Bir bulutun gölgesi ve bir düşüncenin şarkısı hakkında sohbet edebileceğim tek insan sensin…”
Vladimir Nabokov bir edebiyat bilgesi, Rusya’nın Amerika’ya göç eden en seçkin edebiyatçısı ve güçlü, saygıdeğer fikirlerin adamı haline gelmeden çok önce hayatındaki en önemli olay gerçekleşmişti: 24 yaşındaki Vladimir, 21 yaşındaki Véra ile tanışmıştı. Véra, Nabokov’un yaşamının kalan elli yılı boyunca yalnızca büyük aşkı ve eşi değil, aynı zamanda Nabokov’un editörü, asistanı, yöneticisi, ajanı, arşivcisi, kuaförü, araştırmacısı, dört dil bilen stenografı ve ayrıca Nabokov Amerika’nın en ünlü ve en fazla skandala sahip yaşayan yazarı haline geldikten sonra, onu suikasttan korumak için cüzdanında küçük bir tabanca taşıyarak onun koruma görevlisi haline gelmişti ve dolayısıyla kendisi yaratıcı tarihin en iyi yardımcılarından birisi de olmuştu.
Vladimir, Véra’nın muhteşem zekâsından, özgürlüğünden, espri anlayışından ve edebiyat aşkından öyle çok etkilenmişti ki, onunla birlikte yalnızca birkaç saat geçirdikten sonra ona ilk şiirini yazmıştı. (Véra on dokuz yaşından beri Vladimir’in çalışmalarını ve şiirlerini takip ediyordu.) Vladimir’in tanıştıkları gün yazmaya başladığı ve son anlarına dek devam ettiği mektupları bu sürükleyici aşkı ve coşkun tutkuyu büyüleyici bir biçimde açığa çıkarıyor. Bu mektuplar bir araya getirildi ve Véra’ya Mektuplar adlı muhteşem kitapta toplandı – kitap, belki de yalnızca Vita Sackville-West ve Violet Trefusis’in ve Frida Kahlo’nun Diego Rivera’ya yazdığı mektupların rakip olabileceği, edebi tarihin en güzel aşk mektuplarının bir kısmına yolculuk etmemizi sağlıyor.
1923 yılının Temmuz ayında, tanışmalarından iki ay kadar sonra, Vladimir Véra’ya şöyle yazıyor:
Bunu saklamayacağım: Böyle olmaya hiç alışkın değilim – yani, ne olduğunu anladın, belki de – o kadar alışkın değilim ki, buluşmamızın ilk dakikalarında bunun bir şaka olduğunu düşündüm… Fakat sonra… Ve konuşması zor olan bazı şeyler var – Bir kelimenin dokunuşu onların muhteşem çiçek tozlarını dökebilir… Hoş bir insansın…
[…]Evet, sana ihtiyacım var peri masalım. Çünkü bir bulutun gölgesi ve bir düşüncenin şarkısı hakkında sohbet edebileceğim tek insan sensin – ve bugün işe giderken yüzüne baktığım uzun bir ayçiçeğinin bütün tohumlarıyla birlikte bana nasıl gülümsediği hakkında.
[…]Yakında görüşürüz garip neşem, şefkatli gecem.
Kasım ayına kadar, Vladimir’in aşkı yalnızca şiddetlenmişti:
Mutluluğum, muhteşem altın mutluluğum; sana ne kadar da ait olduğumu nasıl açıklayabilirim – anılarımla, şiirlerimle, coşkunluklarımla, iç kasırgalarımla mı? Ya da senin telaffuzunu duymadan bir kelimeyi yazamadığımı mı açıklamalıyım – ve pişman olmadan yaşadığım en ufak bir şeyi bile hatırlayamadığımı – çok dokunaklı! – bunları birlikte yaşamamış olmamız çok dokunaklı – ister en kişisel şey olsun, ister en anlatılabilir şey – ya da bir yolun kavisindeki bir gün batımı – ne demek istediğimi anlıyorsun, değil mi mutluluğum?
Ve biliyorum ki: sana kelimelerle hiçbir şeyi anlatamam – telefonda konuşurken bunu yaptığım zaman tamamen yanlış bir şey beliriyor. Çünkü insanın seninle birlikteyken muhteşem bir biçimde konuşması gerekir, diğer insanlarla konuşma biçimimiz çoktan uçup gitti… Saflık ve hafiflik ve ruhsal incelik açısından… Sen çirkin bir küçümseme tarafından zedelenebilirsin – çünkü kesinlikle çok ahenklisin – tıpkı denizin suyu gibi, sevgilim.
