Garipliklere gülmek için ve hayatlarımızı, ölümün bizi almaktan ürpereceği kadar güzel yaşamak için buradayız.
Hayatın anlamını kavrama macerası, varoluşun doğuşundan beri insanlığı sık sık ziyaret eden bir şey olmuştur. Modern tarihin kendisi bizlere, teşebbüs edilmiş olan cevaplar bolluğu sağlamıştır ve bu teşebbüslerin içerisinde Steve Jobs, Stanley Kubrick, David Foster Wallace, Anais Nin, Ray Bradbury ve Jackson Pollock’un babası da vardır. 1988 yılında LIFE dergisinin editörleri bu büyük soruyu – meşhur yazarlardan aktörlere, sanatçılara, evrensel manevi liderlerden çiftçilere, berberlere ve kimsesiz annelere – 300 “bilge erkek ve kadına” sordu. Sonuçları ise 1991 yılında The Meaning of Life: Reflections in Words and Pictures on Why We Are Here (Hayatın Anlamı: Neden Burada Olduğumuza Dair Kelime ve Resim Yansımaları) isimli kitapta topladılar ve kitaba derginin arşivinden, bu soruya görsel ve soyut bir şekilde de cevap veren siyah-beyaz fotoğrafları da eklediler. Sizlere bu cevaplardan birkaç parça sunuyoruz.
Pulitzer ödülü almış olan Annie Dillard:
Yaratılışa şahit olmak ve ona yardım etmek için buradayız. Her şeyin farkına varmak için buradayız, böylece her şey farkına varılmış olur. Biz hep birlikte yalnızca her dağın gölgesinin ve deniz kıyısındaki her taşın değil, aynı zamanda güzel yüzlerin ve birbirimizin karmaşık doğalarının farkına varıyoruz. Etrafımızdaki güzelliğe ve güce bilinçlilik katmak için ve bizimle birlikte burada olan insanlara şükretmek için buradayız. Kendi neslimize ve kendi dönemimize şahitlik ediyoruz. Havayı izliyoruz. Aksi takdirde, yaratılış boş bir eve tiyatro oynamak olurdu.
Isı dinamiğinin ikinci kuralına göre, eşyalar parçalara ayrılır. Yapılar bozulur. Buckminster Fuller burada olmamızın nedenini şöyle ima etmiştir: Bir şeyler yaratarak, yeni bileşimler düşünerek bu düzensizlik akımını etkisiz hale getiririz. Yeni yapılar, yeni bütünlük yaratırız ve böylece evren düzenli bir hale gelir. Bir tepenin üzerinde durarak yıldızların karmaşıklığına bakan ve “Burada bir avcı, bir kürek, bir balık var” diyen bir çoban; yıldızların kendisinde bulunan ateşlerin evrendeki gücü kadar gerçek bir güce sahip olan zihinsel bağlantılar yaratıyordur.
Efsanevi bilim yazarı Stephen Jay Gould:
İnsan türü bu gezegende yalnızca 250,000 yıldır – ya da yaşam tarihinin yaklaşık olarak yüzde 15’i kadar, evrensel milin son inçi kadar – yaşamaktadır. Dünyadaki zamanın son anları hariç geri kalan her şey için, dünya biz yokken de oldukça iyi bir şekilde gidiyordu. Bu yüzden de bizim görüntümüz; daha önceden yapılmış bir planın sonucuna değil de, daha çok, kazara olan ve sonradan gelen bir düşünceye benziyor.
Üstelik evrimimiz ile sonuçlanmış olan yollar garip, olanaksız, tekrarlanamaz ve tamamen öngörülemez yollar. İnsan evrimi gelişigüzel değildir; anlaşılır bir şeydir ve gerçek üzerinden açıklanabilir. Ne var ki; kaseti zamanın doğuşuna geri sarıp tekrar oynatalım – o zaman ikinci bir kez insanları bulamayız.
Buradayız çünkü garip bir balık grubunun, kara yaratıkları için bacaklara dönüşebilecek olan özel bir yüzgeç anatomisi vardı; çünkü dünya bir buzul çağında hiçbir zaman tamamen donmadı; çünkü Afrika’da çeyrek milyon yıl önce ortaya çıkmış olan küçük ve seyrek bir tür, olta ve kanca aracılılığıyla hayatta kalmayı başardı. Daha “büyük” bir cevap istiyor olabiliriz – fakat öyle bir cevap yok. Bu açıklama – korkunç değilse bile, yüzeysel olarak rahatsız edici olmasına rağmen –özgürleştiren ve canlandıran bir açıklamadır. Hayatın anlamını pasif bir biçimde doğanın gerçeklerinde bulamayız. Bu cevapları bizler – kendi aklımızdan ve etik algımızdan faydalanarak – kendimiz inşa etmeliyiz. Başka yolu yok.
Frank Donofrio, bir berber:
Kendime çoğu zaman neden burada olduğumu sorup duruyorum. Eğer bir maksadı varsa bile ben artık ilgilenmiyorum. Yetmiş dört yaşındayım. Ben gitmek üzereyim. Bırakalım da zor olanı genç insanlar öğrensin, tıpkı benim yaptığım gibi. Bana kimse hiçbir şey söylemedi.
Bilim kurgu yazarı Arthur C. Clarke:
Bir keresinde bir bilge bütün insan eylemlerinin bir çeşit oyun olduğunu söylemişti. Oyunun en yüksek biçimi de Gerçeği, Güzeli ve Sevgiyi aramaktır. Bunlardan başka ne gerekir ki? Bonus olarak bir “anlam” da mı olmalıdır?
Eğer hayatın anlamını arayarak zaman harcarsak, yaşayacak ya da oynayacak zamanımız kalmayabilir.
Edebiyat ikonu John Updike:
Antik dinler ve modern bilim şu konuda hemfikir: şükretmek için buradayız. Ya da, ifadeyi hafifçe değiştirmek için, dikkat etmek için. Bizler olmasak, antropik ilkenin bizlere söylediği şeyi benimsemiş olan fizikçiler olmasa, evren şahitsiz kalırdı ve bir anlamda, var olmazdı. O şaşırtıcı bir şekilde, bizim için var. Bu formül (evrenin korkunç büyüklüğü hakkında bildiğimiz şeyleri bilmemiz) bizim sezgilerimiz için; Eski Ahit’in ıstırap çeken, şımartılmak isteyen, emir veren ve hatta (Eyüp’ün Kitabı’nda) ibadetin yararını fark edebilmek adına ve kendi yarattığı Eser’den övgü alabilmek adına insanlarla tartışan bir Tanrı hipotezinden daha inanılmazdır. Bunun ötesinde şüphe ettiğimiz şeyin içerisinde ise, yıldızımsı gökcisimlerinden, kuramsal zerrelere kadar evreni merak eden içgüdüsel kısmımız, merakımızın kendi var oluşu ve tamamen kör bir minnettarlığın nadir dalgalanmaları vardır.
Şair Charles Bukowski:
Tanrı’ya inananlar için, çoğu büyük sorular cevaplanmıştır. Fakat Tanrı formülünü kolayca kabul edemeyen bizler için, büyük cevaplar kesin kalmıyorlar. Yeni koşullara ve keşiflere adapte oluyoruz. Uysalız. Sevginin bir emir ya da bağlılık hükmü olmasına gerek yok. Ben kendi kendimin Tanrısıyım.
Kilise, devlet ve eğitim sistemimizin öğrettiklerini unutmak için buradayız.
Bira içmek için buradayız.
Savaşı öldürmek için buradayız.
Garipliklere gülmek için ve hayatlarımızı, Ölüm’ün bizi almaktan ürpereceği kadar güzel yaşamak için buradayız.
Bizlere farklı nedenlerle ve aynı nedenle burada olduğumuzu söyleyen tüm bu bilgin adamların ve kadınların kelimelerini okumak için buradayız.
Avangart besteci ve filozof John Cage:
Sebebi yok.
Sadece buradayız.
Maria Popova
Çeviren: Gözde Zülal Solak (tabutmag)