Edgar Allan Poe, Edgar Poe adıyla 19 Ocak 1809’da hayata gözlerini açtı. Elizabeth Arnold Poe ve David Poe çiftinin ikinci çocuğuydu. Poe’nun ebeveynlerinin her ikisi de birer tiyatro oyuncusuydu. Poe’nun doğumundan çok kısa bir süre sonra, 1810 yılında, babası David Poe karısını ve çocuklarını arkasında bırakarak uzaklara gitti. Annesi Elizabeth Poe’nun 8 Aralık 1811’de hayatını kaybetmesiyle Edgar, daha üçüncü yaşını doldurmadan yetim kalmıştı. Annesinin ölümünden sonra, çocuksuz çift, John and Frances Allan, Edgar’a; büyük anne ve babası, erkek kardeşi William Henry’e ve kız kardeşi Rosalie’ye ise başka bir çift sahip çıktı. Allan son derece kuralcı ve müsamahasız bir tütün satıcısı; Frances ise hoşgörülü bir ev kadınıydı. Edgar, Allan’ın desteğiyle özel okullarda Latince, edebiyat ve hitabet eğitimi aldı. Ne var ki, tahsiline karşın toplumun yüksek sınıfına mensup şahıslar tarafından daima küçümsendi. Belki de bunun nedeni, Edgar’ın, Allan ailesi tarafından yasal olarak evlat edinilmemiş olmasıydı. Diğer yandan eski bir aktörün çocuğu olması, o dönemde Richmond sosyetesine uyum sağlayamamış olmasının nedenleri arasında yer alabilir.
Edgar Allan Poe 7 Ekim, 1849’da, Baltimore’da hayata gözlerini yumdu. Ölüm nedeni bugün hala bilinmemektedir. O, gizem adamı olarak yaşamış ve gizem adamı olarak ölmüştür; hayatı, tıpkı dünkü gibi bugün de aralanamayan bir sır perdesidir.
“Bir insan ve bir sanatçı olarak Poe’nun gizemi biyografi yazarlarını daima cezbetmiştir” (Ljungguist 591) Büyük olasılıkla bunun nedeni; hayatı, iktisadi problemlerle, insanların düşmanlığı ve küçümsemeleriyle, kâbus ve halüsinasyonlarla tecrübe etmiş olmasıydı ve tüm bu yaşadıkları sayesinde, bugün, Edgar Allan Poe Amerika’nın en büyük şairlerinden ve öykü yazarlarından biri sayılmaktadır. “Hüsran ve başarısızlıklarla dolu kişisel hayatı, onun sanatsal yeteneğini ortaya çıkardı” (591+)
Bir okur ve eleştirmen olan William Carlos Williams, Poe’nun edebi bir yapı ve metot anlayışı geliştirdiğini iddia ediyor: “Onun kusursuzluğunu zirveye taşıyan; yaygın kullanımın yapışkanlığından yeni bir metot çıkarabilme çabasıydı” (221) Aslına bakılırsa, Edgar Allan Poe zamanından çok daha evvel doğmuştu!
Çok küçük yaşta annesini kaybetmiş olması kuşkusuz Poe’yu etkilemişti: “Fısıldaşan melekler bile / keşfedemez sevdanın yakıcı deyimlerinde / anne gibi adanmışlığı” (Anneme Şiiri) Timur isimli şiirinde ise, bu kez yalnızca annesine değil, babasına da sesleniyordu. Babasından ziyade, annesine daha çok sevgi ve saygı duyuyordu.
Timur’da annesinden oldukça nazik ve büyük bir seviyle söz eder Poe: “Ah, O aşkların hepsine layıktı! Aşk ki –çocukken benim olan” (Timur).
1831 yılında Poe, halası Maria Clemm ile yaşamak için Baltimore’a gitti. Orada, Maria’nın kızı Virginia Clemm’e âşık oldu ve Virginia henüz on dördünde bile değilken evlendiler. Bundan on yıl sonra, Virginia tüberkülozdan hayatını kaybetti. Poe, eşini çok seviyordu ve onun ölümüyle birlikte, dünyası alt üst olmuştu. ‘Kuzgun’ isimli şiirinde, ana karakter, Lenore’un ölümünün ardından yas tutarken, bir kuzgun onu ziyarete gelmektedir. Poe’nun kuzgun metaforunu kullanmasının nedeni, kuzgunun leş yiyen, ölümü simgeleyen bir hayvan olmasıdır. “Aptal,” dedim, “dön hayata; Tanrın sana acımış da/meleklerini yollamış kurtul diye Lenore’un anısından (Kuzgun)
Lenore’un, Poe’nun merhum karısı Virginia’nın simgesi olduğu farz edilmektedir. Poe karısının ölümünü asla unutmak istememiştir. “Dağıtma yalnızlığımı! Bırak beni, git kapımdan! Yüreğimden çek gaganı, çıkar artık, git kapımdan!” (Kuzgun)
Annem’e isimli şiirinde Poe, annesinin Virginia’ya cennette göz kulak olduğundan, keza Virginia’ya da bir anne olduğundan bahsetmektedir. Karısının ölümü ve ardından tuttuğu yaz, Poe’nun yazılarında kendini ele vermektedir. Hayatının bu döneminde çok yalnızdır ve karısı Virginia’ya duyduğu özlem günden güne artmaktadır.
