Heidegger’in felsefesinde yavaşlık, sadece bir tempo değil, bir varoluş biçimidir. Hızın hükmettiği bir dünyada, meşe odununun kokusu bize hâlâ var olmanın, beklemenin, bulunmanın ve hatırlamanın imkânını fısıldar.
“Neden kimse bir yavaşlık tanrısı icat etmedi?”
— Peter Handke
Yaşam sürecindeki genel hızlanma insanın derin düşünme yetisini elinden alır. Bunun sonucunda, ancak tefekkürle bulunma sonucunda açığa çıkabilecek şeyler insana kapalı kalacaktır. Hızlanma, sonrasında vita contemplativa kaybına yol açan bir ilksel hadise değildir. Hızlanmayla vita contemplativa kaybı arasındaki ilişki çok daha karmaşıktır. Derin düşünmeyle bulunma yetisine sahip olmamak, genel bir acelecilik ve dağılmaya yol açan bir merkezkaç kuvveti yaratabilir. Nihayetinde hem hayatın hızlanması hem de tefekkür yetisinin kaybı, şeylerin kendiliğinden buralarda var olduğu ve ebediyete kadar öyle var olacakları inancının kaybedildiği bir tarihsel kümelenmeye bağlanabilir. Dünyadaki genel oluşsallıktan çıkma süreci, şeylerin özgün parlaklığını silip onları üretilebilir nesneler derekesine düşürür. Mekânsal ve zamansal sınırlarından koparılıp yapılabilecek, üretilebilecek şeylere dönüştürülürler. Oluşsallık üretime yenik düşer. Varlık, oluşsallıktan çıkarılarak bir sürece dönüştürülür.
Heidegger modern teknolojide, varlığın denetlenip planlanabilecek bir sürece çevrilerek oluşsallıktan çıkarılması tehlikesini görmüştür. Heidegger’in Varlığı sürecin tam zıddıdır. Bir procedere daimi bir değişim içerir. Varlık ise ilerlemez. Daha çok, kendi içinde salınır ve “Aynı”nın içinde kalır.
Varlığın oluşsallığının bir parçasıdır bu da:
“Basit olan şey, duran ve Yüce olan şeylerin sırrını muhafaza eder. Basit şey doğrudan insanlara geçer ama gelişmesi için uzun bir süreye ihtiyacı vardır. Hep aynı olanın gösterişsizliğinde kendi lütfu saklıdır.”¹
Bir süreç, bir hedefe doğru ilerler. İşlevsel teleolojisi hızlanmayı anlamlı kılar. Hedefe ne kadar hızlı varılırsa süreç o kadar verimli sayılır. Hızlanma, salt işlevsel olan sürece içkindir.
Bu durumda, sadece hesaplama süreçleri konusunda bilgili olan bir işlemci hep hızlanma baskısı altında olacaktır. Anlamlı bir yapısı, kendi ritmi olmadığından, her duraksamayı bir arıza olarak kaydeden salt işlevsel bir verimliliğe indirgenmiştir; gelişigüzel hızlandırılabilir.
Bir bilgisayar duraksamaz. Salt hesaplama işi bulunmaya geçit vermeyen bir zamansallık içinde yapılandırılmıştır. Procedere açısından bakıldığında, bulunma olabildiğince hızlı aşılması gereken bir durgunluktur.
Hareketsizlik, hesaplama işinin verimliliği açısından hiç anlamlı olmayan bir fasıladır olsa olsa. Heidegger şöyle yazar:
“Acelecilik ve telaş…
İlki hesaplamada çıkar ortaya.
İkincisi beklenmeyenden kaynaklanır.
İlki bir planı takip eder.
İkincisi bir bulunmayı ziyaret eder.”²
Derin düşünerek bulunma, süremi olan şeyleri şart koşar. Hızla birbirini takip eden olaylar veya imgelerde uzun süre bulunmak mümkün değildir. Heidegger’in “şey”i bu koşulları karşılar.
