Tutkuyla, insanın mükemmelliğine inanmayan bir yazarın, ne özverisi ne de edebiyata inancı yoktur.
İnsanlık daima mücadele vermiştir, daha önce hiç itiraz edilmediği gibi, olgunluğunu ve ustalığını ispatlamak için – doğaya karşı değil, kendisine karşı. Orada umudumuz ve kaderimiz yatıyor. der büyük deniz biyoloğu ve yazar, gelecek nesillere çevre hareketini, endüstri odaklı, devlet tarafından gizlenen ve doğaya yapılan kimyasal saldırılara karşı cesareti harekete geçiren Rachel Carson. Carson, keskin ve inançlı başlangıcını başlattıktan altı ay sonra, bir başka nadir cesaret örneği göstererek ve hümanist idealizm yazarı olarak, onlarca yıl boyunca şaşırtıcı bir ilgiyle karşılığını veren bir mesaj iletmek için başka bir aşamaya geldi.
10 Aralık 1962’de, John Steinbeck (27 Şubat 1902 – 20 Aralık 1968) İsveç Akademisi’ndeki podyumda, realistik ve yaratıcı yazılarından dolayı Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldı. 20 yıl sonra, insan doğasının çelişkilerini ve umutlarının dayanaklarını anlattı, daha sonra bunları 60 yaşındayken Yazımda Nobel Yazarları‘na (halk kütüphanesi ) dahil etti. Bertrand Russell, tüm insan davranışlarını yönlendiren dört arzu, Pearl S. Buck yaratıcılığın doğası üzerine ve Gabriel García Márquez’in “hiç kimse başkalarının nasıl öleceğine, gerçek sevginin ve mutluluğun nerede ve nasıl mümkün olacağına karar veremeyeceği bir dünya görüşünü” içeriyor.
İlginç bir şekilde yapılan açılış konuşmasının ardından, dünyanın en ünlü ve zeki insanlarından biri olan ve hatta Nobel Ödülü’nü almak için podyumda duran biri olarak, kimlik hırsızı sendromu yaşadığını belirten Steinbeck, insan yaşamında öykü anlatıcılığının rolünü üstleniyor:
Edebiyat, ne boş kiliselerdeki ilahilerini söyleyen solgun ve güçsüz rahipler tarafından ilan edilen ne de aşağılık çaresizlik içinde olan rahipler tarafından yapılan bir oyundan ibarettir.
Edebiyat, konuşma kadar eskidir. Bundan dolayı, yani insanın ihtiyacından dolayı büyüdü ve daha çok ihtiyaç duyulması dışında değişmedi. Ozanlar, şairler ve yazarlar ayrı ve dıştan değildir. Başından beri işlevleri, görevleri, sorumlulukları türlerimiz tarafından belirlenmiştir.
Iris Murdoch, on yıl sonra, tarih boyunca “sanatçının işinde hassas ve bağımsız bir düşünür olma eğiliminde olduğu sürece devrimci ya da en azından bir değişim aracı olma eğiliminde olduğu ve dışardakinin de az gelişmiş bir toplum olduğu” görüşüyle anılacaktı. Steinbeck büyük gerçekçilere hak veriyor, ancak sanatçının görevini yalnızca hatadan fazlasını açığa çıkarmakla görevli olandan daha yüksek bir hümanizm düzlemine yükseltiyor:
İnsanlık, gri ve ıssız, karışık bir dönemden geçiyor. Büyük idolüm William Faulkner, burada söylemek gerekirse, evrensel olan fiziksel korkunun trajedisine bir atıfta bulundu, o kadar uzun bir süredir ruhun artık problemleri olmadığı, bu yüzden yalnızca kendisiyle çatışan insan kalbi hakkında yazmaya değdiği görülüyordu. Faulkner, çoğu insandan daha fazla, insan gücünün yanı sıra insanın zayıflığının da farkındaydı. Korkunun anlaşılması ve çözülmesinin yazarın var olma sebebinin büyük bir parçası olduğunu biliyordu.
Bu yeni bir şey değil. Yazarın eskiden beri misyonu değişmedi. Gelişim amacıyla karanlık ve tehlikeli hayallerimizi ışığa çıkararak, pek çok ağır hata ve başarısızlığımızı açığa çıkarmakla görevlidir.
