İnsan, demek istediğim herkes, öyle doğalcasına baştan çıkmış ki, evrensel onursuzluktan üzülmez de ussal bir düzenin yerleşmesinden üzülür.
Dünya son bulacak. Süredurmasının tek nedeni, var olduğundandır. Öyle çürük bir neden ki bu, tersini bildiren nedenler yanında lâfı bile edilemez. Özellikle de şunun: Bundan böyle dünyanın gök altında ne işi var? Ayrıca, varlığını nesnel olarak sürdürdü diyelim, adına ve tarihsel sözlüğe yakışır bir yaşayış olur mu bu?
Dünyamız Güney Amerika cumhuriyetlerinin çıkar yol nedir bilmeyen soytarı düzensizliğine sürüklenir demek istemiyorum; belki biz yabanıl bir yaşama döner ve uygarlığımızın otla kaplı yıkıntıları arasında, silâh elde, yiyeceğimizi aramaya gideriz. Hayır; bu yazgı ve bu serüvenler gene de ilk çağlara özgü belli bir yaşam atılımı gerektirirdi. Acımasızı tinsel yasaların yeni örneği ve yeni kurbanları olan bizler, yaşadığımızı sanırken yok olup gideceğiz.
Makineleşme bizi öylesine Amerikanlaştıracak, gelişme içimizdeki tinsel yanı öylesine köreltecek ki, ütopyacıların doğa karşıtlığı, saygısız ve kanlı düşleyimlerinden her biri, bunun somut sonuçları yanında hiç kalır. Düşünen her insanın bana yaşamdan ne kaldığını göstermesini isterim.
Dine gelince, ondan geriye kalanların neler olduğu üzerine kafa yormayı da, konuşmayı da yararsız buluyorum, ne de olsa Tanrı’yı yok saymak bu türlü konulardaki en büyük ayıptır.
İyelik en büyük oğula tanınan hakla bütün bütüne ortadan kalkmıştı, ama öyle bir zaman gelecek ki, insanlık, devrimlerin yasal kalıtçıları diye geçinenlerin elinden, son lokmalarını bir canavar gibi koparıp alacak. Ne var ki burada değil en büyük felâket.
Yüce kişiler eliyle, birtakım soylular eliyle yönetilmiş olursa belli bir övünce değer cumhuriyetler, devlet toplulukları tasarlayabilir insanoğlu. Ama siyasal örgütlenmelerle ya da evrensel gelişmeyle olmayacak evrensel yıkım, benim için adın önemi yok. İnsan yüreğinin yozlaşmasıyla gerçekleşecek.
Bilmem söylemeye gerek var mı? Siyasa adamlarından kalan son döküntüler genel hayvansallığın kıskacında güçlükle debelenip duracak, yöneticilerse ayakta kalabilmek ve bir düzen hayaleti yaratmak için günümüz insanının, bu yüreği taş kesilmiş insanın bile tüylerini diken diken edecek yollara başvuracaklar.
– Derken oğul, on sekizindeyken değil daha on ikisinde, erken gelişmiş oburluğuyla özgür, baba ocağından kaçacak; kahramanca serüvenler ardına düşmek için değil, bir kuledeki tutsak güzeli kurtarmak için değil, bir kulübeyi yüce düşüncelerle ölümsüz kılmak için değil, tam tersine, bir iş kurup zengin olmak ve boş inançları desteklediğinden zamanın Siecle’i gibi karşılanacak ve çevresine ışık yayacak bir gazetenin kurucusu ve paydaşı alçak babasıyla boş ölçüşmek için kaçacak.
Ardından aylak takımı, üç beş erkeği birden idare eden, kötülük gibi mantıksal varlıklarında rastlantının ışığı parıldayan hoppalık nedeniyle ve buna teşekkür olarak kendilerine melek denilen düşkün kadınlar. Ardından onlar işte, diyorum, acımasız bir iffet örneği kesilecekler artık, her şeyi paradan başka her şeyi, duygu sapıklıklarını bile yerin dibine batıran birer iffet örneği! Plutus tutkusu olmayan her şey gülüncün gülüncü olacak. Tüze (hukuk), o mutlu çağda tüze diye bir şey kalırsa, para kazanmayı bilmeyen yurttaşları yurttaşlıktan atacak – karın, hey gidi kentsoylu! Varlığının o temiz yarısı, senin için yasallığı şiir gibi bir şey olan karın, artık bu yasallığa tam bir kepazelik sokarak, senin para kasanın sevdalı ve uyanık bekçisi kesilip, kapatma kadına en yetkin örnek olacak.
Kızın, çocuksu ergenlikle, bir milyona satıldığını hayal edecek beşiğinde. Ve sen, hey gidi kentsoylu, -bugün ozan değilsin ya yarın hiç mi hiç olamazsın, – söyleyecek söz bulamayacaksın buna. Hiçbir şeyden üzülmeyeceksin. Çünkü, insanda öyle nitelikler vardır ki, başka niteliklerin azalıp erimesi oranında büyüyüp gelişir, işte, o çağlardaki gelişmenin yardımıyla, bağırsaklarından başka bir şey kalmayacak içinde!
Belki çok yakındır o zamanlar, belki de yaşadığımız ortamı beğenmemize tek engel ruh yapımızdaki kabalık değilse, gelmiştir bile!
Ara sıra kendinde bir peygamberin gülünçlüğünü duyan bana gelince, biliyorum bu derde hiç bir hekimin derman bulamayacağını. Bu pis dünyada yolunu yitirmiş, kalabalıklarca itilip kakılmış, yorgun bir adamım ben; gözümün geride, geçmiş derin yıllara baktığında gördüğü yalnız yanılsama ve üzüntü, ileride gördüğüyse bir fırtına yalnız, içinde hiç bir şey bulunmayan, ne ders ne acı.
İşte bu adam felekten bir iki zevk saati çalınca, kendini sindirimin rahatlığına bırakıp, geçmişi elinden geldiğince unutup, halinden memnun ve geleceğe boynu eğik, soğukkanlılığıyla dandiciliğinden esrik, yoldan geçenlerden daha düşkün olmadığı için gururlu, sigarasının dumanına dalarak diyor ki: Nereye varırsa varsın bu öngörüler, bana ne?
Meslekten olanların çerez dedikleri türden bir şey ortaya çıkardım sanıyorum bu satırlarla. Olsun, gene bırakacağım bu sayfaları, öfkemi tarihlendirmek istiyorum çünkü.
Baudelaire – Apaçık Yüreğim (Özel Günceler),
Çeviren: Sait Maden, Sayfa: 42, 43, 44