[İstanbul, tarihsiz] Çarşamba Nahit,Bir haftadan fazla oluyor. Sana bir mektup yazmıştım. Bugüne kadar cevap alacağımı umuyordum. Yoksa bana susarak mı mukabele ediyorsun. Böyle ise çok müteessir olacağım. Çünkü senin mektuplarına ne kadar ihtiyacım olduğunu zannederim söylemiştim. Ankara’ya gelmemin bazı şartlara bağlı olduğunu yazmakla acaba seni müşkül vaziyette mi bıraktım. Belki de bunun için yazmadın. Ama
Artık bu korkuya da başka bir korkuya da yer yoktu, çünkü müzikle dolup taşmıştım. Oliver Sacks’in çalışmalarına göreceli olarak geç kaldım, o bilim ve insan ruhu arasında köprü kuran büyük bir hikâye anlatımı büyücüsüydü. Kamuoyuna yazdığı yazıda ve Demir Perde’yi geçip çocukluğumun Bulgaristan’ını içine sokmadığı zamanlarda daha doğmamıştım. Yirmili yaşlarımdaydım, Amerika’ya yöneldim, Dr. Sacks’in yazısına
28 Ocak Senin için savaşırım, çalarım, yalan söylerim demek kolay olurdu;kendimi iliklerime kadar tüketecek tutkuya fazlasıyla sahibim ve erkekler için savaşmak bir sebepten, kadınlar erkekler uğruna savaşır. Kriz anında şöyle demek kolay: Ayağa kalkıp senin yanında olacağım. Ama saçma idealizmim ve mükemmeliyetçiliğimle, yapacağım şey de benim için en zoru: İnanıyorum ki seninle oturup seni doyurur
Tutkuyla, insanın mükemmelliğine inanmayan bir yazarın, ne özverisi ne de edebiyata inancı yoktur. İnsanlık daima mücadele vermiştir, daha önce hiç itiraz edilmediği gibi, olgunluğunu ve ustalığını ispatlamak için – doğaya karşı değil, kendisine karşı. Orada umudumuz ve kaderimiz yatıyor. der büyük deniz biyoloğu ve yazar, gelecek nesillere çevre hareketini, endüstri odaklı, devlet tarafından gizlenen ve
“Bana göre iyi bir yazarsın çünkü yapmacık olmayan bir tarzın var, ve yazdıklarını okuduğumda, konuştuğunu duyabiliyorum.” Carl Sagan ve Isaac Asimov ilk kez 1960’larda tanıştı. “Kendisini yaşlıca biri olarak düşünmüştüm,” diye anlatıyor Asimov otobiyografisinde, “ama karşımda yirmi yedi yaşında, yakışıklı bir genç adam buldum; uzun, koyu tenli, konuşkan, ve kesinlikle inanılmaz bir derecede zeki.” İkisi
“Yaratma dürtümüz, ilkel bir yabancılık, evrende kaybolma hissinden, ve kimliğimizden emin olamamaktan doğar,” der New York Times eleştirmeni A. O. Scott Eleştiriyle Daha İyi Yaşamak: Sanay, Zevk, Güzellik ve Gerçeklik Hakkında Nasıl Düşünülür adlı kitabında. Adından kişisel gelişim kitabı olduğu çıkarılsa da, bu satırlardaki tonu bir psikanaliz kitabı olduğunu ima eder. Scott devam ediyor: “Başlangıçtaki
Vajinanıza acı biber değdiğinde ne olur? Finlandiya ataerkil bir distopya devleti mi? (Finlandiya’da neler oluyor?) Amerika’da uluslararası garabet kurgularının çevirileri nasıl durur? Bütün bu üç (yahut dört) sorunun cevabını Johanna Sinisalo, Finlandiya’nın feminist distopyasını kurguladığı yeni romanı Güneş Çekirdeği‘nde veriyor. Belki de Finlandiya’nın abartılı yönleriyle kurguluyor. Benim için bunu söylemek zor, çünkü Aki Kaurismaki‘nin filmleri
“Hayat her şeye rağmen güzeldir! Çok diken olabilir, ama güller de var.” “Bir sanatçının belli bir miktar telaş ve kargaşaya ihtiyacı vardır,” demiştir Joni Mitchell bir muhabire. Gerçekten de, sanat tarihi aynı zamanda yaratıcılık ve ruhsal bozuklukların karmaşık ilişkisinin de tarihidir. Ama psikologlar düşük dozda melankolinin yaratıcılığı artırdığını bulsa da, aşırı depresyon yaratıcılığı düşürebilir. Az
“Arasına senin girmediğin iki düşünceyi bir araya getiremiyorum.” Honoré de Balzac (20 Mayıs 1799 – 18 Ağustos 1850) edebi mirası kadar fırtınalı aşk hayatı ile de bilinir. 23 yaşındayken, “la Dilecta” olarak bilinen, kendisinden iki kat yaşlı Mme. Berny adındaki bir kadına aşık oldu. 1832’de ayrıldıklarında, Langeais Düşesi‘nin de kötüleyerek betimlediği Marquise de Castries‘le sorunlu

Paul Celan: CORONA

Avcumdan kemiriyor yaprağını güz: dostuz bizCeviz kabuklarından ayırıp zamanı, geçip gitmesini öğretiyoruz ona:o ise, dönüveriyor kabuğuna Aynaya yansıyan pazardüşlerde uyku akar,ve sahiden konuşur ağızlar. Yarin mahrem yerine kayıyor gözlerimsüzüşüpzifiri sözler fısıldıyoruz birbirimizehaşhaş çiçekleriyle hatıralar gibi sevişiyor,istiridye kabuğunda şarapkan revan ay ışığında deniz gibi uyukluyoruz. Sarılmışız işte pencerenin önünde, gelen geçen bize bakıyor sokaktan:artık vakti geldi