Dilerim Dubrovnik’te bir aşk ezgisi bir çellonun tellerinden yavaşça aşağıya kayar, ayaklarımızın ucundan geçer, kırgın sokakları aşar, rıhtımdaki tekneye biner; yeni boyanmış, hatta dokun bak, tam da kurumamış kızıl bir adaya gider ve ben seni öperim.
Dilerim Buenos Aires’te, Astor Piazzola’nın ruhu bandoneonunu omzuna asar, penceresinde yağmur damlalarının kafede masamıza gelir; “Yaklaş bana kalbimi duyacaksın / mutlu atan büyülü bir saat gibi…” diye başlayan tangoyu, “Esta Noche de Luna”yı çalar ve ben seni öperim.
Dilerim Köln Katedrali’nin yüz elli yedi metrelik kulesinin ucuna kalp şeklinde bir bulut takılır, buluttan bir parça kopar, anılarımızdan içeri girer, yalnızca tesadüfleri çeken mıknatısa tutunur, dudağım istekle boynuna iner ve ben seni öperim.
Dilerim Lizbon’da, Pessoa, sevgilisi Ophelia için yazdığı şiiri otel odamızda unutur. Saramago aşkın en büyük devrim olduğunu gözlerimizin içine bakarak söyler, karısı Pilar gelir çarşaflarımızı serer, gece dantellerinden sıyrılır, yanımıza kavuşur, askıların düşer, düğmelerim çözülür ve ben seni öperim.
Dilerim bir gün El Escorial’de, içinde yitip giden aşk hikâyelerinin gizlendiği elyazması kitaplarla dolu o kütüphanede, elim senin ıslak sayfalarına gider, onları bir bir açar, soluklarımız raflarda unutulmuş arzulu ortaçağ şarkılarını söylemeye başlar, dudaklarımız raflarda unutulmuş arzulu ortaçağ şarkılarını söylemeye başlar, dudaklarımız tozdan biraz kurur ve ben seni öperim.
Dilerim New York’ta bir gece, Metropolitan Müzesi’ne yakın ve duvarına Benoir’ın çıplak kadınlarının resmedildiği bir barda, içtiğin şarabın son yudumu dudağından akar, eteğine dökülür, bakmak için eğildiğinde başın döner, canın çeker, ağzın uçar ve ben seni öperim.
Dilerim bir akşamüstü St Antonin Noble Val’de, Ağlayan Söğüt Lokantası’nda yemek yerken film icabı bir uçak gelir, masamıza konar, içinden Marcel adında bir adam çıkar, garson kız Edith sevinçten hüngür hüngür ağlar, sen ondan da çok ağlarsın ve ben “Ama bak, asla pişman değiller” der, seni uzun uzun öperim.
Dilerim Montevideo’da, içinde Helena adında bir kadının rüyalarını yazacak adamı tutku ve sabırla beklediği Cafe Brasilero’nun önünde, elinde sarı laleler tutan bir çiçekçi görür; deliliğimi demetin içine saklar, çiçekleri o gece kasıklarına bırakır; sen gözlerin kapalı, her mum yaktığında içinden geçirdiğin gibi hiç ayrılmamamızı diler, kollarını bir nehir yatağı gibi açarsın ve ben seni öperim.
Dilerim Mexico City’de kedi bıyığına yazılmış öykü kitapları satan bir kitapçı vardır, orada Octavio Paz yalnızlık dolambacından devrimler çıkarır; bir şenliktir, bir fiestadır gider, kapanmayan yara kalmaz, nergisler solmaz ve ben seni öperim.
Dilerim Havana’da Hemingway’in izini bulur, ona bahçesindeki çan çiçeklerinin neden çalmadığını sorar, o yanıt ararken elindeki av tüfeğini alır, “Silahlara Veda’ya kitap ayracı yaparız ya da “İhtiyar Adam ve Deniz” için olta sapı; ama dilerim biz oradayken Barbarito Torres laud çalarken sahnede ölmez, Buena Vista konseri yarım kalmaz ve ben seni öperim.
Ve dilerim ki sevgilim, Paris’te ya da Prag’da, altında öpüştüğümüz o sokak lambalarına bir gün ikimizin adını verirler; kalırız öylece sarmaş dolaş; sarmaş dolaş sonsuza kadar; işte o zaman ağzın yeniden uçar ve sen beni öpersin.
Akgün Akova
Sözcükler Dergisi – Ocak – Şubat 2016