“Bundan zevk alıyor olabilir… Dünyanın gördüğü en muhteşem şehir.”
New York, tartışmasız olarak modern tarihin en iyi edebi ilham perilerinden birisi. – Frank O’Hara New York’un kirli sokaklarını övdü, New York’un sokak kedilerinin toplumsal düzeni Gay Talese’yi çok şaşırttı ve pek çok sayıda deneme yazarı, Central Park’ın ihtişamına yöneldi. Gotham’ın birçok hayranı arasında Jack Kerouac da vardı – tutkulu genç bir günlük yazarı, popüler düşünce karşıtı, edebiyat ve hayat bilgesi.
Gay Talese‘nin New York: A Serendipiter’s Journey (New York: Beklenmedik bir Yolculuk) adlı eseri ile E.B. White klasiği olan Here Is New York (İşte New York) adlı eseri arasında bir yerde devreye Jack Kerouac’ın 1960 yılına ait Lonesome Traveler (Yalnız Yolcu) adlı eserinden “New York Scenes” (“New York Manzaları”) adlı bir bölüm giriyor. Bu bölüm; Gotham’ın enerjik yaşam portreleri ve Kerouac’ın seyahat günlüklerine kaydedilmiş karakterlerin portreleriyle örülmüş olan; kesme işareti kullanmama huyuyla birlikte Kerouac’ın doğaçlama yazım tarzı eşliğinde çıkartılmış duygusal bir Manhattan haritası.
Kerouac’a ait bölümü, annesi için yazdığı sevgi dolu bir minnettarlık yazısı ile – ailelerin bir dâhiyi yetiştirme konusundaki güçleri ve “yatay kimlik” teşvikine dair bir yazı – açıyor:
Annem Jamaica Long Island’da tek başına, küçük bir apartman dairesinde yaşıyordu; bir ayakkabı fabrikasında çalışıyor ve ona arkadaşlık etmem ve ayda bir kez birlikte Radio City dinlememiz için eve gitmemi bekliyordu. Evinde beni bekleyen ufak bir yatak odası, elbise dolabında temiz çamaşırlar ve yatakta da temiz çarşaflar vardı. Uyku tulumları, ranzalar ve demiryolu dünyasından sonra bu benim için büyük bir rahatlıktı. Bu onun hayatı boyunca bana evde kalıp yazmam için sağlamış olduğu olanaklardan bir diğeriydi.
Ona her zaman kalan maaşımı veriyordum. Bu evde uzun tatlı uykulara dalıyor ve tüm gün süren meditasyonlar yapıyordum, yazı yazıyor ve yarım saatlik bir tren yolculuğu uzaklığındaki sevgili eski Manhattan çevresinde uzun yürüyüşler yapıyordum. Sokakları, köprüleri, Times meydanını, kafeteryaları, sahili geziyordum; şair hippi arkadaşlarımı ziyaret ediyor ve onlarla geziyordum, köydeki kızlarla aşk yaşıyordum; her şeyi, New York’a döndüğünüz zaman aldığınız o büyük çılgın zevk ile yapıyordum.
Kerouac bizleri hippi grubunun içerisine ve onların şehir deneyimlerine davet ediyor:
Benim ve New York’taki arkadaşlarımın çok fazla para harcamadan gerçekleştirdiğimiz özel eğlenme yollarımız var ve en önemlisi de bunları muhteşem balo akşamları gibi resmi ve sıkıcı şeylere katılmadan yapıyor olmamız. – El sıkışmak zorunda değiliz, randevu almak zorunda değiliz ve iyi hissediyoruz. – Etrafta çocuklar gibi dolaşıyoruz. – Partilere gidiyoruz, onlara neler yaptığımızı anlatıyoruz ve insanlar gösteriş yaptığımızı sanıyorlar. – “Ah, hippilere bakın!” diyorlar.
