Yitik Zaman’ın en ünlü epizodu: Marcel bir gün çayına kurabiye batırır ve ıslanmış kurabiyenin kokusu bütün bir yitik zamanın anımsanmasını, geri alınmasını sağlar, istençdışı belleğin Proust’udur bu, Bergson felsefesinin edebiyattaki uzantısı sayılan Proust. Doluluğun, varlığın, huzursuz da olsa huzurun, sürekliliğin Proust’u: Kendisi ne derse desin, aslında “yekpare, geniş bir ânın parçalanmaz akışında” yüzmekte olduğuna ikna edilmek istenen bir Proust. Bu Proust, uzun sürmüştür. Belli bir işe yaradığı için belki de.
Proust, Bergson’u seviyordu. “Bergson’u okuman ve kendini ona yakın hissetmen beni çok memnun etti,” diye yazmıştır bir arkadaşına, “Sanki aynı yüksek tepenin üzerinde birlikte duruyor gibiyiz… Ona ne kadar hayran olduğumu sana söylemiştim, bana her zaman ne kadar iyi davrandığını da.” 1
Ama Bergson, felsefesine rağmen yanılmayan sezgisiyle, bu hayranlığa tam karşılık veremeyeceğini görmüştü. Proust’un mektubunu aktaran Maurois, şunu da belirtiyor: “Bergson, ömrünün sonuna doğru, Floris Delattre’a şöyle demişti: Ruhu yüceltmeyen ve güçlendirmeyen bir sanata gerçekten büyük sanat denilemez ve Yitik Zamanın İzinde’nin yaptığı da hiç kuşkusuz bu değildir.” Gerçek şu ki Proust da Bergson’u zor durumda bırakmayacak kadar nazikti. Yukarda değindiğim söyleşiden bir bölüm:
Yapıt ilerledikçe sadece aynı karakterler tıpkı Balzac’ın bazı dizilerinde olduğu gibi farklı görünümlerle ortaya çıkmakla kalmayacak, tek bir karakterdeki bazı derin, neredeyse bilinçdışı izlenimler de yeni görünümler altında belirecek. Bu açıdan, kitabım belki de “Bilinçdışının Romanları” gibi bir dizi yaratma çabası olacaktır, “Bergsoncu romanlar” demekten de hiç utanç duymazdım, eğer inansaydım buna, çünkü her çağda edebiyat kendini o günün geçerli felsefesine bağlamaya çalışır – şüphesiz post hoc biçimde, yani “olaydan sonra”. Ama bu tam doğru olmazdı, çünkü benim yapıtım istençdışı bellek ile istençli bellek arasındaki farkın egemenliği altındadır; oysa Mösyö Bergson’un felsefesinde bu fark sadece hiç ortaya çıkmamakla kalmaz, o felsefe ile arasında bir çelişki bile vardır. 2
Yayımlanmamış bir notunda da şu cümleler yer alıyor:
Bu noktada seçkin bir filozoftan, büyük Bergson’dan farklı düştüğümü üzülerek görüyorum. Onunla anlaşamadığım pek çok konudan sadece birine değineyim. Mösyö Bergson bilincin bedenden taştığını ve onun ötesine geçtiğini öne sürüyor. Bellek ya da felsefî düşünce söz konusu olduğunda bu elbette böyledir, Ama Mösyö Bergson’un kastettiği bu değil. Ona göre, tinsel öğe, fiziksel beyinle sınırlı olmadığı için, ondan sonra da yaşayabilir ve yaşamak zorundadır. Ne var ki herhangi bir beyin travmasının sonucunda bilinç de zayıflar, dumura uğrar. Sırf bayılmak bile bilinci ilga etmek demektir. Şu halde bedenin ölümünden sonra da bilincin sürüp gideceğine nasıl olur da inanılabilir? 3
Bu gençlik notunda öne sürülen itirazı Bergson ya da ondan sonra gelenler kolayca çürütebilirlerdi herhalde – baygınlık sonucu “ilga olan” içkin bilinçle bedenden sonra da sürüp giden aşkın tin’in aynı şey olmadığını (“aynı düzlemde yer almadığını”) belirtmek bile Proust’u durdurmaya yeterdi. Ama burada önemli olan, Proust’un amatör materyalizminden çok, bu materyalizmin kaybolan, silinen, ve geri alınamayacak olan şeylere karşı keskin bir duyarlığa yol açmış olmasıdır. Ya da zaten bu duyarlığın ifadesi olması. Beckett de Proust’un bu negatif yanını öne çıkaracaktır: “Bu noktada küçük bir münasebetsizliğe yer var. Tıpkı Suç ve Ceza’nın ne suçtan ne de cezadan söz eden bir başyapıt olması gibi, Yeniden Bulunmuş Zaman’ın Proust’gil çözümün çok uygun bir örneği olmadığını söylemek mümkündür. Zaman geri alınmaz, ortadan kaldırılır.” Beckett’in bu metni yazdığı tarihten yaklaşık elli yıl sonra, eleştirmen Leo Bersani de, Beckett’in adını hiç anmadan, Proust’un asıl kuvvetli yapıtını Yitik Zaman’ın ilk birkaç cildinde ortaya koymuş olduğunu, son ciltte vurgulanan telafi ve geri kazanma motiflerinin de adı üstünde sadece bir telafi çabası olduğunu belirtecektir.
1 Andre Maurois, The Questfor Proust, Peregrine: Harmondsworth 1962, s. 61.
2 Marcel Proust, Against Sainte-Beuve and Other Essays, Penguin: Londra, 1994, s. 235.
3 A. Maurois, a.g.y., s. 18. Maurois, bu itirazı kaydettikten sonra bile Proust’tan “Bergson’un bu tilmizi” diye söz etmektedir.