Bir sürem yeridir. Heidegger “bulunmak” (verweilen) fiilini, geçişli fiil olarak bir araya toplamak (versammeln) anlamında da kullanır. İnsan şeylerde bulunabilir çünkü şeyler, sürem sahibi olan dünyevi ilişkileri kendinde bir araya toplar.
Dünyanın geçişli bulunması, şeylerde geçişsiz bulunmayı mümkün kılar:
“Şey, şeylerde bulunmayı araya toplar; şey, bir araya toplayarak bu dörtlüyü uzaklıklarında yakınlaştırır.”³
Yeryüzü “biçim vererek taşıyan, besleyerek meyve verendir, sulara ve kayalara, bitkilere ve hayvanlara bakar.” Gökyüzü “güneşin patikası, ayın yoludur, yıldızların parlaklığı, yılın mevsimleri, günün aydınlığı ve kararması, gecenin karanlığı ve aydınlanması, havanın yumuşaklığı ve sertliği, bulutların sürüklenmesi ve göğün derin mavisidir.” Dünyanın şeylere akseden bu daimi koordinatları, insanın yeryüzündeki ikametine, “ağaçları büyüten” yavaşlık ve sabitlikten bahşeder.⁴ Heidegger’in zemin üzerinde durma (Bodenständigkeit) ve memleket (Heimat) felsefesi, uzun zaman önce sarsılmaya başlamış ve hatta tamamen yok olma tehlikesi altında olan bu zemini, insanın üzerinde eğleşmesi (Aufenthalt) için sağlamlaştırmaya uğraşır.
Heidegger’in Şey’i kullanım veya tüketimden tamamen uzak durur. Derin düşünmeyle bulunma yeridir. Heidegger dünyada eğleşme imkânı sunan şeyi testi örneği üzerinden açıklar.
Şey için bir testiyi örnek vermesi kesinlikle tesadüf değildir. Çünkü testi (Krug) bir kaptır (Behälter). İçeriğine (Inhalt) dayanak (Halt) sağlar; böylece hiçbir şey akıp gitmez veya geçip gitmez.
Heidegger bir şeyin haddizatında ne olduğunu göstermek için testinin bu özgün özelliklerinden faydalanır.⁵
Heidegger “ikamet etme”yi, “şeylerde eğleşme”⁶ olarak tanımlar. Şeylerde bulunma (verweilen) da diyebilirdi. Fakat eğleşmek için bir dayanak gereklidir:
“Kuralların koyulmasından daha önemli olan, insanın Varlığın hakikatinde kendi eğleşmesine (Aufenthalt) götüren yolu bulmasıdır. Dayanıklı (haltbar) bir şeyi ancak bu eğleşme bahşeder bize… ‘Dayanak’ dilimizde ‘muhafaza’ anlamına gelir. Varlık, ek-sistent, özünde insanı, kendi hakikatine koruyan muhafazadır…”⁷
Varlık olmadan insan dayanıksız ve korumasızdır. Zaman da bir dayanak gibi davranır; dayanaklı olanı öne çıkarır.
Dayanak olmayınca zaman sürüklenir, zamansal bir bent yıkılması gerçekleşir. Zaman dayanağı olmayınca hızla ileri atılır. Hızlanma nihayetinde dayanaktan, eğleşmeden yoksun kalmışlıktan, dayanak olmamasından kaynaklanır.
Bugün dünyanın gidişatının olayların hızla birbirini takip etmesinden ibaret olması dayanak yoksunluğunun ifadesidir. Yaşam dünyasındaki genel hızlanma, nedeni çok daha derinde aranması gereken bir semptomdur. Hız azaltma veya gevşetme teknikleri zamanın sürüklenmesini durduramaz; bu teknikler derinde yatan nedeni ortadan kaldıramaz.
Aslında dünya büyük ölçüde insanlar tarafından üretilmiş şeylerden veya düzeneklerden oluşur. Heidegger’in dünyası ise her tür insani müdahale öncesinde zaten vardır, hatta önceden belirlenmiştir. Bu ön halihazırlık, bu dünyanın oluşsallığını tesis eder.
