Bilirsiniz ya da bilmezsiniz, öz çocuklarını boğduğu için herhalde, görkemli olduğu söylenen geçmiş, hele bir imparatorluksa, içinde taşıdığı hüsnü kuruntuyu, gerçekte sevmekten, güzel uzunken kırpılmış kısa kirpikli sanata büründürerek, bir tarikat anlaşmazlığından Nusaybin’e, bir tahttan indirilerek Selanik’e, bir eprimekten İskenderiye’ye sürgünlere gönderilmiş, kafası ipek kılıçla kesilmiş, tuğraları alçılarla örtülmüş, çocuk paşaların ilk kaymaktabağı Kanunu esasileri

Ece Ayhan, Sardunya ve Çocuk

İçerlerdeki, o utanç mağaralarına, çarılçamur — sekerekten yine de, bir çocuk sığınıyor. Selanik bohçası, hasır şapka, yağmur kuşu. Mahkûmiyetinde ve sağ yanağında bir el kadardır kara gül lekesi. Sardunya bahçelerine bitişik halasının — uzunluğuna. Güz düşlerinde herhal, ölümün ve arkadaşının mızıkasıyla, eski deniz, deniz sokaklı adalara giden bir çocuk. Rüzgâr, sürükleyip duruyor dışarlarda; küf gözlü,

Kurtar Halkımı Musa: William Faulkner

Burada, yeryüzünde olup biten her şeyi bir düşün. Düşün ki yaşamak, hayattan tat almak için kaynayan güçlü kanı sonunda toprak emiyor. Elbette aynı zamanda keder ve acı da var, ama gene de, her şeye karşın, hayat yaşayana bir şeyler, pek çok şey veriyor, çünkü sonuçta acı çekmek olduğuna inandığın bir şeye katlanmak zorunda değilsin, her
Yitik Zaman’ın en ünlü epizodu: Marcel bir gün çayına kurabiye batırır ve ıslanmış kurabiyenin kokusu bütün bir yitik zamanın anımsanmasını, geri alınmasını sağlar, istençdışı belleğin Proust’udur bu, Bergson felsefesinin edebiyattaki uzantısı sayılan Proust. Doluluğun, varlığın, huzursuz da olsa huzurun, sürekliliğin Proust’u: Kendisi ne derse desin, aslında “yekpare, geniş bir ânın parçalanmaz akışında” yüzmekte olduğuna ikna

Sivas 1993: Madımak Oteli

2 Temmuz 1993’te olayları bizzat Madımak Oteli içinde yaşamış, Panorama Dergisi muhabiri Mehtap Yücel’in olaydan hemen sonra yayınladığı olayı tüm gerçekliğiyle anlattığı yazısı. “Saat 12’de Madımak Oteli’ne vardım. Lobide Arif Sağ çalıyordu. Aziz Nesin iki koruma polisiyle birlikte odasındaymış. Otelde etkinlikler için Sivas’a gelmiş 70 kişiyle birlikte çeşitli asker aileleri de kalıyormuş. Arif Sağ’ın türkülerini

Apaçık Yüreğim, Charles Baudelaire

İnsan, demek istediğim herkes, öyle doğalcasına baştan çıkmış ki, evrensel onursuzluktan üzülmez de ussal bir düzenin yerleşmesinden üzülür. Dünya son bulacak. Süredurmasının tek nedeni, var olduğundandır. Öyle çürük bir neden ki bu, tersini bildiren nedenler yanında lâfı bile edilemez. Özellikle de şunun: Bundan böyle dünyanın gök altında ne işi var? Ayrıca, varlığını nesnel olarak sürdürdü
Soğuk bir kış günü, karanfil almak için çiçekçi dükkanına girdim. Tatlı bir yaz hararetiyle ısıttırılan bu yerin havası, nebati usarelerin hafif, sert ve yeşil tebahhuratıyla meşbuydu. İstediğim çiçeklerin destelenmesine kadar, bana gösterilen sandalyede oturdum. Mesut bir insan hayalhanesi gibi, iklim, mevsim, yer ve zaman haricinde, meyil bir hevesin arzu edebileceği her türlü renkte otlar, yapraklar
1 Mayıs 1977. Kendimi bildim bileli örgütlerimin katıldığı bütün özgürlükçü eylemlere katılırım. O gün de “Türkiye Yazarlar Sendikası” saflarındayım. Görkemli bir işçi bayramı kutlaması sona ermek üzere. Sıra Kemal Türkler’in konuşmasına gelmiş. Güler Yücel’le saflarımızı bırakıp Cafe Bulvar’a giriyoruz. Orada başka arkadaşlar da var. Anımsadığım kadarıyla, Mustafa Kemal ve Tektaş Ağaoğlu, Kıvanç Ertop, Ela Güntekin,
Ümid Gurbanov üzerinden, “Karanlığın Sol Eli”, “Yer Deniz Üçlemesi”, “Mülksüzler” ve birçok kült romanın yazarı olan Ursula K. Le Guin’in, 2014 yılında Portland Community College adlı üniversitede yaptığı söyleşiden “Mülksüzler” romanını yazma sürecini anlatışına dair bir çeviri.

Samuel Beckett: Quad I+II (play for TV)

Orada büzüşmüş kalmışken, küçük tapınma yerimde, karanlıkta, kimsenin beni göremediği o yerde, yalvarmaya başladım, ona, görünmesi için, bana görünmesi için. Ne zamandır âdetim, alışkanlığım olmuştu bu benim. Ses çıkarmadan, zihinsel bir yakarış, ona, görünmesi için, bana görünmesi için. Gecenin köründe, yorgunluktan bitip tükeninceye kadar. Ya da, tabii, taa ki – “Bir karenin dört köşesi, dört