belki ‘Age’ Kemal Yalgın’dır, olabilir. Haydar kendi kitabını, ‘Karşılığını Bulamamış Sorular’2 göndermiş. Eliot’un ‘Denemeler’i de geldi ondan. (‘Denemeler’de önce ‘nesnel karşılık’ı buldum. Düşündüğüm gibiymiş, ‘fon’la, ‘dekor’la filan ilişiği yok. ‘Çağdaş Eleştiri’ dergisindeki konuşmada ‘yanılmış’tır.)
“Resim bölümü.” “Tanıdık olmasaydın senin evi tutardık”. Ne rastlantı, Ankara’ya birlikte aynı otobüste gidiyoruz.”
Salı 11 Ocak 1983
Dün Bodrum’a inmiştim. Vehip Arıkan’dan Nâlan Uzunoğlu’ndan yeni yıl için kartlar aldım. İlhan BErk ile limanda banklarda oturduk, dupduruydu önümüzdeki deniz.
‘Güneşlendi’ imiş, İlhan sözlüğe bakmış.
“..yalnız yokoluş dönemlerinin izlediği kültür devrimlerine inanırdı Oswald Spengler”. Caudwell böyle yazıyordu kitabında; Mehmet “.. her konudaki yıkıcılığı her yaşanan gün ortaya koyan bir toplum..”. Evet. “Her konudaki yıkıcılığını her yaşanan gün ortaya koyan bir toplum.”
“Akıl almaz boyutlara varan toplumsal zenginlik”.
“Göze batan çelişkiler”.
“İnsanlığın durumunu kendi mutluluğu içinde, toplumsal ve siyasal görünümü içinde ele almayan bir felsefe ‘özgür bir felsefe’ olamaz.”
“Her aşağılama, toplumdaki iktidar sahiplerinin de çıkarlarına denk düşer”.
“Gerçekçi olmayan anlatımlar”.
“Şimdiye kadarki toplumların hepsinden nitelikçe farklı bir topluma geçişle ilgilenmemek yerine…”
“Bilinçlilik sorunları da değişmiştir”. “Bilinçaltları bile güdülenmektedir”.
“Freud’a göre, toplumdaki baskı ne denli yoğun ise, bu baskılamaya karşı artı-karşıtlığın da o denli etkinleşme durumunda kalacağı açıktır”.
Dün, Bodrum’dan, Süleyman’ın minibüsüyle Gümüşlük’e dönüyordum. Yaşar yanındaydı; Çukurbüklü. Süleyman hem minibüsü sürüyor hem de arkadaki bir arkadaşıyla konuşuyordu; ilk kez onun sövdüğünü duydum. Konu neydi bilemiyorum.
Yine dün, Bodrum’da, İlhan Berk bana 20-21 Ocak’ta Ankara’ya bir kitap imza günü için gitmeyi tasarladığını söylemişti. “Sen de yap” dedi. “Adam Yayınlarından kitaplarımın parasının gelmesine bağlı” dedim. “para gelinceye dek bir yere kıpırdayamam”.
Engin’le Nejat geldiler Gümüşlük’e. Ben Ünal’ın kahvede idim. Muzaffer beye daktilomu götürüyordum, kahveyi masaya koymuştum, dışarda köylülerin ‘sofa’ dedikleri bölümde bir banka oturuyordum. Baktım ikisi de Süleyman’ın minibüsünden iniyorlar, Muzaffer beye birlikte uğradık. Girgin’in evine baktık, kimse yok, kapıda bir kilit. Öbür uçtaki Sisyphos’a da baktık; Pembe de yok, bu yüzden içeri giremedik. Kilimci Hasan Hüseyin’in evine baktık… Sonra Girgin’i ve Pembe’yi bulduk… Nejat kiralayacak bir ev arıyor. Ve yine kahvedeyiz.
“Kesintisiz ulusal üretim; (anlamı ne bunun?) OECD ülkeleri içinde İsveç 3. telefon sayısında 1. Kişi başına düşen gazete sayısında dünya 3.sü…” Hastanelerin âcil servisleri, mideleri yıkandıktan sonra uykuya dalmış gençlerle doludur pazar sabahları. “İçlerini açamayan gençler, bedenlerini açarak birbirlerinden kaçıyorlar.” -İsveçli bir ozan demiş bunu. “Kapalı kutu gibi dolaşan oğlanlar1, “Kendi odam, atım olsun diye yapıyorum” diyor on altı yaşındaki bir kız. “Param olsa gidip kadına kadın gibi davranan erkeklerin olduğu bir ülkede yaşayacağım. Yatmak bir işe yarar bâri”. -Gürkan Uçkan ‘Yarın’ dergisinde böyle yazıyor.