Dünya, her tür insan erişiminden geri duran bir armağandır (Gabe). Ebedi tekrarların dünyasıdır.
Modern teknoloji insanı zeminden, topraktan giderek daha fazla uzaklaştırırken, bir yandan da onun zorlamalarından özgürleştirir. Heidegger “zemin üzerinde durma”da ısrar eder. İnsanın dünyada sağ kalmasını sağlayan her oluşsallıktan çıkmaya, her dünyayı imal etme biçimine şüpheyle yaklaşır. Dünyanın denetlenip planlanacak bir sürece çevrilmesini sağlayan oluşsallıktan çıkarmaya karşı “yapılamayan şey”i veya “gizemi” savunur.
Heidegger conservatio’yu sürem kuracak bir zaman stratejisi olarak öne sürer. Heidegger’e göre insanlar “kendi menşelerine kulak verenler”dir.⁸ Sadece “uzun bir menşe” onları “yerli” yapar. “Eskilik”, “bilgelik”tir. Heidegger modern çağda hiçbir şeyin gelenekle aktarılmadığı ve her şeyin çok hızlı eskidiği daralan şimdilik karşısında “hep aynılık”ı öne çıkarır.
Oluşsallık, alakadar olmak veya fırlatılmış ya da celp edilmiş olmak gibi deyişlerde ifade bulan bir pasiflik içerir. Alakadar olmanın pasifliği, ilerlemenin aktifliğiyle karşıtlık içinde konumlandırılır.
Heidegger bu pasifliği doğrudan dünyanın oluşsallıktan çıkarılmasına karşı öne sürer. Heidegger’in “Şey”i de insanı “şeyleyen” bir şeye dönüştürdüğünden, onu bir pasifliğin içine yerleştirir.
Şey, imalat sürecine tabi bir ürün değildir. İnsanlar karşısında bir özerkliği, hatta bir otoritesi vardır. İnsanın devralması ve itaat etmesi gereken, dünyanın ağırlığını temsil eder.
İcap ettiren şey karşısında insan, kesin bir şey konumuna yükselme arzusundan feragat etmelidir.
Tanrı, insan müdahalesinden uzak, “yapılamayan” şeyi temsil eder. Mutlak koşulsuz (Un-bedingt) varlıktır.⁹ Dünyayı oluşsallıktan çıkarmak onu bütünüyle tanrısız bırakır.
Noksan zaman, tanrısız zamandır. İnsanın koşullanmış (Be-dingter) bir şey, bir “ölümlü” olarak kalması gereklidir. Ölümün feshedilmesi bir cürüm, insanı bir “desisse”dir. Tanrı’nın feshedilmesiyle aynı şeydir nihayetinde. Heidegger bir homo doloris, bir ıstırap düşünürü olmuştur hep.
Sadece bir homo doloris “ebedi olanın” kokusuna erişebilir. Heidegger ölümün feshedilmesinin anthropos’un sonu anlamına geleceğini, ölümsüzlük karşısında insanın kendini yeniden icat etmesi gerekeceğini de söyleyebilirdi pekâlâ.
Heidegger’in “Varlık”ının zamansal bir veçhesi vardır: “Kısa süreliğine bulunmak, sürüp gitmek, sürekli devam etmek… ‘Varlık’ kelimesinin eski anlamıdır.”¹⁰ Sadece Varlık bulunmaya izin verir çünkü o da bulunur ve sürüp gider. Demek ki acele ve hızlanma çağı, Varlığın unutulmuşluğunun çağıdır.
