Tüm yaratıcı sanat büyülüdür, insanoğlunun eğitimi için, görülmezin inandırıcı, aydınlatıcı, tanıdık ve şaşırtıcı bir çağrışımıdır.
1905’te, Karanlığın Yüreği‘nin yayınından altı yıl sonra, Joseph Conrad (3 Aralık 1857- 3 Ağustos 1924) “Henry James: Bir Teşekkür” adlı, Conrad’ın tamamen harika bir koleksiyonu olan Hayat Üzerine Notlar ve Mektuplar’ına eklenen güzel bir makale yazmıştır. Edebiyat tarihindeki en hoş saygı gösterimlerinde olmasının yanında, James’in “anlama, önemli olana, ve tutulması gerekene sımsıkı tutunan” bir yazar olarak övüldüğü makale belki de Conrad’ın yazı ve iyi bir yazarın özellikleri konusunda en doğrudan görüşlerini yansıtıyor.
Conrad der ki:
Bay Henry James’in çalışmalarıyla yirmi yıllık derin bir tanışıklıktan sonra, tüm kişisel hisler bir kenara, bireyin sanatsal varlığına mutluluk getiren bir inanca dönüşüyor. Eğer minnet, birinin tanımladığı gibi, gelecek lütufların canlı bir algısıysa, Henry James’e minnettar olmak çok kolay. Lütuflar mutlaka gelecek; bu cömertliğin kaynağı asla kurumayacak. İlham deresi, önceden belirlenmiş bir yönde, kuraklık dönemlerinden etkilenmeden, harf ülkesinin fırtınalarında netliğini yitirmeden, tembellik veya şiddet kullanmadan, asla geri dönmeden, bizim hazzımız, bizim yargımız için yarattığı o ıssız ülkeden geçen rotasının her dönemecinde yeni vizyonlar açarak hızla akıyor. O, aslında, büyülü bir kaynak.
Conrad sonra kendini düzeltir ve James’in -tamamı çok iyi olan- eserlerinin “heybetli bir ırmağa” benzetilmesi gerektiğini, sanata muhteşem bir tanım getirdiğini belirtir:
Tüm yaratıcı sanat büyülüdür, varlığının şartları tarafından gerçekliğin en önemsiz dalgalarını bile düşünmeye itilen insanoğlunun eğitimi için, görülmezin inandırıcı, aydınlatıcı, tanıdık ve şaşırtıcı bir çağrışımıdır.
Özünde hareket olan, bir kurgu yazarının yaratıcı sanatı karanlıkta, fırtınalara karşı gerçekleştirilen bir kurtarma çalışmasıyla karşılaştırılabilir. Bu bir kurtarma çalışması, kaybolan kargaşa evrelerinin kapkaçı, dürüst sözlerde gizli, ait olduğu karanlıktan, çabalayan biçiminin görülebildiği aydınlığa çıkmış, bu göreceli değerlerle dolu dünyada kalıcı olmanın tek yoluna sahip -anıların kalıcılığına. Ve halk da bunu anlaması zor da olsa hissediyor; bireyin sanatçıdan istediği, esasında, “Beni benden kurtar!” edasıdır, yani, ölümlü aktivitelerden, ölümsüz bir bilincin ışığına. Ama her şey göreceli, ve bilincin ışığı sadece dayanıklıdır, bu dünyadaki varlıkların en dayanıklısı, ve sadece insanların gayretleri sayesinde ölümsüzdür.
Ama sanatçının etkinliği toplumu ne kadar yüceltse de -William Faulkner’ın kelimeleriyle, ne kadar “insanın kalbini yücelterek, dayanmasına yardım etse de”- sanatçı, der Conrad, özverili bir kahramanlıktan değil, yaratıcı dürtünün kaçınılmazlığından yaratır:
Sanatçı yorum aşkıyla yaratır çünkü yaratmak zorundadır. Onun ki o kadar önemli bir sestir ki, sessizlik ölüm gibidir; karanlık gökyüzündeki son ışık titremesini izlemek için, dünya atölyesinde söylenilen son kelimeyi duymak için, eşiğinde toplanan bir grup vardır.