Daha sonra, Kerouac-izmlerle (“İnsanlar barları severler ve güzel barlar sevilmelidir”) ve saygısız aşk hikâyeleriyle dolu (… Empire State Binasının çatı katında, ne yapacağı belli olmayan birkaç seksi genç sarışının kollarında özlem giderme hevesiyle Oklahoma’dan henüz gelmiş bazı romantik kahramanlar) bir hippi New York turu sunuyor. Manhattan’ın en meşhur yerlerinin ve yüzlerinin taslaklarını birer birer çıkarıyor ve daha sonra bizleri turistlerin en çok ilgisini çeken yere götürüp ona hem alaycı hem de korku dolu ile bakış sergiliyor:
Times Meydanı burada ne yapıyor ki?
Bundan zevk alıyor olabilir.
– Dünyanın gördüğü en muhteşem şehir.
– Mars’ta da Times Meydanı var mıdır?
Blob’un Times Meydanında ne işi var? Ya da Aziz Francis’in?
Daha sonra; ebedi New York’luların, şehrin daima değişen manzarası için duydukları üzüntüyü yansıtmak için; 42. Cadde’nin ve 8. Bulvar’ın köşesine, “büyük Whelan eczanesinin yanına” dönüyor:
Caddenin karşısında New York’un yıkıntılarının başladığı görebilirsiniz.– Globe Oteli yıkılıyor, 44. Caddede kazılmış bir boşluk var – ve yeşil McGraw – Hill binası gökyüzünü yarıyor, inanılmaz bir yükseklikte – yük gemilerinin yağmur altında Montevideo kalkerlerini beklediği Hudson Nehrine doğru tek başına duruyor. –
Biraz gece hayatı için şehrin merkezine inerek, Kerouac bizleri birkaç caz efsanesini ziyaret etmemiz için East Village’a götürüyor ve bir zamanlar Patti Smith’i “çok tatlı bir oğlan” zanneden hippi kardeşi Allen Ginsberg ile ilgili etkileyici bir hikâye anlatıyor.
5. Caddedeki Five Spot ve Bowery bazen Thelonious Monk’dan piyano parçaları çalıyor ve siz oraya gidiyorsunuz. Eğer dükkânın sahibini tanıyorsanız masaya bedava bir bira alarak oturuyorsunuz fakat tanımıyorsanız içeriye, vantilatörün yanına sızabilir ve dinleyebilirsiniz. Hafta sonları hep kalabalık olur. Monk ölümcül bir soyutlukla düşünüyor, bir ses çıkarıyor ve demeç veriyor; büyük ayağı yerde ritim tutturuyor, başı bir tarafa dönük, dinliyor ve piyanoyu çalmaya başlıyor.
Lester Young ölmeden önce burada çalmıştı ve mutfağın arkasında setlerin arasında otururdu. Şair arkadaşım Allen Ginsberg oraya gitti, dizlerinin üzerinde durarak ona, New York’a bir atom bombası düşse ne yapacağını sordu. Lester da Tiffany’nin camını kırıp birkaç mücevher alacağını söyledi. Ayrıca, beat kuşağının kahramanı olduğunu ve kutsal birisi olduğunu fark etmeden, “dizlerinin üstünde ne yapıyorsun?” diye sordu. Five Spot hafif bir ışıkla aydınlatılır, garip garsonları ve daima güzel müziği vardır, bazen John Coltrane “Treni” tenor notalarının sertliğiyle bütün mekânda yankılanır. Hafta sonları şehir dışından gelen iyi giyimli insanların partileri daimi konuşma sesleri eşliğinde mekânı doldurur, kimse umursamaz.