“Kıryolu” da sürekli süremi ve yavaşlığı anımsatır: “Kalenin arkasında Aziz Martin Kilisesi’nin kulesi yükselir. Yavaşça, neredeyse duraksayarak, gecenin içinde saati haber veren on bir çan vuruşu duyulur.”¹¹
“Duraksama”, “bekleme” veya “sabır”¹² gibi zamansal ifadeler, hazır bulunan her şimdiden geri duran şeyle olumlu bir ilişki kurma amacı taşır. Bir mahrum kalma durumuna işaret etmezler; daha çok daha azın çoğu söz konusudur. Bekleme, belirli bir şey beklentisinde değildir. Duraksama da bir kararsızlık anlamına gelmez. Her tür kararlı müdahaleden geri duran şeyle kurulan ilişki, olumlu bir “kendini geri çeken şeye doğru çekilme”dir.¹³
“Yapılamayan şey karşısındaki çekingenliğin yavaşlığı” ona can verir. Düşünür, “çok güçlü hava akımından korunmaya çalışmak” yerine “bu çekimin akımında sabırla beklemelidir.”
“Noksan zaman” kokusu olmayan zamandır. Uzun süreler boyunca sağlam bağlantılar üreten bir süremi eksikliğini çeker. Aşırı ölçüde kullanır Heidegger “uzun” veya “yavaş” ifadelerini:
“Gelecektekiler”, “hesaplanamaz olanın yavaş emarelerini”,¹⁴ “beklenti dolu bir sabır kararlılığı içinde”, “yavaş ilerleme cesareti gösteren”,¹⁵ “yavaş, bağlılık içindeki hakikat”¹⁶ kuruculardır.
Meşe odununun kokusu da uzun ve yavaş olanın kokusunu temsil eder. Bir “anlam” tesis eden “kıryolu”, “sonsuz” olanın kokusuyla kaplıdır. Heidegger’in “anlamı” teleolojik değildir, hatta perspektifli bile değildir. Gerçekleştirilmesi gereken bir hedefi veya amacı yoktur.
Bir yönü yoktur. Anlatısal ya da doğrusal bir yapısı yoktur. Varlığa dönüşerek derinleşen, adeta daireler çizen bir anlam söz konusudur. Heidegger’in düşüncesi kararlı bir biçimde anlamdan varlığa dönüşü tamamlar. Hızlanma sadece bir hedef söz konusu olduğunda anlamlıdır. Bir yönü olmayan, kendi içinde salınan veya kendini yerine getirmiş bir şey, yani bir teleoloji veya bir süreç olmayan bir şey hızlanma baskısı uygulamayacaktır.
Heidegger’in Tanrısı “sonsuz olanı”, “kalan ve Yüce olan şeyin gizemini” korur. Fırlatılmışlık ve oluşsallık insanın Tanrı’yla ilişkisinin belirleyici nitelikleridir. Her insani “desisse”, insanın Tanrı’nın dilini duymasını güçleştirir. Tanrı’nın sesi, “neredeyse Tanrı’nın sesiyken bile tutulan bugünün aygıtlarının gürültüsünde boğulur.”¹⁷
Tanrı, teknik aygıtlar kapatıldığında ortaya çıkan “sessizliği” arar.
Hızlanan aygıtlar zamanı, dünyayı ve şeyleri kendi zamanlarından koparır. Heidegger’in düşüncesi, nihayetinde tekrar ve yeniden üretimden imalat ve üretime, fırlatılmışlık ve oluşsallıktan özgürlük ve kendini öne sürmeye dönüşe karşı çıkar.
Tanrı, bir anlam ve düzen yapısının üzerine ebedi geçerlilik damgasını basan mercidir. Tekrarı ve özdeşliği temsil eder. Değişim ve farklılık tanrısı diye bir şey yoktur. Tanrı zamana istikrar verir.
Hızlanmanın nedeninin izi Tanrı’nın ölümüne kadar sürülebilir. Dünyanın insan eliyle oluşsallıktan çıkarıldığı her durumu zamansallıktan çıkarma takip eder. Dünya sahih zamanına bırakıldığında, durakaldığında, Heidegger’e göre “kıryolunun tesellisi” Tanrı’nın dili olarak duyulacaktır. Şeyler bir kez daha “eski menşe”in ağırlığında durduklarında Tanrı tekrar Tanrı olacaktır.
