Alışkanlığın ölümüne örnek diye çözümlenen o ilk Balbec ziyaretinde olduğu gibi, otele bu gelişinde de bitkin ve hastadır. Ama şimdi ejderha uysallaştırılmıştır ve mağarada bir odadır. Alışkanlık yeniden örgütlenmiş, yeni bir yapı kazanmıştır – Proust’un, “bir göz kapağının tersine çevrilmesinden daha uzun ve daha zor [bir süreç ki] çevremizin ürkütücü ruhuna bizim kendi tanıdık ruhumuzun benimsetilmesidir” sözleriyle betimlediği bir işlem. Botlarının bağını çözmek için eğilir, dikkatle, kalbini yormamaya çalışarak. Birdenbire, tanrısal bir tanıdık mevcudiyetle dolar içi. İşte yine aynı şey oluyor, birkaç yıl önce benzer bir yorgunluk ve çaresizlik anında şefkatiyle ona bir anlık huzur getiren varlık onu bir kez daha canlandırıp kendine kavuşturuyordur; anneannesidir bu, o zamanki haliyle anneannesi, Champs-Elysdes’de kriz geçirdiği günden, onda adından başka kendine ait bir şey bırakmayan ve böylece ölümünü de anlatıcı için bir yabancının ölümü kadar anlamsız kılan o uğursuz kriz gününden önceki haliyle anneannesi.
Şimdi, gömülüşünden bir yıl sonra, irade-dışı belleğin gizemli etkisi sayesinde, onun ölmüş olduğunu öğreniyordur. Zamanın herhangi bir noktasında, bütünsel ruhumuz, zengin bilançosuna karşın, sadece kurgusal bir değer taşır. Aktifleri, hiçbir zaman tam olarak gerçekleştirilemez. Ama bu eğilmenin anlatıcıya iade ettiği şey, anneannesinin yitik gerçekliği değildir sadece: Kendi yitik gerçekliğini, yitik benliğinin gerçekliğini de geri almıştır. Sanki Zaman’ın şeklini sonsuz bir paraleller dizisiyle temsil etmek mümkünmüşçesine, yaşamı da bir makas hareketiyle bir başka raya aktarılmakta ve geçmişinin o uzak anından, anneannesinin onu çaresizliğinden kurtarmak için üzerine eğildiği o uzak andan başlayarak, herhangi bir sonuca bağlanmayan bir kesintisizlik içinde, öylece ilerlemektedir. Ve o uzun kesinti dönemini işaretleyen olayları, son birkaç saatin olaylarını, zihninde canlandırmaktan acizdir – tıpkı o kesinti süresinde, günlerinin duvar halısında anneannesini ve ona duyduğu sevgiyi temsil eden panodan da amansızca yoksun kalışı gibi. Ama geçmiş bir yaşamın böyle yeniden başlaması, zalim bir tarih hatasıyla zehirlenir: Anneannesi ölmüştür. Ölümünden beri, Champs-Elysdes’den beri ilk kez, onu canlı ve tam olarak, Combray’de, Paris’te ve Balbec’te olduğu haliyle geri almıştır. Ölümünden beri ilk kez onun öldüğünü biliyor, kimin ölmüş olduğunu biliyordur. Öldüğünü ve artık her türlü şefkatten aciz olduğunu kabullenebilmesi için, onu canlı ve şefkatli haliyle geri alması gerekmiştir. Mevcudiyetle onulmaz silinme arasındaki bu çelişki katlanılmazdır. Ortak kaderlerinin anısı -deneyimi-, böyle durumlarda kaderden söz etmenin bir çılgınlık olduğunun kesinliğiyle, anneannesinin rastlantı sonucu tanışılmış biri ve onunla geçirilen birkaç yılın da bir kaza olduğunun, tanışmalarından önce kendisinin ona hiçbir şey ifade etmediğinin ve dolayısıyla ayrılıktan sonra da hiçbir şey ifade etmeyeceğinin kesin bilgisiyle geriye dönük bir yıkıma uğruyordur. Ama hepsi bu kadar da değil: “Sağ kalma ve yok olmanın bu gamlı bireşimini” de anlayamamaktadır. Şöyle yazar: “Bu ağrılı ve şimdilik anlaşılmaz izlenimden herhangi bir hakikatin doğup doğmayacağını bilmiyordum . Ama bir gün dünyadan belli bir hakikat çıkarmayı başaracak olursam eğer, bunun ancak böyle bir izlenimden geleceğini biliyordum, başka hiçbirinden değil: aynı anda hem tikel hem kendiliğinden, ne zekâmın şekillendirdiği ne de cesaretsizliğimin yumuşattığı bir izlenim ki, içimdeki çifte ve gizemli oyuğu, yıldırım düşmüş gibi, Ölümün kendisinin ya da apansız açığa çıkışının gayri insani ve doğaüstü bıçağıyla açılmış olacak.” Ama istenç, yaşama istenci, acı çekmeme istenci, geçirdiği anlık felci atlatmış olan Alışkanlık, daha şimdiden kendi habis ve zorunlu yapısının temellerini atmıştır ve anneannesinin hayali de solmaya, hiçbir kasıtlı anımsamanın veremeyeceği ya da geri getiremeyeceği o mucizevi kesinlik ve berraklığı yitirmeye başlar. Sonra, çaresizliğinin sendeleyen ifadesini bir müzik aleti gibi aktarmış olan o duvarın görüntüsü, anneannesinin hayalini yine geri getirir bir an için; birkaç gün sonra, tren kompartmanında bir perdenin çekilmesiyle bu geri alma işlemi bir kez daha gerçekleşir ve bu kez anneannesinin anısı o kadar canlı ve acıtıcıdır ki, Mme. Verdurin’e ziyaretinden vazgeçip trenden inmek zorunda kalır. Ama bu yeni parlaklığın, bu canlanmış ve yoğunlaşmış eski parlaklığın son kez solması için önce acıma ve pişmanlığın Golgothasından geçmek şarttır. Ölmüş olan birine uygulanmış olan zalimliklerin ısrarlı anısı bir kırbaçlanmadır, çünkü ölüler ancak sağ kalanın kalbinde yaşamaya devam ettikleri ölçüde ölüdürler. Ve başka birinin ıstırabı karşısında duyulan acıma da, acı çekenin bilinçli değerlendirmesine oranla çok daha zalim ve kesin bir ifadesidir o ıstırabın, çünkü acı çeken hiç değilse bir yeisten muaftır: Seyircinin duyduğu yeis. Anlatıcı Balbec’te ilk kalışında geçen bir olayı, anneannesini havai ve gösterişçi bir yaşlı kadın olarak görmesine yol açmış bir olayı anımsar.
Saint-Loup’dan kendi fotoğrafını çekmesini istemişti ısrarla, böylece sevgili torununda anneannesinin son günlerine ait bir kayıt kalacaktı; bunu ısrarla istemişti, çünkü son zamanlarda bir yaylım ateşi gibi gelen baygınlık ve krizler ölümü en azından yaklaşan bir olay olarak açıkça görmesini sağlamıştı. Ve fotoğrafın bir hastalığın değil de bir anneannenin fotoğrafı olmasını istediği için, aşırı bir özenle iyi poz vermeye ve şapkasının eğimini ayarlamaya çabalamıştı. Anlatıcı da bütün bu tedbirleri koketliğin beyhudelikleri olarak tercüme etmişti. Bu yüzden, Miranda’dan farklı olarak, acı çektiğini görmediği insanla birlikte acı çekiyordur şimdi: Giotto’nun doğum yapmakta olan hayırsever aşçısına hiç aldırmadığı ve yaşayabilecek olanın yenilebilecek olana vahşice dönüştürülmesinden zerrece etkilenmediği halde Çin’de bir deprem olduğunu duyduğunda gözyaşlarını tutamayan Françoise kadar kendisi için de acı ancak belli bir uzaklıktan açıkça seçilebilirmiş gibi sanki.
Samuel Beckett
Proust
Metis Eleştiri
Çeviren: Orhan Koçak