“Yazmak istiyorsanız, sizden başka kimse tarafından okunmayacak ve yayınlanmayacak dürüst bir günce tutmalısınız.” diye nasihatte bulunuyordu Madeleine L’Engle Yazar Adaylarına Tavsiyeler’de. W.H. Auden ise güncesini “tembelliği ve gözlem yeteneği yoksunluğunu disipline etme aracı” olarak tanımlamıştı.
İnanıyorum ki, günce tutmak bize kendimizle bir arada olmayı, kendi deneyimlerimize şahit olmayı ve içsel dünyamızı tam anlamıyla kucaklayabilmeyi öğretir. Günce tutmaya kendisini adamış biri olarak, daima sanatçıların, yazarların, bilim insanlarının ve diğer ünlü isimlerin güncelerini okumaya yönelik dayanılmaz bir arzu duydum. İçsel yaşamlarını ve yaratıcı çatışmalarını öğrenecek olmak son derece çarpıcı bir fikirdi. Ancak, elbette bu bilgi kimseler gelecek nesillerin merakı uğruna kâğıda yaklaştırmazlar kalemlerini.
Bu özel sanatın uygulayıcılarından birkaçının günceye ilişkin perspektifleri şu şekilde:
Anaïs Nin kayıtlı tarihin muhtemelen en istikrarlı günce yazarı. 11 yaşında günce tutmaya başlayan Anaïs Nin, 74 yaşında gözlerini hayata yumuncaya dek bu alışkanlığını sürdürdü. 1946 yılında Dartmouth’ta verdiği konferansta, güncenin yazı yazma sanatını öğrenmesinde ve yaratıcı eseri ortaya koyan tutkularıyla önceliklerini billurlaştırmadaki pahabiçilmez rolü üzerinde duruyordu:
Günce yazarken anıları nasıl canlı tutacağımı keşfettim.
Hayatım boyunca günce tutmak, yazmak için gerekli olan bazı temel unsurları fark etmemi sağladı.
Güncemle aramdaki ilişkiden söz ederken, basit bir şekilde günce tutmayı kast etmiyorum ya da başkalarına bunu yapmalarını önermiyorum; niyetim günce tutma alışkanlığından kazanılacak şeylerin diğer yazma biçimlerine de uyarlanabileceğini ifade etmek.
Bu kazanımlardan en önemlileri doğallık ve kendiliğindenliktir. Bu unsurlar – fark ettim ki – seçebilme özgürlüğümden yeşerdi: Günceme beni samimi bir şekilde ilgilendiren şeyleri, o anki en güçlü duygularımı yazdım ve bir coşkunlukla karşılaştım, bu coşku ise genelde resmi eserlerde kendini gösteren kuruluğu ortadan kaldıracak bir canlılık üretti. Doğaçlamalar, serbest çağrışımlar; ruh haline, nabza bağlılık; resimler, portreler, tanımlar, empresyonist skeçler ve dahası yaratıcılık için gerekli olan her türlü materyali sağlıyordu.
Günce tutmak onun içselliği dışsallığa, özeli evrensele çevirmeyi öğrenme yollarından biriydi:
Tüm bu şeylerle kurulan kişisel ilişkide – öznellik olarak küçümsenen – bireyselliğin, kişiliğin ve özgünlüğün çekirdeğini buldum. Öznelliğin çıkmaz bir sokak olduğu fikri, nesnelliğin hayatın daha büyük alanlarına eriştiği fikri kadar hatalıdır.
Derinden kurulan kişisel bir ilişki kişiseli genelin çok ötesine ulaştırır. Tekrar etmekte fayda var; bu, daha çok bir derinlik konusudur.
Günce Tutmanın Yaratıcı Faydaları’nda 37 yaşındaki Virginia Woolf günce tutmanın formel yazıya uygun olarak sansürlediğimiz aklımızın cevherine sınırsız erişim hakkı tanıdığını dile getirmektedir:
Deneyimlerime göre yazma alışkanlığı iyi bir pratiktir.
[…]
Bağ dokularını gevşetir.
Gözden kaçanlara ve hatalara aldırış etmez.Güncemi yeniden okuduktan ve yazdıklarımın gelişigüzelliğine duyduğum şaşkınlıktan sonra not etmeliyim ki günce tutmak ile yazı yazmak aynı şey değildir. Eğer bunları hızlı bir şekilde yazmasaydım, üzerlerinde bir durup düşünseydim, muhtemelen hiç de yazmamış olacaktım; bu metodun avantajı tereddüt etseydim muhtemelen yazmayacağım başıboş konuları şans eseri silip süpürmesi ve tozun altından elmasların ortaya çıkmasını sağlamasıdır.
