Marjinal var oluşumuzda; sürekli dinleme eğilimi gösterdiğimiz o büyük gariplikten, içimizdeki sesten başka ne vardır?
Eğer şanslıysanız hayatınızda birkaç kez, yazılarında eve dönme hissi gibi bir his, manevi bir kucaklaşma hissettiğiniz bir yazara denk gelmişsinizdir. Bana göre, bu türden bir hissi yaratabilecek olan az miktarda yazar vardır – Virginia Woolf, Ursula K. Le Guin, Italo Calvino, Susan Sontag, Rebecca Solnit, Dani Shapiro, Anne Lamott, E.B White ve Mary Ruefle gibi.
Bu eve dönüş hissini tam olarak ortaya çıkaran şeyi bizlere ileten kelimeleri ve ritimleri bulabilen yazarlarla karşılaşmak iftihar etme sebebidir – çünkü bu kitap okumanın insan ruhuna ne yaptığını bizlere söylerler. Ruefle, 2003 yılında yayınlanan “Someone Reading a Book is a Sign of Order in the World” (“Kitap Okuyan bir İnsan Dünyadaki Düzenin İşaretidir”) adlı eserinde de bu etkiyi sağlıyor – bu eseri de Madness, Rack, and Honey: Collected Lectures (Delilik, Eziyet ve Bal: Toplu Dersler) isimli kitapta bulunuyor.
Üretken bir şair ve hırslı bir okur olarak tahminen 2,400 kitap okumuş olan Ruefle, “Zorlayıcı bir aktivite olan kitap okuma eyleminin yansıtılmış tutkusu” üzerine şunları düşünüyor:
İnsanlar kitap okurken onları genelde çok yakından izlemeyiz, buna karşın içerisinde bir çeşit erotizmin var olduğu, kitap okuyan kadınların birçok meşhur tabloları vardır, tıpkı emziren kadın tabloları gibi. Bu da, kitaplar tarafından emzirilen okuyucular anlamına gelmektedir. Sonra da okuyucuyu, göğsünün üzerinde açık bir kitap ile uyuyor olarak düşünürüm.
[…]Hepimiz birer soruyuz ve bunun en iyi cevabı da sevgi gibi görünüyor – bazı şeyler arasında bir bağlantı. Bu gizli bilgi parçacığı her gün iyi kitap okuyucularının kulaklarına fısıldanıyor fakat sürekli olarak bir halının altına itilip unutulmuşa benziyor.
Bir hikâyesinde Ruefle, kitap okumanın, insan zihninin bir özelliği olan mucizevi simya ilişkisinin ateşlemesinin nasıl olduğunu açıklıyor. “Sayfa 248″de bulunan W.G Sebald’ın The Rings of Saturn (Satürn’ün Halkaları) isimli, İngiliz bir çiftçiyle yaptığı röportajı hatırlıyor. Röportajda çiftçi, Sebald’a şöyle diyor: “Daima ördekler beslerdim, çocukken bile ve onların tüylerinin rengi, özellikle koyu yeşil ve kar beyazı olanlar, bana zihnimdeki soruların tek mümkün cevapları gibi gelirdi.”
Ruefle bunu “söylenmesi garip bir şey” olarak görmüştü fakat bir şey yapmadı ve bunu Sebald’ın kitabına “uzun bir gariplik yürüyüşü” olarak atfetmişti. Fakat birkaç saat sonra sözlüğü incelerken ve (hikâyede geçen) speculum (madeni ayna) kelimesinin farklı anlamlarını okurken bir şok eşliğinde metni hatırladı. Çünkü bu anlamlar arasında şunlar da vardı; “bütün bilgilerin ortaçağa özgü incelenmesi” ve “çoğu ördeğin ve diğer bazı kuşların ikinci kanatlarındaki renk yaması”.
