Amerika’dan sürgün edildikten 15 yıl sonra, 1933’te, mevcut politik gündeme değinmeyip sadece kendi hayatı üzerine konuşmalar yapması şartıyla 90 günlük vizeyle ülkeye geri dönmesine izin verilen Emma Goldman, artık Amerika’da ünlü biridir ve herkes onun etrafına toplanmakta, gazeteciler onunla röportaj yapmaktadır. İşte bu röportaj da bu geri dönüş sırasında kayda alınmıştır. Arşiv görüntüsü olarak muhtemelen
[İstanbul, tarihsiz] Çarşamba Nahit,Bir haftadan fazla oluyor. Sana bir mektup yazmıştım. Bugüne kadar cevap alacağımı umuyordum. Yoksa bana susarak mı mukabele ediyorsun. Böyle ise çok müteessir olacağım. Çünkü senin mektuplarına ne kadar ihtiyacım olduğunu zannederim söylemiştim. Ankara’ya gelmemin bazı şartlara bağlı olduğunu yazmakla acaba seni müşkül vaziyette mi bıraktım. Belki de bunun için yazmadın. Ama
içimde hangi atam konuşuyor?hem bedenimde hem de aklımda aynı anda yaşayamam.bu yüzden tek kişi olamıyorum.kendimi eşzamanlı olarak tamamlanmamış bir sürü şeyden menkul hissedebiliyorum.çağımızın gerçek hastalığı, artık büyükustaların olmayışıdır.kalplerimize giden yollar gölgelerle kaplanmış;yararsız görünen seslere kulak vermeliyiz;meşgul kafalardan, uzun kanalizasyon borularından, okul duvarlarından içeriböceklerin vızıltıları girmesine ihtiyaç var.her birimizin gözlerini ve kulaklarını büyük bir rüyanın başlangıcı
“Ortak bir kimya ve ortak bir fizik evrenin içinden geçer.” Karmaşık şiiri “Daha Çok Sevilen Biri”nde W.H. Auden der ki: “Nasıl yanan yıldızlardan hoşlanabiliriz / Bir tutkuyla geri dönemediğimiz?” Bu çok uzun yıllardır cevabı aranan bir sorudur- tarafsız bir evrende hissetmenin insan kırılganlığımızla nasıl yaşayacağımız. Ancak tutkularımız, hissettiğimiz her şey ve olduğumuz her şeyle birlikte
Artık bu korkuya da başka bir korkuya da yer yoktu, çünkü müzikle dolup taşmıştım. Oliver Sacks’in çalışmalarına göreceli olarak geç kaldım, o bilim ve insan ruhu arasında köprü kuran büyük bir hikâye anlatımı büyücüsüydü. Kamuoyuna yazdığı yazıda ve Demir Perde’yi geçip çocukluğumun Bulgaristan’ını içine sokmadığı zamanlarda daha doğmamıştım. Yirmili yaşlarımdaydım, Amerika’ya yöneldim, Dr. Sacks’in yazısına
28 Ocak Senin için savaşırım, çalarım, yalan söylerim demek kolay olurdu;kendimi iliklerime kadar tüketecek tutkuya fazlasıyla sahibim ve erkekler için savaşmak bir sebepten, kadınlar erkekler uğruna savaşır. Kriz anında şöyle demek kolay: Ayağa kalkıp senin yanında olacağım. Ama saçma idealizmim ve mükemmeliyetçiliğimle, yapacağım şey de benim için en zoru: İnanıyorum ki seninle oturup seni doyurur
Tutkuyla, insanın mükemmelliğine inanmayan bir yazarın, ne özverisi ne de edebiyata inancı yoktur. İnsanlık daima mücadele vermiştir, daha önce hiç itiraz edilmediği gibi, olgunluğunu ve ustalığını ispatlamak için – doğaya karşı değil, kendisine karşı. Orada umudumuz ve kaderimiz yatıyor. der büyük deniz biyoloğu ve yazar, gelecek nesillere çevre hareketini, endüstri odaklı, devlet tarafından gizlenen ve
“Bana göre iyi bir yazarsın çünkü yapmacık olmayan bir tarzın var, ve yazdıklarını okuduğumda, konuştuğunu duyabiliyorum.” Carl Sagan ve Isaac Asimov ilk kez 1960’larda tanıştı. “Kendisini yaşlıca biri olarak düşünmüştüm,” diye anlatıyor Asimov otobiyografisinde, “ama karşımda yirmi yedi yaşında, yakışıklı bir genç adam buldum; uzun, koyu tenli, konuşkan, ve kesinlikle inanılmaz bir derecede zeki.” İkisi
“Yaratma dürtümüz, ilkel bir yabancılık, evrende kaybolma hissinden, ve kimliğimizden emin olamamaktan doğar,” der New York Times eleştirmeni A. O. Scott Eleştiriyle Daha İyi Yaşamak: Sanay, Zevk, Güzellik ve Gerçeklik Hakkında Nasıl Düşünülür adlı kitabında. Adından kişisel gelişim kitabı olduğu çıkarılsa da, bu satırlardaki tonu bir psikanaliz kitabı olduğunu ima eder. Scott devam ediyor: “Başlangıçtaki
Vajinanıza acı biber değdiğinde ne olur? Finlandiya ataerkil bir distopya devleti mi? (Finlandiya’da neler oluyor?) Amerika’da uluslararası garabet kurgularının çevirileri nasıl durur? Bütün bu üç (yahut dört) sorunun cevabını Johanna Sinisalo, Finlandiya’nın feminist distopyasını kurguladığı yeni romanı Güneş Çekirdeği‘nde veriyor. Belki de Finlandiya’nın abartılı yönleriyle kurguluyor. Benim için bunu söylemek zor, çünkü Aki Kaurismaki‘nin filmleri