Ama yine de, sanatçının iç uyarıcısı ne olursa olsun, dışa vurulan etkisiyle sanat insanlığın kahramanlığını, hayatın dayanıksızlığı karşısında cesaretlendirir:
Onaylamakta sıkıntı görmüyorum ki, yarını olmayan o gün geldiğinde konuşacak olan -ciddi tembihler de olsa, alaycı bir yorum da olsa- hayal gücü olan biri olacak.
Benim açımdan, türümle kısa ve gelişigüzel bir tanışıklıktan dolayı düşünüyorum ki bu son söz, garip gelse de, şimdi hayalini bile edemeyeceğimiz bir umut doğuracak. Çünkü insanoğlu gururludur, kendinden emindir, azimlidir. Savaş alanında, faydasız bir zafer almış bir ordu gibi, kendi ölüleri arasında uyuyacaktır. Ne zaman yenildiğini anlamayacaktır. Ve belki de, olması gereken budur. Zaferler, stratejik açıdan düşünülünce, görüldüğü kadar faydasız olmayabilir.
Sanatçının görevi, der, Conrad, çorak savaş alanında duran bizlere, geri kalan çoğunluğu hatırlatmaktır:
Dünya, çağlar boyunca küçülmüştü. Ama insanın karmaşıklığı ve duygularının her küresinde, birden fazla harikalık vardır -sanatçının kendisinin harikalığını saymazsak. Nerede durursa dursun, başta ya da sonda, insan tanrılarını tutkularına, ya da tutkularını tanrılarına feda etmek zorundadır. Asıl, büyük sorun, budur.
Bizi varlığın gerçekliğine itmesinde tüm sanatlardan farklı olan kurgunun rolüne döner:
Kurgu tarihtir, insan tarihidir, ya da hiçbir şeydir. Ama aynı zamanda bundan daha fazlasıdır: gerçekliğe ve sosyal gözlemlere dayandığı için, daha sağlam bir temelde oturur, ancak tarih belgelere bağlıdır -ikinci el bir izlenimdir. Bu yüzden kurgu, gerçeğe daha yakındır. Ama bunu yok sayın. Bir tarihçi de bir sanatçı olabilir, ve bir romancı da bir tarihçi, insan tecrübesinin bir koruyucusu, bir saklayıcısı, yorumlayıcısı.
Henry James’i üstün bir “iyi vicdanlı tarihçi” olarak göstererek Conrad ekler:
İyi bir vicdanın menzili, kabaca iyi olmayan denilebilecek bir vicdandan -davranışın tonlarından o kadar da rahatsız olmayan bir vicdan- daha fazla iyi ve kötüyü kapsar. İyi bir vicdan, temellerle daha ilgilidir; zaferleri daha mükemmel, ve maddi olarak daha az kazançlıdır. Kısaca, bir tarihçi için tespit edecek ve gösterecek daha fazla şey olmasına sebeptir. Sonsuz karmaşıklı ve tavsiye içerebilecek bir şeydir.
Conrad bu büyük yazarı, bu “iyi vicdanlı tarihçiyi” gözlemler:
Menzilinde bir sır kalmamıştır. Ortaya konmaları gerektiği gibi hepsini ortaya koymuştur -yani, güzelce. Ve, doğrusu, onun yarattığı bu dünyada çirkinliğin yeri azdır. Ancak, sanatının doğruluğu her zaman hissedilir; her zaman oradadır, sahneyi çevreler, kuşatır. İyi vicdanların çabalarında, etkileşimlerinde, tereddütlerinde, hatalarının yanıltmacasında görülebilir, dokunulabilir. Çünkü iyi bir vicdan doğal olarak erdemlidir. Doğal olan şey, onun iyiliğidir, her zaman var olan, soyut doğruluk hissidir. En açık şekilde, nihai başarılarında, enerjik bir retle, mucizeden kurtuluşlarında görülür bu. Şiddetli değil, enerjik; bu önemli bir ayrım, gölgeyle madde gibi.
Brain Pickings by Maria Popova
Çeviren: tabutmag