“Dünyevi yoluma biriken/ en ağır başlı tasa ve kederlerin ortasında, (Efkarlı yol, vah! Burada tek bir gül bile büyümez!) (Giden’e Şiiri)
Sevdiği iki kadını da kaybettiğinden, ölüm zaman zaman onu korkutan habis bir şeye dönüşmektedir. Yine de ölümü daima habis bir şey olarak yorumlamamıştır. Timur’da ölümün hayatın bir parçası olduğundan ve ölme fikriyle mutlu olduğundan söz etmektedir.
‘Baba, tüm samimiyetimle inanıyorum- biliyorum- ölümün benim için geldiğine’ (Timur)
Poe’nun eserleri yıllar boyunca övgüye mazhar olduğu gibi eleştiri ile de karşılaşmıştır. Poe’nun yaşamını ve yazılarını analiz eden çoğu profesyonel, Poe’nun yazılarının neredeyse tamamının kendi hayatının bir yansıması olduğunu düşünmektedir.
Bir eleştirmen diyor ki: “Poe’nun ölüm sorunsalına duyduğu sempati öyle aşikârdır ki çağdaş eleştirinin konu hakkındaki ketumluğu oldukça anlaşılmaz görünmekte” (Kennedy 3) Birçok eleştirmen Poe’nun kasvetli öznelere olan düşkünlüğünü, travmatik olaylar yaşamasına bağlamaktadır. Günümüz eleştirmenlerin çoğu ise, -Poe her ne kadar yazılarında alışılmadık perspektifler sunsa da- o dönemde ölümün kaçınılmaz bir şölen olarak algılandığını -kolaylıkla kabul edilebilir olmasa da, esasında büyüleyici bir konu olduğunu- görmezden gelmek gibi bir hataya düşmektedir. (17) Kennedy ‘Bohner’ isimli kitabında ayrıca şöyle söylemektedir: “Yaşamı; ilginç bir şekilde, kişinin iradesinden şüphe ettirecek derecede büyük ruhsal ve bedensel varlığı savaşımıyla açıklanan başka biri ne gördüm ne de okudum ki bu, sık sık kurgusal metinlerin konusu olmuştur.
Poe’nunkiler ise aşağılık arzular ile baştan çıkarılmış ve dehanın zengin anlayışlarıyla baş tacı edilmiştir.” (197) Poe, kâğıt üzerinde daima yanlış anlaşılmış; yalnız, izbe bir adam olarak algılanmıştı. Fakat doğrusu, ruhunun derinliklerinde sevilmek için çılgınca yanan bir ateşin olduğuydu.
Edgar Allan Poe’nun belirli bir yazma biçimi vardır. Edebiyat dünyasına kattığı nefaset benimki de dâhil olmak üzere pek çok kişinin kalbine işlemiştir. Poe’nun öyküleri 1830’da ilk kez yayınlanmaya başladığından beri okurlarda, Poe’nun mizacına ve o öyküleri yaratan dehaya karşı büyük bir merak uyanmıştır. Eleştirmenler bugün hala; Poe’nun tıpkı korku öykülerinin başkarakterleri gibi kaçık ya da uğursuz mu; yoksa dedektiflik ve gizemli öykülerinin baş karakterleri gibi analitik ve psişik olup olmadığına dair bir kesinlik getirememektedir. Popüler görüşlerin aksine, Edgar Allan Poe her ne kadar depresyon ve anksiyete periyodları esnasında eğilimi olmuşsa da asla bir alkol ya da uyuşturucu bağımlısı olmamıştır. Poe oldukça kompleks bir karakterdir ve duygusal istikrarsızlıkları ve bağımlılıkları ile boğuşurken dahi, kuralcı sanatsal iradesini ve entelektüel sezisini kullanma yeteneğine sahiptir.