Behiç Ak, ‘tipoloji’ sözcüğünü kullanmış. Ben ‘birisi’ne 21 Eylül sabahı kullanmıştım o sözcüğü.
Kitapları ayırdım yeni eve götürmek için. Kaldığım Dalgıç Pansiyondan Marangoz Arif’in bahçeli evine geçeceğim. İki oda, bir mutfak, veranda.
Muzaffer beyle Hıfzı’dayız, Balıkçı’nın yanı. Turgutreis’den iki genç geldi; Necati ve Derya. Necati’nin karısı öğretmenmiş, bir kızı varmış, Tarsus’luymuş, Turgutreis’e kasımda gelmiş. Derya, Ali’nin akrabasıymış. Necati nedense bana ‘hocam’ diyor.
Nisa Kadıbeşegil hanımdan bir mektup geldi. Ve ‘Türk Dili’ dergisi, Ocak.
Pazartesi 17 Ocak 1983.
Gebze’ye mektup atmış ama karşılığını Ankara’dan almış. “Martta gelince konuşuruz” diyormuş.
Önceki dört gün, perşembeden pazara dek Bodrum’da Fesleğen Pansiyon’da kaldım. Cumartesi günü Gümbet’e gittikti Engin ve Nejat’la. Bomboş kıyılar, ıssızlık. Yazın çok kalabalık olurmuş, oluyormuş. İlhan’ın oğlunun işlettiği bir kamp yeri varmış burada… Gümbet’ten bir yavru kara kedi alındı, arkamızdan geliyordu hep.
Canan ile Mehmet, fesleğen’i onlar işletiyorlarmış. Pazar gecesi geç saatlere dek oturduk oturuldu konuştuk.
Evet, Gümüşlük’te Ünal’ın kahvesi kapalı, onarılacakmış.
“Her şey, her öğrendiğim yeni şey onun yok olduğunu gösteriyor.”
Cumartesi Bodrum’da kıyıda bankta oturduk İlhan’la. Taze ekmek ve kaşar peyniri yedik. Ve postanenin önünde ayrılmıştık.
Salı 18 Ocak 1983.
Defteri dizime aldım, bağdaş kurmuştum yine, hava karanlık daha. Kahvaltı hazırlamak için arkaya mutfağa gittiğimde biraz ayaz vardı… Odamın penceresinden; Kızılburun taraflarında gün hafiften atmaya başlamış. Şimdi kara ile gök gözle ayırtedilebiliyor. Herhalde hava bulutludur. Esinti olağan bugün.
Çarşamba 19 Ocak 1983.
Dün, yine yeni eve (‘Yaz Evleri’ndeki Marangoz Arif’in evi, Arif’in kendisi içerdeki ve köylülerin ‘Cuma Yanı’ dedikleri Gümüşlük’de oturur ailesiyle) kitapları taşıyordum. Yolda Karakaya (Gümüşlük) muhtarı Kemal Tuncay’a rastladım. İskele’ye gidiyormuş. Leleg’in çatısını indirince Ankara’ya Lelef’i üç yıllığına kiralayan Dündar’a telgraf çekecekmiş. Gelsin de onarım sırasında şunu bunu isteklerini göstersin ustalara.
8.30. Balkona çıktım Dalgıç Pansiyon’da. Uzaklarda Yunan Adaları, Pserimos, Kalymnos (ve solda aradan, belli belirsiz İstanköy) gözüküyor, görüş iyi, hava iyice dural. Alttaki ev sahibi kadının (Fıtnat) annesi ve babası sobalarını yakmışlar, borudan duman çıkıyor.
Bunları yazarken dışardan, aşağıdan, yoldan bir çocuk sesi geldi, herhalde Türkân. Ve de bir kadın sesi, sonra Şükran’ın. Uyanmışlar, ayaktalar demek hepsi. Evet çok erkek kalkılıyor kalkıyorlar burada
Gecesi. Saat 0.15. Dışarda dalga sesleri arttı artmış.
Gündüz Balıkçı’nın içersinde oturmuştuk, yemek yiyoruz. Köylülerin ‘sofa’ dedikleri açıktaki yükseltide bir tartışma oldu. Şişman bir adamla Çelep Ali Karakaya tartışıyorlar. Elinde rakı bardağı olan şişman adam ağır konuşuyor, zaman zaman sövüyor da. Bir otobüs satışı sözkonusu galiba. Çelep Ali karşılık veriyor. Faik Karakaya (Faik Ağa) ikisinin arasına dikilmiş; kapışmasınlar diyedir.
C. Caudwell “.. sistemin iktisadından yararlanır şiddet hep” diyor.