Regine’m!
Mektup bekliyordun benden, bugün tam üç hafta oldu, bense yazmadım. İyi ama bu mektubu kime güvenip emanet edebilirdim ki? “Pınardaki Kemancı”1 şiirini anımsarsın. Büyük güzellikler içerir; benim de özellikle hoşuma giden şey şairin yalnızca “ormanın çevik dansçıları”na, balığa, kuşa, fareye güveniyor oİması. Çok iyi biliyorum, bütün bunlar şiirin içinde bulunmuyor ve eğer şu ya da bu kişi, bu satırları okursa, beni, söz konusu dizelere, içinde olandan daha fazlasını koymakla suçlayacak; olabilir. Ama bunun benim için hiçbir önemi yok, yeter ki sen beni anla ve ilişkilerimizin kendi gizleri olsun. İlişkilerimiz, başka bütün herkesin gözünde gizemli. Bu da, konuşmadan yoksun kişilere güvenilip söylendikleri için değil de yalnızca senin tarafından anlaşılan ve sen anladığında da benim tarafımdan da anlaşılmış olan bir dilde anlatıldıklarından dolayı böyle.
Demek ki, üç haftadır sen benden bir mektup bekliyordun ve bu mektup gelmedi —bugün, sen benim gelmemi bekliyorsun, yazmamı değil— peki ya her ikisini de aynı anda yapsaydım ne derdin (ne var ki, büyük bir olasılıkla ancak öğlende seni Gothersgade’deki halama götürmeye geleceğim). Gerçekten de doğru bu, geliyorum, yazıyorum, konuşuyorum ve bağırıyorum ve iç çekiyorum ve odam monologlarımla yankılanıyor ve ben, kâh içimde fokurdayan, kâh huzur dolu bir coşkunluk içinde yitip giden şeyi yalnızca sana, tek sırdaşıma açmaya cesaret ediyorum — senin bana açtığın şeyi ben yalnızca sana açıyorum. Çünkü, şunu bil ki, sen beni ruhunun derinliklerinden sevdiğini bana her yineleyişinde ben bunu ilk kez duyuyormuş gibi oluyorum ve nasıl ki bütün dünyaya sahip olacak bir insan, onun göz kamaştırıcı parlaklığını gözleriyle kucaklamak için bütün ömrüne ihtiyaç duyarsa, aynı biçimde bana da bir ömür gerekecektir sanırım senin aşkının içinde yatan o bütün zenginliğin üstünde düşünmek için derin derin. Şunu bil ki, sen beni her zaman aynı derecede sevdiğine ciddi biçimde her inandırdığında, neşeli olduğumda da üzgün olduğumda da ve özellikle üzgün olduğumda (çünkü bilirsin üzüntü göklerin bir özlemidir ve insanda iyi olan ne varsa acı ondan doğmuştur), sen benim ruhumu araftan kurtarıyorsun, işte bunu iyi bil. Katolik Kilisesi, bilirsin, dindar ruhların dualarının arafta yaşayan ruhları yatıştırdığını öğretir; biliyorum, gerçekten de doğru bu; işte sen de bana aşkını söylediğin her sefer, zincirlerin şıkırtısını artık duymaz oluyorum; işte o zaman özgürüm ben, tıpkı göklerde uçan bir kuş gibi sonsuza dek özgürüm ve özgürlüğümün içinde özgürüm ve neşe doluyum ve kendi neşemin tanığıyım, tıpkı eskiden hem tutuklu hem de kendi kendimin gardiyanı olduğum gibi.
Her zaman Senin S.K.’ın
* * *
Sabah 9.30
Regine’m
Şu anda seni düşünüyorum ve eğer bazan sana, gizleniyorum gibi geliyorsa, bu, seni az seviyor olmamdan değil de artık bazı anlarda yalnız kalmam gerektiğinden böyle. Ama sen, hiç de bu yüzden düşüncelerimin dışında kalmış, unutulmuş değilsin; tam tersine senin o capcanlı varlığınla doluyum ben. Senin o sadık yüreğini ne zaman düşünsem yeniden neşeleniyorum, sen çevremde gezinip duruyorsun, geri kalan her şey de silinip gidiyor ufkumdan, sonsuza doğru uzanan ve artık bir tek sınırı olan ufkumdan. İşte o zaman ben sana kavuşuyorum ve dalgalanmakta olan düşüncem huzuru sende buluyor.
Senin S.K.’ın
* * *
Regine’m
Bu mektup tarih taşımıyor, taşıyamaz da, çünkü içeriğinin özünü, bende her an var olan bir duygunun bilinci oluşturuyor. (…)
Saint-Martin akşamı saat sekizdeki yokluğum sırasında Fredensborg’daydım. Dün müydü ya da evvelki gün müydü söyleyemeyeceğim, çünkü bugün diye bir kalkış noktam yok benim. Arabada beni görenler şaşırıp kalmışlar. Biliyorsun eskiden hep yalnız başıma giderdim, ama o zaman üzüntü, kaygı ve melankoli sadık dostlarımdı benim. Şimdiyse yolculuk maiyetim daha da küçülmüş durumda. Gezintiye çıktığımda senin anınlayım, eve dönünce de sana yönelik özlem dolu bir arzuyla birlikteyim. Fredensborg’daysa, şu yol arkadaşları birbirlerinin boyunlarına atılırlar ve öpüşürler. Ben işte en çok bu anı seviyorum, çünkü, bilirsin, ben Frendensborg’u sözle anlatılamaz bir an için, yalnızca bir an, ama bana göre paha biçilmez bir an için severim.
Bu mektup tarih taşımadığına göre ve öyleyse, herhangi bir zamanda yazılmış olabileceğine göre, ne zaman olsa okunabilir; ve eğer gece herhangi bir kuşku içini kemirirse, o zaman da okuyabilirsin onu; çünkü aslında sana “benimsin” diyebileceğimden bir an bile kuşku duymadım (bu deyişin içine yerleştirdiğim her şeyi biliyorsun, eğer senden ayrılmak zorunda kalırsam yaşamının benimle birlikte duracağını sen kendin yazmıştın, bunu biliyorsun. Ah! izin ver de yaşamına, birlikteliğimiz kadar uzun süre bende saklı kalsın, çünkü biz yalnız o zaman gerçekten birleşmiş oluruz), bir an bile kuşkulanmadım bundan, hayır, bunu ruhumun en derin inancıyla yazıyorum, ve ben dünyanın en karanlık, en gizli köşesinde bile sana ait olduğumdan kuşku duymayacağım.
Her zaman için Senin S.K.
Søren Kierkegaard
Regine’ye Mektuplar
* Bu metinler Danimarkalı felsefeci Søren Kierkegaard’ın (1813-1855), nişanlısı Regine Olsen’e ve arkadaşı Emil Bösen’e yazdığı mektupları kapsayan ve Fransızca’ya Lettres de Françailles (Paris, Falaize, 1956) Nişanlılık Mektupları adı altında çevrilmiş olan kitaptan seçilerek Türkçe’ye aktarılmıştır.
Kierkegaard ilk olarak 1837’de arkadaşı Peter Roerdam’ın evinde karşılaştığı Regine Olsen ile 1840’ta nişanlandı, 1841’de de aniden nişanı bozdu. Nişanlılık dönemine ışık tutan belgeler niteliğindeki “Regine’ye Mektuplar”ın pek çoğunda tarih bulunmamaktadır. (Ç.N.) (Cogito 4/1995)
Fransızca’dan Çeviren: Sema Rifat
- Ch. Winter’ın şiiri ↩︎