Daha sonra yeraltı sanatçılarının, sosyetiklerinin ve edebi tiplerin parti sahnesine dönüyor. Onlardan birisi olan, “küçük tuhaf bir makine üzerinden, içinde herkesin şiirlerinin bulunduğu” Yugen Magazine adlı dergiyi yayınlamış olan Leroi Jones’u “tarihi yayıncı, ticaretin gizli hipster’i” olarak tanımlıyor – popülerliğinin şafağında “hipster” kelimesinin erken bir kullanımı. Fakat daha sonra, isyankâr beat ruhuna sadık kalarak şunu ileri sürüyor:
Hadi buradan gidelim, gerçekten gidelim. – Bowery’de sarhoş olalım ya da Chinatown’daki Hong Fat’in yerinde uzun şerit makarna yiyip çay içelim. – Her zaman ne için yiyoruz? Brooklyn Köprüsünde yürüyelim ve başka bir yemek oluşturalım. – Biraz Bamya ve Sands Sokağına ne dersiniz?
Hart Crane’in Gölgeleri!
Kerouac’ın bakışları beraberinde ışıltılı bir Manhattan coşkunluğunu, alışılmamış karakterlerin çokluğunu ve hiç uyumayan şehirdeki hippilerin varoluş alanlarını da getiriyor:
Ah, köye geri dönüp Sekizinci Caddenin ve Altıncı Bulvarın köşesinde durup entelektüelleri izleyelim. – AP muhabirleri Washington Square’daki bodrum katı dairelerine gidiyorlar, kadın editörler zincirlerini kıran dev Alman polis köpekleri ile birlikte, yalnız lezbiyenler eriyorlar, Sherlock Holmes’daki bilinmeyen uzmanlar mavi tırnaklarıyla skopolamin almak için odalarına gidiyorlar, çatlamış gri Alman takım elbisesi içerisinde kaslarla kaplanmış genç bir adam şişman kız arkadaşına garip bir şeyler açıklıyor, büyük editörler gazete standına kibarca eğilmiş Times gazetesinin erken basımlarını alıyorlar, 1910 Charlie Chaplin filmlerinden çıkmış büyük şişman mobilya taşıyıcılar ellerinde çantalar dolusu (herkesi besleyen) balıklarla eve dönüyorlar, şu anda bir çerçeve dükkânının sahibi olan Picasso’nun melankolik palyaçosu taksiyi durdurmak için parmağını kaldırırken eşini ve yeni doğmuş bebeğini düşünüyor, tombul kayıt mühendisleri kürk şapkalarıyla koşturuyorlar, D.H Lawrance problemleri olan genç Columbia kız sanatçıları 50 yaşında adamları tavlıyorlar, kargaşa içerisindeki yaşlı adamları ve gecenin kendisi gibi sessizliğe gömülmüş olan ve uzakta gözüken New York Kadın cezaevinin melankolik görüntüsü – günbatımında pencereleri portakal gibi gözüküyor – şair e.e. Cummings bu canavarlık gölgesinde bir paket öksürük pastili alıyor. – Eğer yağmur yağıyorsa Howard Johnson’ın önündeki tentenin altında durabilir ve caddeyi diğer taraftan izleyebilirsiniz.
Hippi Meleği Peter Orlovsky beş kapı ötedeki süpermarketten Uneeda Bisküvileri (geçen Cuma akşamı), dondurma, havyar, jambon, kraker, gazoz, TV Rehberi, Vazelin, üç diş fırçası, çikolatalı süt (fırında pişen domuzu hayal ederek), bütün Idaho patatesleri, üzümlü ekmek, yanlışlıkla kurtlu lahana ve taze domatesler alıyor ve mor kuponlar topluyor. – Daha sonra yorgun bir şekilde eve gidiyor ve hepsini masaya bırakıyor, büyük bir Mayakovsky kitabını eline alıp 1949 model televizyonunda korku filmi açıyor ve uyumaya gidiyor.
Bu da New York hippilerinin gece hayatı.
Jack Kerouac’ın ilk geçerli otobiyografik çalışması olan Lonesome Traveler (Yalnız Yolcu), okuyucuya sonsuz bir zevk sunan bir kitap.
Brain Pickings by Maria Popova
Çeviren: Gözde Zülal Solak (tabutmag)