İnsanın yaratıcılığına gerçekten kim sınır koyacak? Evrendeki fark edilebilir olan her şeyin çoktan keşfedildiğini ve bilindiğini kim savunacak? Richard Feynman popüler kültürün “aktif, yoğun, bilimsel olmayan” halinden hayıflanırken şöyle demişti; “Galileo’ya bizim dünyamızı göstermek isterim, bu durumda ona büyük miktarda utanç göstermem gerekir”. Bu bir noktaya kadar doğru ve trajik olabilir; geçtiğimiz milenyumda yapılan bilimsel
Siz onu okurken, onun da sizi okuduğu türden bir kitap. Anais Nin, geceye ait zevklerimiz bilimin bir konusu haline gelmeden önce günlüğüne şöyle yazmıştı; “Dünya, rüyalar yokken ağır ve mattır”. Bu düşünce Freud‘un 1900 yılında ufuk açıcı kitabı Düşlerin Yorumu‘nun yayınlanmasıyla birlikte daha hareketli bir hal aldı. Düşlerin Yorumu adlı kitapta, efsanevi psikanalist olan Freud’un

Eser hırsızı; Coleridge

Bilinçsizce ödünç almak ile kasıtlı hırsızlık arasındaki ince çizgide yürümenin yolu. Hafıza, eser hırsızlığı ve yaratıcılıkta gerekli olan unutmalar üzerine yazmış olduğu önemli makalesinde nörolog Oliver Sacks; İngiliz şair ve filozof olan Samuel Taylor Coleridge‘den (Ekim 21, 1772 – Temmuz 25, 1824) yaratıcı tarihin en kötü şöhretli eser hırsızlığı suçlularından birisi olarak bahsediyor. Coleridge: Darker
Dünyadaki hiçbir şey, bir anlık keşif veya buluş anından daha heyecanlı değildir ve düşünülenin aksine, birçok insan böyle anlar tecrübe edebilir. Bertrand Russell (18 Mayıs, 1872 – 2 Şubat, 1970) insanlığın en berrak ve parlak zihinlerinden birisi olmaya devam ediyor – ve bunu, “güzel hayatın” ne anlama geldiği, mutluluk açısından “verimli monotonluğun” gerekliliği ve aşk,
Her zihinde devasa bir boşluk vardır. Ait olduğumuz zaman, bizi kendi içimize düşmekten alıkoyan dışsal bir halata sahip oluruz. “Özlem, yalnızlığın başkalaşımıdır” diyor David Whyte. Belki de günümüzün en zorlayıcı ve en fazla endişe üreten – yalnız olma sanatını öğrenmek bizim, kendimizden daha büyük bir şeye ait olma hissi için duyduğumuz iletişim özlemini ve kendimizi,
Shakespeare’in mirasını, kimileri konuşmalarının içerisine meşhur Shakespeare kelimeleri olan “thee” (ing. Sen) ve “forsooth” (ing. Hakikaten) kelimelerini kullanarak; kimileri de o’nun sözleri ve aforizmalarını koyarak şereflendiriyor. Fakat bu mirası şereflendirmenin bir diğer yolu daha var; Shakespeare’in kadınlara karşı davranışlarına bir gözatmak – bu, bugünkü kaba ve kadın düşmanı yaratıcılarımızın bazılarına öğretici gelebilir. Aslında Shakespeare de
Başarının sırrı hayata ilgi duymaya yoğunlaşmaktır… Doğanın küçük şeylerine ilgi duymaktır… Başka bir deyişle, her şeye karşı tamamen uyanık olmaktır. Ebediyen okunabilecek olan, zekice ve içtenlikle yazılmış olan, tarihin meşhur babalarından beş adet nasihat mektubunu sizlere sunuyoruz. 1. F. SCOTT FITZGERALD 1933 yılında, 11 yaşındaki oğlu Scottie’ye yazdığı – F. Scott Fitzgerald: A Life in

Sait Faik için…

SAİD’İN ölümüne ne kadar yandım anlatamam. Halbuki fazla bir ahbaplığımız, arkadaşlığımız da yoktu. Yirmi yıl kadar önce bir kahvede tanışmıştık. Ayağını iskemlemin altına dayamış, yüzüme bakıyordu. Parklarda dolaştığımızı da hatırlıyorum. Orhan da vardı. Birkaç defa da beraber içtik. Bizi aynalı, mermer masalı, fıçılı meyhanelere götürmüştü. İlk okuduğum yazısı bir yolculuk hikayesidir. İskeleye gidip gidip bir
Dâhice bir eser yazmak neredeyse her zaman feci zorluk içeren bir beceridir. Onun, tamamen ve bütün olarak yazarın zihninden çıkması olasılığına her şey karşıdır. Ursula K. Le Guin‘in “erkek olmak” konusu üzerine yazmış olduğu – yaratıcı kültürde cinsiyet sorunsalı üzerine yazılmış en iyi ve en keskin eser olan – muhteşem düşüncelerinden yarım asır önce; olağanüstü
“En önemli bilgi, yaşamınızı yönlendirme şeklinize rehberlik eden bilgidir.” 15 Mart, 1884’de Leo Tolstoy (9 Eylül, 1828 – 20 Kasım, 1910) günlüğüne şöyle yazmıştı: Kendime bir okuma yörüngesi oluşturmalıyım: Epictetus, Marcus Aurelius, Lao-Tzu, Buddha, Pascal, Yeni Ahit (İncil). Bu bütün insanlara gereklidir. Böylece, “tüm zamanların ve tüm filozofların en iyi olanlarından oluşan; yılın her günü