Dahası, yazar insan kalbinin ve ruhunun büyüklüğünde mağlubiyetin, cesaretin, şefkatin ve sevginin kanıtlanmış kapasitesini ilan etmek ve kutlamak üzere görevlidir. Zayıflık ve umutsuzluğa karşı bitmeyen savaşta, bunlar umut ve emülasyonun parlak ralli bayraklarıdır. Tutkuyla, insanın mükemmelliğine inanmayan bir yazarın, ne özverisi ne de edebiyata inancı yoktur.
Atom bombasının yıkımına tanık olduk – medeniyetin teknolojik yükseliş ve ahlaki dengeleme hareketinde korkunç bir dönüm noktası. Soğuk Savaş’ın zirvesinde konuşan Steinbeck, sadece yarım yüzyılda şişkinlik hissi veren bir duygu sunuyor çünkü sürekli olarak teknolojik gelişmelerin etik kurallarımızı aşan bir şekilde ilerlemesine izin veriyoruz der.
Mevcut evrensel korku, bilgimiz dahilinde olan ileri bir dalgalanmanın ve fiziksel dünyadaki belirli tehlikeli faktörlerin manipülasyonunun bir sonucudur. Diğer anlama aşamalarının henüz bu büyük adıma yetişemediği doğrudur, ancak buna dayanamayacaklarını varsaymak için hiçbir neden yoktur. Aslında, yaptıklarından emin olmak yazarın sorumluluğundadır. İnsanlığın uzun ve gururlu bir şekilde ayakta durma tarihinin tüm doğal düşmanlarına karşı, bazen neredeyse kesin bir yenilgi ve yok olma karşısında, sahayı en büyük potansiyel zaferimizin arifesinde terk etmek için korkak ve aptal oluruz.
Nobel’in nasıl ortaya çıktığının karanlık geçmişine bir göz atalım, Steinbeck:
Anlaşılır bir şekilde Alfred Nobel’in hayatını okudum, yalnız bir adam, kitapların söylediğine göre düşünceli bir adam. Yıkıcı bir kötülük yaratabilecek ancak vicdan ya da muhakeme tarafından yönetilmeyen bir seçeneğe sahip olmayan patlayıcı güçlerin salınmasını mükemmelleştirdi.
Nobel, icatlarının acımasız ve kanlı sonuçlarından bazılarını gördü. Tüm araştırmasının sonucunu bile tahmin etmiş olabilir – nihai şiddete, nihai yıkıma erişim. Bazıları bunun alaycı olduğunu söylüyor, ama ben buna inanmıyorum. Bir kontrol icat etmeye çalıştığını düşünüyorum – bir egüvenlik valfi. Sanırım onu sonunda sadece insan aklında ve insan ruhunda buldu.
Bana göre onun düşüncesi, bu ödüllerin kategorilerinde açıkça belirtiliyor. Edebiyatın işlevleri olan anlayış ve iletişim için insan ve dünyanın bilgisinin artması ve devam etmesi gerekir ve diğerlerine nazaran barış için teklif edilirler.
Carson’a göre, Steinbeck, Alfred Nobel’in ölümünden yarım yüzyıl sonra insanlığın seçimini ele alıyor – yine aynı kalan bir seçenek, üstel olarak daha fazla aciliyeti olan.
Doğanın kapısının kilidi açıldı ve bize korkunç bir yük teklif edildi. Bir zamanlar Tanrı’ya atfedilen güçlerin çoğunu biz elimize aldık. Korkulu ve hazırlıksız olarak, tüm canlıların tüm dünyasının yaşamı ve ölümü üzerine hakimiyet kurduğumuzu varsaydık. Tehlike, zafer ve seçim nihayet insana aittir. Mükemmelliği kendi elimizle test ediyoruz şimdi.
Tanrısal gücü ele geçirdikten sonra, bir zamanlar sadece tanrıların sahip olabileceği bilgelik ve sorumluluk için kendimize bakmalıyız. İnsanın kendisi hem en büyük tehlike ve hem de tek umut oldu. Böylece bugün, Aziz John’un sözleri dikkate alınabilir: Sonunda söz gelir, söz insandır ve söz insanla vardır.
Hâlâ önümüzde duran bir seçim ve bunu akıllıca yapmak için geç değil. Daha sonra Steinbeck’in tanınmanın tehlikeleri ve başarının karanlık tarafı adlı tavsiyelerine göz atabilirsiniz.
Brainpickings by Maria Popova
Çeviren: tabutmag