Yemin ediyorum – ve mürekkep lekesinin bununla bir ilgisi yok – benim için değerli olan, inandığım her şey üzerine yemin ediyorum – daha önce hiç kimseyi seni sevdiğim gibi sevmedim – böyle bir şefkatle – neredeyse ağlayacak bir biçimde – ve böyle bir parlaklık hissiyle.
Sayfanın üzerinde ona bir şiir yazmaya başladığını fakat sayfanın yalnızca “uygunsuz küçük bir bölümünün kaldığını” ve devam edecek başka bir kâğıdı olmadığını açıkladıktan sonra; karakteristik ruhu eşliğinde narin bir saygısızlık serpintisi ile devam ediyor:
Her şeyden çok senin mutlu olmanı istiyorum ve bana kalırsa ben sana bu mutluluğu verebilirim – güneşli, sade bir mutluluk – ve sıradan olmayan bir mutluluk…
Eğer bunu yapmam gerekirse, sana bütün kanımı vermeye hazırım – bunu açıklamak zor – ve çok sığ görünüyor – fakat durum bu. Burada sana şunu söyleyeceğim – sevgimle beş yüzyıllık yangının, şarkıların ve kahramanlığın – on asırlık, devasa ve kanatlı – alevli tepelere doğru giden şövalyelerin – ve devlerle ilgili efsanelerin – kızgın Truvaların – portakal gemilerinin – korsanların – ve şairlerin içini doldurabilirdim. Ve bu bir edebiyat değil çünkü tekrar okursan göreceksin ki, şövalyeler şişmanlamış olacaklar.
Nabokov kendi hislerinin şakanın ötesine geçtiğini ve derinliğe doğru gittiğini belirtiyor:
Sadece sensiz bir hayatı hayal bile edemediğimi söylemek istiyorum…
Seni seviyorum, seni istiyorum, dayanılmaz bir şekilde sana ihtiyaç duyuyorum… Başını arkaya eğerek, komik bir şey söylediğin zaman, hayranlık verici bir biçimde parlayan gözlerin – gözlerin, sesin, dudakların, omuzların – aydınlık, güneşli…
Hayatıma girdin – bu ziyarete gelir gibi bir şey değildi… Tüm nehirlerin senin yansımanı beklediği ve tüm yolların senin adımlarını beklediği bir krallığa gelir gibi bir şeydi.
Lolita‘nın meşhur giriş cümlesini hatırlatan, 30 Aralık’ta yazdığı bir mektubunda şöyle yazıyor:
Seni çok seviyorum. Seni sert bir biçimde seviyorum (bana kızma, mutluluğum). Seni güzel bir biçimde seviyorum. Dişlerini seviyorum…
Seni seviyorum güneşim, hayatım, gözlerini seviyorum – kapalıyken – düşüncelerinin tüm ayrıntılarını, esnek ünlü harflerini, baştan aşağı tüm sesini.
Vladimir’in Véra’ya yazdığı aşk mektupları, uzun süreli bir aşkın derin ve sakin bir romantikliğini tanımlayan tutkuyla hareket ettiği için, bir yandan aşkın nöro-biyolojik devamlılığını takip ediyor. Diğer yandan da, aşk mektupları yazmanın uzun süreli bir ilişkide – Stendhal’ın “kristalleşme” adını verdiği, kopukluğa doğru giden şeye karşı gelerek – heyecanı ve tutkuyu muhafaza etmeye yarayacağını gösteriyor. Aslında, 1926 yılında – ilişkilerinin üçüncü yılında – Nabokov, kelime oyunlarını çok seven bir insan olarak, karşılaşmalarını tutkulu bir kıvılcım ile anlatmak hususunda sevecen bir strateji yazıyor. Véra, endişe ve depresyon nedeniyle kaybettiği kilolarını geri almak için bir İsveç sağlık evindeyken, Nabokov ona sevgi dolu takma adlar serisiyle hitap etmeye başlıyor. Bunu kısmen onu güldürmek ve eğlendirmek için, kısmen de daha önceden belirttiği “sen çirkin bir küçümseme tarafından zedelenebilirsin” ifadesine uygun davranmak için yapmıştı. Fakat bu aynı zamanda kendisi için de günlük, eğlenceli bir yaratıcılık alıştırmasıydı. İlk zamanlarda yazdığı mektuplarının sevgi belirten geleneksel açılışları – “mutluluğum”, “sevgim ve neşem”, “sevgili hayatım” gibi – Vladimir ve Véra’nın hayvanlara duydukları sevgiden ötürü yerini hayvanlarla bağlantılı takma adlara bırakmıştı.