Dünyanın ve şeylerin sahih zamanı aracılığıyla Tanrı kendini yavaşlığın Tanrısı, anayurdun Tanrısı olarak açığa vuracaktır.
Heidegger’in geç döneminde, insanın çok önemli ilerlemeler sayesinde aştığı arkaik-modernlik öncesi koşulları, romantik bir yüceltimle geri çağırdığına şüphe yok.
“Zemin üzerinde durma” ve “anayurt” teolojisinin yol açtığı haklı şüpheler bir yana, uzun ve yavaş şeyleri ele alırken söylediklerine kulak vermeli.
İşlerlik içindeki bir bakışa saklı kalan, sadece uzun ve derin düşünceli bir bakışla erişilebilecek olaylar, formlar ve salınımlar, ince, geçici, gösterişsiz, ufak, havada süzülen veya kendini geri çeken, şiddetli bir müdahaleden sakınan şeyler var gerçekten.
Heidegger başka bir zamana, çalışma ve emeğin zamanı¹⁸ olmayan bir zamana — uzun ve yavaş şeylerin zamanına, bulunmayı mümkün kılan bir zamana doğru ilerler.
Çalışma nihayetinde tahakkümü ve tümüyle içine almayı hedefler. Şeylere olan mesafeyi yok eder. Derin düşünen bakış ise şeyleri esirger. Kendi alanları veya görkemleri içinde bırakır. Dostane bir pratiktir. Heidegger’in şu sözleri sağduyulu bir bilgelik ifadesinden çok daha fazlasıdır:
“Vazgeçmek almaz. Vazgeçmek verir. Basit olanın tüketilmesi imkânsız gücünü bahşeder.”¹⁹
Derin düşünceli bakış, mesafenin bertaraf edilmesinden, tümüyle içine almaktan feragat ettiği ölçüde çilecidir.
Heidegger bu noktada Adorno’ya yaklaşır:
“… o uzun, düşünceli ve dalgın bakışta, nesneye yönelen ihtiras her zaman bir kırılmaya uğramıştır. Hakikatin verdiği sevincin kaynağı, şiddetsiz bir seyrediş ve düşünüştür ve bakan kişinin nesneyi tümüyle kendi içine almadığını varsayar.”²⁰
Uzun ve derin düşünceli bakış, şeylere yakınlığını kaybetmeden onlarla arasındaki mesafeyi korumayı öğrenmeye çalışır. Bu tür bakışın mekânsal formülü “mesafeli yakınlık”tır.²¹
s.79—86
Byung-Chul Han, Zamanın Kokusu
Türkçesi: Şeyda Öztürk
Metis Yayınları
—
1. Martin Heidegger, Aus der Erfahrung des Denkens, a.g.y., s. 89.
2. A.g.y., s. 153.
3. Martin Heidegger, Vorträge und Aufsätze, a.g.y., s. 179 vd.
4. Martin Heidegger, Aus der Erfahrung des Denkens, a.g.y., s. 88.
5. Heidegger’in düşüncesinin kafiye, söyleyiş veya etimoloji gibi dile özgü unsurlara bağlı olması belli güçlüklerle yol açar. Düşüncesine dil düzeyinde yakından bakmak, ne kadar kırılgan olduğunu ve yapısöküme ne kadar yatkın olduğunu açığa çıkaracaktır. “Testi” örneği, özellikle dilsel vasıfları nedeniyle şeyin teorisini veya teolojisini izah etmeye, örneğin bir güğümden çok daha uygundur. Testi (Krug) sözcüğü telaffuz düzeyinde (sonunda bir süreksiz ünsüz harf ve ortasında bir dar yuvarlak ünlü harf var) güğüm (Kanne) sözcüğünde (bir geniş kalın ünlü ve özellikle de sonunda bir geniş ünlü harf bulunan) bir kapalılık sergiler.