24 yaşındaki Susan Sontag 1957 tarihli güncesinde, “Günce Tutmak” başlığı altında şöyle diyor:
Günceyi kişinin özel, gizli düşüncelerini saklayan bir hazne olarak algılamak – sağır, aptal ve yazmayı bilmeyen bir sırdaş- oldukça üstünkörü bir davranıştır. Diğer insanlara ifade edemediğim şeyleri, tuttuğum günceler ifade edebilmekten fazlasını yapmamı sağlıyor: Kendimi yaratıyorum. Günce benliğimi duyumsamama yarayan bir araç olmakla beni duygusal ve ruhsal olarak bağımsız bir birey haline getiriyor. Bundan dolayı basit bir ifadeyle günce, günlük yaşantımın bir kaydını tutmaktan ziyade, ona alternatifler sunuyor.
Genelde bir insana karşı davranışlarımızın anlamları ve o insana karşı aslında hissettiklerimiz hakkında güncelerimizde dile getirdiklerimiz arasında bir zıtlık söz konusu olur. Ancak bu demek değil ki güncelerde gösterdiğimiz sığ bir dürüstlüktür ve kendimize itiraf ettiklerimiz derin olandır. İtiraflar, samimi itiraflar demek istiyorum, davranışlardan daha sığ olabilirler. Mesela bugün okuduğum şeyi düşünüyorum, H’nin güncesinde benimle ilgili yazdığı şeyleri. (Sontag’in sevgilisi) O acımasız, merhametsiz, hiç de adil olmayan bir değerlendirmemi. Ayrıca beni hiç sevmediğini ancak ona olan tutkumun kabul edilebilir ve uygun olduğunu yazmış. Tanrı şahit ki bunları okuyunca canım acıdı ve öfkelendim.
Bundan birkaç yıl sonra Sontag, Albert Camus’un Not Defterleri üzerine yazdığı bir denemede tekrar aynı konuya değiniyor:
Elbette bir yazarın güncesi, standart bir günce anlayışı ile değerlendirilmemelidir. Bir yazarın not defterlerinin çok özel bir fonksiyonu vardır: Kendini, kendisine bir yazar olarak aksettirme sürecinde tane tane birikir. Tipik olarak yazarların not defterleri arzu sözcüğü ile dolup taşar: yazma arzusu, sevme arzusu, sevmeme arzusu, yaşama devam edebilme arzusu. Bu not defterlerinde yazar; algılayan, acı çeken, var olma savaşımı veren bir varlık olarak zuhur eder.
Tıpkı Nin gibi Sylvia Plath de günce tutmaya 11 yaşında başladı ve ölümünden sonra “Sylvia’nın Günceleri” adıyla düzenlenip yayınlanacak on cilt günce kaleme aldı. O güncesini, “formel” yazısını ısındırma aleti olarak görüyordu. Ancak güncelerinde öylesine kapana kıstıran bir bölüm vardır ki sendeleyen bir deha ile sendeleyen bir trajedi zaman ve mekana aldırış etmeden birbirleriyle buluşmaktadır. İntiharından 6 yıl önce, 1957 Şubat’ında şöyle yazıyor:
Cumartesi günü Ted ile birlikte aldığım Virginia Woolf’un kutsanmış günlüğünü şu an elimde tutuyorum. Harper’ın onu reddetmesinin verdiği acıyı mutfağı temizleyerek atmaya çalışıyormuş. (Büyük insanların bile reddedilebildiğine inanamıyorum!) Balık ve sosis kızartmış. Tanrı onu kutsasın. Hayatımın bir şekilde ona bağlı olduğunu hissediyorum. Onu seviyorum ama onun intiharı. 1953’ün kara yazında sanki onu taklit ediyordum. Ama ben boğulmadım. Zannediyorum ki daima aşırı hassas ve paranoyak olacağım. Ama aynı zamanda çok sağlıklıyım ve metanetliyim. Elma turtası mutluluğundayım. Ama önce yazmam gerek. Bu hafta boyunca hiçbir şey yazamamış olmaktan bıktım.
Günceleri yazarların eserlerini anlamada iyi bir kaynak olarak gören Woolf, muhtemelen konu üzerine en iyi nokta atışlarını yapan kişidir.
Ne kadar, diye sormalıyız kendimize, esinlenir bir kitap yazarın hayatından?
Yazarı doğru yorumlayabilmemizi sağlayacak kadar güvenilir midir? Yazarın içimizde yarattığı sempati ve antipatiye ne kadar direnmeli ya da ne kadar teslim olmalıyız? Hayatları ve mektupları okurken kafamızda beliren soru işaretleri bunlardır ve bu sorulara yalnızca kendimiz için cevap vermeliyiz. Zira başkalarının oldukça kişisel öncelikleriyle yönlenmekten daha ölümcül bir şey yoktur.
Maria Popova
Çev: Hande Karataş