O yaz Véra’ya yazdığı mektuplarda hitap şekillerinin içerisinde şunlar da bulunuyordu: “Serçecik”, “Küçük kedicik”, “Farecik”, “Mymousch” (Yani, Rusçada “maymun” anlamında gelen kelime), “Gece Kelekciği”, “Küçük horozcuk”, “Değerli bir kuyruğu olan cennet kuşu” (“Görüşürüz, büyüleyici kuyruğu ve kısa bacakları olan eşsiz, biriciğim” cümlesiyle kapanan bir mektubunda), “Ateş böceğim” ve özellikle muhteşem olan, Nabokov’un “yavru köpek ile yavru kedi arasında bir geçiş” olarak tanımladığı “Pupuss”.
1926 yılının Haziran ayında yazdığı bir mektubunu Véra’ya “sivrisineğim” diye hitap ederek başlıyor ve işlerinin nasıl gittiğini anlattıktan sonra, hayranlıkla şunları söylüyor:
Şefkatli sivrisineğim, seni seviyorum. Seni seviyorum, eşsiz sivrisineğim… Şeker yaratığım… Seni seviyorum. Ben yatacağım, sivrisineğim… İyi geceler, sevgilim, şefkatim, mutluluğum.
Vladimir’e yazdığı kendi mektuplarının tamamını yok etmiş olan Véra’yı kuşkusuz olarak utandırmış olan mektuplarından birisinde ona “Kokarca” diye hitap ediyor. Bu hitap şekli Vladimir’in hayranlığı ve hayvanlarla bağlantılı ifadelerinden çok uzak ve aynı zamanda Nabokov’un kapanış cümlelerinden de anlaşılacağı üzere, Véra’yı utandıran bir mektup:
Pekâlâ, kokarca, iyi geceler. (Seni öpüyorum) Ve sen tam olarak neyi öptüğümü hiçbir zaman tahmin edemeyeceksin.
Şaka bir yana, tercüman Olga Voronina için bu mektupların – gerçek Virginia Woolf mantığıyla – dilbilimsel sanatçılık hususunda ne kadar gerçek birer şaheser olduklarını belirtmek gerekir. Tercümanlar açısından kelimeleri cimrilikle kullanan bu adamın yazılarını tercüme etmek yeterince göz korkutucu değilmiş gibi; Nabokov’un kelime oyunlarına duyduğu sevgi ve tercüme edilemeyecek kelimelere beslediği tutku, onun hayvanlardan ilham alarak yazdığı sevgi ifadelerini de zor bir hale sokuyor. Onun en sevdiği standart sevgi ifadesinin bile ne İngilizce ne de Türkçe bir eşdeğeri yok. Voronina, önsöz kısmına şöyle yazıyor:
Eşine genellikle dushen’ka diye hitap ediyor; bu Rusçadaki dusha (“ruh”, “akıl”) kelimesinin edebi olarak küçültülmüş bir hali. Bu kelimeyi (kendi seçimimiz olarak) “sevgilim”, “tatlım” ya da (başka bir seçenek olan) “gözbebeğim” olarak çevirmek mümkün olabilirdi – eğer ki yazar bu kelimeyi bazı şefkat içeren sıfatlarla süslemiş olmasaydı: dorogaya (“sevgili”), lyubimaya (“canım”), milaya (“şeker”, “tatlı”) ve bestsennaya (“paha biçilemez”). Sesi çok yineleyici gibi dursa da biz birkaç kez “sevgili sevgilim” ifadesini, nadiren “canım sevgilim” ifadesini kullandık; “tatlı sevgilim” ifadesini bir ya da iki kez denedik ve bir keresinde (15 Nisan, 1939) “sevgili ve değerli sevgilim” ifadesini kullanmak zorunda kaldık. Ne yazık ki, bu aşırı süslü ifade bile Rusçada “dushen’ka moya lyubimaya i dragotsennaya” olarak ifade edilen; sıfatlarla ve hecelerle dolu bu cümledeki, sıkıntılı ve ısrarcı etkiyi tam olarak veremiyor.
Bazı durumlarda Nabokov şefkatini tutumlu bir biçimde kullanmadığı için, okuyucular bunları olduğu gibi kabul etmeliler.
Ve mesele tam da bu – bu mektupların asıl güzelliği, onların okuyucuları Nabokov’un – yalnızca eşi için değil, aynı zamanda edebiyat ve yaşamın kendisi için – duyduğu şefkatli ve coşkulu sevgisinin, ruha iyi gelen yağmurunun altına sokmasıdır. John Updike, Nabokov’un Selected Letters (Seçilmiş Mektuplar) adlı eserinin kapağı için şöyle demişti – “Herhangi bir kısmına baksanız bile sizi hoşnut ediyor. Ne yazar ama! Ve gerçekten, ne kadar da sade bir biçimde mantıklı ve saygın bir adam.” Bu ifade Véra’ya Mektuplar adlı eserinde daha da gerçek bir hale bürünüyor.
Brain Pickings by Maria Popova
Çeviren: Gözde Zülal Solak (tabutmag)