Krug sözcüğü bu kapalı yapısıyla havayı tutar. Bunun dışında Kanne (Lat. Canna, yani “kanal”) sözcüğünün etimolojisi de Krug’dan farklı olarak bir dayanağa işaret eder. Aksine, zıttından akma veya akıp gitme anlamlarını içerir. Krug sadece dil düzeyinde değil, şeklen de Kanne’den daha daha açadır. Bunun dışında “dolu güğüm” (volle Krug) gibi ifadeler sözcüğü Heidegger’in geç dönem felsefesinde büyük önem taşıyan tefekkür sakinliği ve itidalinin inşa açısından elverişli kılar.
6. Martin Heidegger, Vorträge und Aufsätze, a.g.y., s. 153.
7. Martin Heidegger, Wegmarken, Frankfurt a.M., 1978, s. 191.
8. Martin Heidegger, Aus der Erfahrung des Denkens, a.g.y., s. 89.
9. Heidegger’in Münih’te yaptığı (15 Haziran 1950) “Şey Üzerine” başlıklı konuşmasından hemen sonra Zeit gazetesinde yayımlanan bir makalede şöyle denmiştir: “Heidegger’in arkasındaki duvarda büyük bir çarmıh asılıydı. Salondaki seyircilerin perspektifinden bakıldığında Heidegger’in başı tam altından konuşuyormuş gibi görünüyordu.”
10. Martin Heidegger, Der Satz vom Grund, Gesamtausgabe, c. 10, Frankfurt a.M., 1997, s. 186.
11. Martin Heidegger, Aus der Erfahrung des Denkens, a.g.y., s. 90.
12. Emmanuel Levinas, Heidegger’den pek çok açıdan çok farklı olsa da, Başka metafiziği, Heidegger’in düşüncesinin karakteristik özelliği olan zaman deneyimini temel alır. Aynı zaman figürlerine başvurur: “Zamanın eğilen sentesi, sabır, beklenen bir hedef olmadan beklemektir, belirli beklentileri ve bu beklentilerin bir yakalama (Ergreifen) ve önceden kavrama olduğu görüş karşısında sonucunda uyuşuk bir hal almış bir beklemedir. Bekleme olarak zaman —edimlere karşılık gelen her tür pasiflikten daha pasif olan sabır— ‘kavranamaz’ şeyi ‘bekler’” (Emmanuel Levinas, Wenn Gott ins Denken einfällt, Freiburg/Münih, 1985, s. 92 vd.). Bu kavranamaz şey, her tür temellükten, her tür göz önüne getirmeden geri duran bu Başka geleceğe yerleştirilir. “… gelecek yakalanmayan, habersiz gelen ve bizi ele geçiren şeydir. Gelecek Başka’dır.” (Emmanuel Levinas, Die Zeit und der Andere, Hamburg, 1984, s. 48).
13. Martin Heidegger, Was heißt Denken?, Tübingen, 1984, s. 52.
14. Martin Heidegger, Wegmarken, a.g.y., s. 106.
15. Martin Heidegger, Hölderlins Hymne “Andenken”, Gesamtausgabe, c. 52, Frankfurt a.M., 1982, s. 171.
16. Martin Heidegger, Beiträge zur Philosophie, a.g.y., s. 395.
17. Martin Heidegger, Aus der Erfahrung des Denkens, a.g.y., s. 89 vd.
18. Heidegger’in geç döneminde çalışma ve emek olumsuz bir tını kazanır. Heidegger “sadece kendisi için yapıldığında salt önemsiz şeyleri teşvik eden çalışmanın aptallığı”ndan bahseder (Martin Heidegger, Aus der Erfahrung des Denkens, a.g.y., s. 89 vd.).
19. Martin Heidegger, Aus der Erfahrung des Denkens, a.g.y., s. 90.
20. Theodor W. Adorno, Minima Moralia, a.g.y., s.92.
21. A.g.y.