Ruefle kelimelerin ve dünyaların şans eseri keşfedilen uyumuna değiniyor:
Sebald tüm bilgilerin incelenmesi ile ördeklerin tüylerinin aynı anlama geldiğini biliyor muydu? Abrams da biliyor muydu? Yoksa bu ördek hikâyesi yalnızca beni mi şaşırttı? Sandalyeme oturdum ve sarsıldım. Bir uzman değilim fakat hayalperest okuyucular için bomba etkisi yaratan keşiflere sebep olan kitaplar arası bağlantılar var olabilir.
Sonra, yalnızca bir cümle sonra Alain de Botton’ın kitap okumanın değeri üzerine son düşüncelerine çarpıcı bir şekilde benzeyen bir paragrafa denk geldim. Önce Ruefle şöyle diyor:
Bir anlamda, kitap okumak büyük bir vakit kaybı değildir. Diğer bir anlamda, o zamana yapılan bir ilavedir, bir insanın tek bir yaşam içerisinde binbir hayat yaşamasının yoludur. Bu, evreni iş başında izlemek için, kişisel ruhun onunla kavga edişini izlemek için, dert ve zayıflık ve incinmelerden acı çekmek için, ölmek ve sevdiklerinizin öldüğünü izlemek içindir. Bunlardan kaynaklanan baş dönmesi, kendimize dönük bir şefkate ve kendimizin yarattığı, onsuz saklanmış kelimeleri yazabileceğimiz harflerin olmayacağı – olsa bile bin yılda bir yeniden yazılıp okunan – dilimize dönüşene dek gerçekleşir.
Daha sonra De Botton da şöyle diyor:
Dışarıdan zaman harcamak gibi gözüküyor, fakat edebiyat aslında nihai zaman kazandırıcıdır – çünkü bize, doğrudan deneyimlemeyi denesek aylar, yıllar, asırlar sürecek olan duyguları ve olaylar çeşitliliğine erişim sağlar. Edebiyat en iyi gerçeklik simülatörüdür – sizi doğrudan şahit olabileceğinizden çok daha fazla, sınırsız konumlara sokan bir makine.
De Botton bu bölümü bilinçli olarak ya da bilinçsizce, belki de bir kriptomnezi krizinde, çalmış mıydı? Yoksa bu, birbirinin varlığından habersiz iki zihinde bağımsızca gerçekleşmekte olan aynı fikir miydi? Durum her ne olursa olsun, cevaplanamaz sorular sorma yeteneği bizlere yalnızca kitapların sağlamış olduğu, zihinsel çapraz bağlantıların bir hediyesidir.
Ruefle’ın değindiği en çarpıcı nokta, bizim içsel bütünlüğümüz ve evren ile bağlantılığımıza ikili bir geçit sağlayan kitap okuma eylemine dair sözleri:
Kitap okumamın nedeni bu: Her şeyin iyi olmasını istiyorum. Yalnız bir çocukken kitap okumamın sebebi buydu ve şimdi korkmuş bir yetişkin olarak kitap okumamın sebebi de bu. Bu samimi bir istek, fakat samimi bir istek daima bazı şeyleri karmaşıklaştırır – evrenin bizim samimi isteklerimize garip bir tepkisi vardır. Yine de, ben hala masanın üstündeki gezegene inanıyorum; o yaralanmış ve bozuk, parçalanmış ve yoksun bile olsa bir bütün olarak adlandırılmaya değer. Zihnimiz ve evren – başka ne var ki? Margaret Mead aydın insanları, yeterince ilginç bir biçimde konuşma şansı bulamadıkları zaman sıkılan insanlar olarak tanımlamıştır. Şimdi sizlere bir kitap yeterince ilginç bir şekilde konuşacak. George Steiner aydın insanı, elinde bir kalem olmadan kitap okuyamayan insan olarak tanımlar. Kitaba cevap vermek isteyen bir kişi yalnızca üzerine not yazmaz, fakat onları yaratır: birisi kenara “Zürafa konuştu!” yazabilir. Marjinal var oluşumuzda; sürekli dinleme eğilimi gösterdiğimiz o büyük gariplikten, içimizdeki sesten başka ne vardır?
Brain Pickings by Maria Popova
Çeviren: Gözde Zülal Solak (tabutmag)