Poe’nun edebiyatla uğraşıyor olması sorunlarıyla büyük ölçüde başa çıkmasını ve edebiyatta yeni bir alan yaratmasını sağlamıştır. Doğaüstücülüğe, intikama ve sapkınlığa duyduğu büyük merak, onları defin motifleri haline getirmiştir. Doğaüstücülük açıklanamayan fenomenleri ifade etmektedir ve Poe en çok da bu kavramın gizemleriyle sarsılmıştır ve bu etki yazılarındaki esrarlı atmosferi ve korku yükselimlerini ortaya çıkarmıştır. Poe için, ölüm kendi içinde dahi bir gizemdir. ‘Kara Kedi’ isimli şiirinde Poe, doğaüstücülük görüşlerini resmeder. Bu öykü, okuru yalnızca bir korku kapanına düşürmekle kalmaz aynı zamanda öykünün yazarının akıl sağlığı hakkında endişelendirmeye de yönlendirir. Poe’nun edebi çalışmalarının çoğunluğu, tıpkı Kara Kedi’de olduğu gibi kötülüğün kaynağı ile iç içedir. Okuru farklı bir biliş seviyesine çekme umuduyla sapkınlık unsurlarını kullanarak okurları şaşırtıp onlarda iğreti uyandırır. Bazı edebiyat eleştirmenleri onu gerçek bir psikopat ve sosyopat olarak nitelendirmiştir. Oysa ki ben onların bu hükmünü asılsız bulmaktayım. Poe’nun sorunları olduğu bir gerçekti; fakat yazdıkları yalnızca bir dehanın ürünüydü! Poe, bu dünyaya bir yüzyıl kadar erken gelmişti. Hayatı boyunca daima yanlış anlaşıldı. Özlemini duyduğu şey sadece sevilmek iken ve iki kez tatmin edilen bu özlem, annesi ve Virginia’nın ölümüyle kendisinden sökülüp alındı. Açıkça görünüyor ki bu talihsizlikler Poe üzerinde öyle derin bir etti yarattı ki davranışlarının mizacına anlaşılır biçimde uygun düşen yalnızlık istidadı, çaresizlik ve delibozuk tonlar yazılarında hakim süren hava olarak yer buldu.
Poe’nun yazılarının kendine has özelliği, yalnızlığı işleyen huzursuzluk verici görüntüleri ve duyguları çağrıştırmasıdır. Her kısa öyküsü ve şiirlerinde kendisine ayna tutacak bir karakter yaratma yeteneğine sahiptir. Hayatı boyunca kendisine bir veba gibi sarılan keder, yazılarının iskeletini oluşturmaktadır. Poe böyle bir motivasyon kaynağı olmadan da aynı şekilde güzel eserler ortaya çıkarabilirdi fakat hayatın bedbaht yansımasını en iyi şekilde ortaya koyacak bakış açısına sahip olamazdı – ki bugün, keder sayesinde arkasında kendisini asla unutturmayacak bir fotografik görüntü bırakmıştır!
Poe’nun bağımsız ve alışılmadık tarzı ona doğaüstücülüğü, sapkınlığı ve cezalandırmayı çalışmalarına işleyebilme olanağı sunmuştur. Olağandışı nesneler seçerek, hem okurun hem de kendisinin merakını canlı tutabilmiştir. Okunması güç, rahatsız edici ve tiksindiricidir. Poe’nun ürünlerinden birçoğunun açıkça kendi hayatına ve sorunlarıyla nasıl başa çıktığına ilişkin bağlantıları vardır. Tıpkı Poe gibi, bir insanın hayatında büyük sorunlarının olması, onun yaratıcı ruhunun örülmesine ve takdire şayan işler ortaya koymasına neden olabilir.
Vincent Buranelli’ye Edgar Allan Poe’ya şöyle bir açıklama getirmektedir: “Poe sık sık, kusursuz bir sanat becerisi, dengesizlikleri ve anormallikleriyle yazan yetenekli bir psikopat olarak tanımlansa da, onun üstünlüğü, sanatın bir konusu olmaktan çok daha öte bir yerde duruyor. Kendisiyle aynı türde yazan Amerikalıların aksine, onun dehşetengiz yazılarında şiddet içeren bir gerçekçilik vardır” (17) Bana soracak olursanız, Harold Bloom şunları söylediğinde, Poe’yu en iyi özetleyen eleştirmen ünvanını almaya hak kazanmıştır: “Poe’nun, titizlikle kurduğumuz hayatlarımızın altında pusuya yatan kâbuslarımızı ve histerilerimizi ele veren esrarengiz bir yeteneği vardır” (7)
Linda Mambo (Çev: Hande Karataş)
tabutmag 2. sayı