Mozart‘ın ve Haydn‘ın bir öğrencisi olan Ludwig van Beethoven (1770–1827) tarihin en etkileyici ve sevilen bestecileri arasında yer alıyor. Kendimi ne zaman kötü hissetsem, 9. Senfonisini arka arkaya dinler dururum. Ruhu güzellik ile tepelere taşıma kabiliyetine sahip bir adamın zamanın en nefes kesici mektup yazarlarından biri olması hiç de şaşırtıcı değil.
Beethoven hiç evlenmedi, fakat 40’lı yaşların başında, mektuplarında “ölümsüz sevgili” olarak atıfta bulunduğu gizemli bir kadına derinden âşık oldu. Kadının gerçek kimliği kitapların konusu oldu ama tarihçiler şu an için o kadının Antonie Brentano -Frankfurtlu bir iş adamıyla evli olan Viyanalı bir aristokrat- olduğuna inanıyor.
Beethoven’ın bu ‘ölümsüz sevgiliye’ yazdığı ve ona hitap ederken Almanca ‘Sie’ (resmi, siz) yerine ‘du’ (sen, samimi) kullandığı bu mektuplar onun özel eşyaları arasında bulundu; yani bu mektuplar hiç gönderilmedi, bu onların ilişkilerinin yasak kılındığı ve asla beraber olamayacakları güzel ve trajik bir aşk hikâyesiydi.
Beethoven’ın mektupları Tarihin En Muhteşem Elli Aşk Mektubu adlı kitapta yer almakta.
5 Temmuz, 1812, Pazar günü kaleme alınan ilk mektupta Beethoven şöyle yazıyor:
Meleğim, benliğim… Neden böyle derin bir keder… İhtiyaçlar söz konusu olduğunda – aşkımız fedakârlık etmeden, birbirimizden bir şey beklemeden ayakta kalabilir mi? Senin tam anlamıyla bana ait olmadığın, benim tam anlamıyla sana ait olmadığım gerçeğini değiştirebilir misin?
– Ah tanrım, onun güzelliğindeki tabiata bir bak ve olması gerekene bırak yüreğini –
Aşk her şeyi talep eder, haklı olarak… Yakında görüşeceğimize hiç şüphe yok; ve bugün, son zamanlarda hayatım hakkında kafamda dolanan düşünceleri sana açacak kadar zamanım yok – eğer kalplerimiz daima bir bütün olsaydı, kesinlikle böyle şeyler düşünmezdim. Kalbim sana söylemek istediğim birçok şey ile dolup taşıyor – ah- bazen o konuşmanın noksan olacağını düşünüyorum – Neşelen- ve daima benim sadık biriciğim, benim ol ve ben de senin olayım.
Tanrılar kaderimizde yazanı gerçek kılsın
– senin sadık Ludwig’in.
O günün akşamı Beethoven sarhoş edici bir özlemle yanıp tutuşuyor:
Nasıl bir hayat bu!!! Şu an olduğu gibi!!! Sensiz – orada burada karşılaştığım iyi niyetlerle dolu bir hayat – hak etmeyi umduğum kadar hak ettiğim iyi niyet – bir insanın diğerine hürmeti- bana acı veriyor – ve kendimi evrenin tam ortasına yerleştirdiğimde, ben neyim ve o adam kim- bazılarının en büyük adamlarından biri diye adlandırdığı -ve buna rağmen- diğer yandan bu adamda ilahi bir element var…
Beni ne kadar seviyor olursan ol – benim sana olan aşkım daha fazla, ama kendini benden asla gizleme -iyi geceler-
Ulu tanrım- çok yakın!
Çok uzak!
Bizim aşkımız cennette bulunabilir ancak ve bunun da ötesinde cennetin gök kubbesine ilişiktir –
7 Temmuz sabahı özlemin yerini çaresizlik alıyor:
Yataktayken dahi seni düşünürken buluyorum kendimi, benim ölümsüz sevgilim, zaman zaman neşeyle, zaman zaman kederle kaderin duamızı duyup duymayacağını öğrenmek için bekliyorum… – seninle yaşayacağım ya da seni bir daha asla görmeyeceğim hayatla yüzleşmek için – Ah tanrım, neden bir kimse çok sevdiğinden ayrı olmak zorundadır?
Şu an V’deki (Viena) hayatım içler acısı…
Senin aşkın beni ölümlüler arasındaki en mutlu ve en mutsuzu kıldı.
Beethoven, yaşadığı bu çılgınlık selinin sona ermesiyle sevgilisini daha iyi olması için teşvik ediyor:
Sakin ol; ancak sakin kalarak birlikte yaşama amacımızı gerçekleştirebiliriz – sakin ol- beni sev- bugün- yarın- ne göz yaşartan bir özlem senin için bu – senin için – hayatım için- her şey için- bütün iyi dileklerim seninle- ah, beni sevmeye devam et- aşığının sahip olduğu bu yüreği yabana atma.
Daima senin,
daima benim,
daima bizim.
Maria Popova
Çeviri: Hande Karataş (tabutmag)