23 Şubat 1947, Pazar akşamı
(Kaliforniya treni)
Sevgili Nelson Algren,
Mektubumu İngilizce yazmaya çalışacağım. Bu nedenle, lütfen dilbilgisi hatalarımı hoşgör, kelimeleri doğru anlamlarında kullanamasam da anlamaya çalış. Yazım da çok kötü oldu; çünkü trende yazıyorum.
Senden ayrıldıktan sonra, otele gidip makaleyi bitirdim, galiba pek iyi olmadı; ama o kadar da önemli değil. Sonra şu Fransızlarla akşam yemeği yedim ve hepsinden nefret ettim; çünkü iğrençlerdi, hem de onların yüzünden akşam yemeğini seninle yiyememiştim. Seninle telefonda konuştuktan sonra beni trene bindirdiler. Yatağıma uzanıp kitabını okumaya başladım, uykuya dalana kadar da okudum.1 Bugün, cam kenarında oturup manzarayı seyrettim, kitabını okumaya devam ettim. Gerçekten çok sakin bir gündü; uyumadan önce şunu söylemeliyim ki kitabına bayıldım, galiba sana da. Bu konu hakkında çok az konuştuk; ama bunu sen de hissetmişsindir herhalde. Artık sana teşekkür etmeyi bırakıyorum; çünkü pek bir anlam taşımıyor. Ama bilmeni isterim seninle birlikte olmak beni çok mutlu etti. Elveda demek, belki de bütün ömrüm boyunca seni bir daha görememek düşüncesi hiç hoşuma gitmedi. Nisan’da yeniden Şikago’ya gelmek beni çok mutlu edecek. Önce ben biraz kendimden bahsederim, sonra da sen. Ama yeteri kadar vaktim olacak mı bilmiyorum. Sonra da kafama şu soru takılıyor: Dün birbirimize hoşça kal demek bize bu kadar zor geldiyse, birlikte beş altı gün geçirip, daha da yakınlaştıktan sonra bu çok daha zor olmayacak mı? Bilmiyorum.
Her neyse, hoşça kal veya elveda. Emin ol, Şikago’da geçirdiğim bu iki günü unutmayacağım, yani seni.
S. de Beauvoir
*23 Şubat 1947- Yazdığı cevapta Algren, Beauvoir’ın, resepsiyona onun için bıraktığı kitapları almadan otelden ayrılmasına ne kadar üzüldüğünü söyledi. Algren’in de ona tutulduğu aşikardı. Simone de Beauvoir’ın kim olduğuna, düşüncelerinin ve yazdıklarının dünya için ne ifade ettiğine böylesine kayıtsızken; aslına bakılırsa onun hakkında New Yorker’ın bir sayısında çıkan varoluşçuluk ile ilgili bir makalede okuduklarından başka hiçbir şey bilmezken, şimdi aniden böylesine yakınlaşmaları şaşkına çevirmişti Algren’i.
12 Mart 1947, New York
Sevgili arkadaşım,
Kaliforniya’da, bir geziden yeni döndüm, döner dönmez mektubunu ve kitapları aldım. Biliyorsun, Palmer House’un bütün masalarında o kitapları nasıl da aramış, bulamayınca da çok üzülmüştüm; çünkü bu kitapları okumayı çok istiyordum, hem de onlar senden bana hediye, işte bu yüzden benim için çok değerliler. Şimdiyse kitapları aldığım için çok mutluyum; mektubun da beni çok memnun etti.
Nisanda Şikago’ya gelip gelemeyeceğimi henüz bilmiyorum. New York’un dört bir yanında bir sürü konferans vermem gerek. Neyse, yine de gelecek sene Amerika’ya geri geleceğime şimdiden kesinlikle eminim. Burada, Los Angeles’teki arkadaşlarım son romanımın2 temasını bir yapımcıya satıyorlar. Bu beni mutlu etti. Uzun süreliğine geri gelebilirim ve Şikago’da da bir süre kalabileceğim. Paris’e gelmeye gerçekten niyetin var mı? Sana Paris’i göstermek istiyorum. Her şeyden önce senin kendi kitabını, yani romanını elime almak istiyorum.3 Lütfen onu benim için bulmaya çalış.
Kaliforniya’da çok güzel vakit geçirdim. San Francisco’ya gittim, muhteşem manzaralar gördüm, birkaç nazik insanla tanıştım. Burada en iyi arkadaşımla4 da karşılaştım; onu tam bir yıldır, Amerikalı bir adamla evlenmek için Paris’ten ayrıldığı günden beri görmüyordum. Az okuyabiliyorum. Thomas Wolfe’un You Can’t Come Home Again adlı kitabını okudum, eh fena sayılmaz. Şikago Bowery’yi5, küçük Polonya barlarını, o soğuk rüzgarı unutmayacağım, hiç unutmayacağım.
Hoşça kal! Seni tanıdığım için çok mutluyum. Eminim bu yıl ya da gelecek yıl mutlaka yine görüşeceğiz.
S. de Beauvoir
Pennsylvania Üniversitesi
Philadelphia, Yüksekokul, 24 Nisan 1947
Sevgili arkadaşım,
New York’a geri döndüm, çevre üniversitelerde konferanslar verdim. New York’ta geçirebileceğim iki haftam daha var. 10 Mayıs’ta Amerika’dan ayrılıyorum, uçakla gideceğim. Seni bir kez daha görmeden gitmek istemem; ama Şikago’ya gelmek benim için gerçekten çok zor. Yazmam gereken makaleler var; bazı insanlarla fikir alışverişinde bulunmam lazım, New York’ta da iki konferans vereceğim. 27 Nisan’la 10 Mayıs arasında gelemez misin? Birbirimizi sıkça görür, sessiz sakin sohbet ederiz. Senin için uygunsa, önerdiğin bir günde seni ararım; tam olarak ne zaman buluşacağımızı konuşabiliriz. Yok, senin için hiç uygun değilse, ben iki günlüğüne oraya gelmeye çalışırım. Bana cevap yaz. Bir de lütfen benim için romanını bulmaya çalış. Dün bir kopyasını gördüm, kapaktaki fotoğraf çok kötüydü, hiç sana benzemiyordu. Şeytan kitabı çalmam için dürttü; ama yapamadım.
Hoşça kal. Seni tekrar görmek beni çok mutlu edecek.
S. de Beauvoir
24 Nisan 1947’de S. de Beauvoir New York’a dönünce Algren’i aradı. Bir süre düşündükten sonra, Sartre’la olan durum da Amerika’da bir süre daha kalmasını gerektirdiğinden Algren’i tekrar Şikago’da görmeye karar verdi.
Birlikte ilk günümüz Anne’le Lewis’in Mandarinler’de birlikte geçirdikleri ilk güne benziyordu; utanç, sabırsızlık, yanlış anlama, bitkinlik ve nihayet duyguları paylaşmanın verdiği esrime. Yalnızca üç gündür Şikago’dayım; New York’ta halletmem gereken bir sürü şey var. Algren’i benimle oraya gelmesi için ikna ettim. Hayatında ilk kez uçağa bindi. Her şeyi ben ayarladım, alışveriş ettim, herkese hoşça kal dedim; sonra da akşama doğru saat beş civarında odamıza geri geldim, sabaha kadar birlikteydik. Herkes benimle sürekli onun hakkında konuşuyor; onun dengesiz, sağı solu belli olmayan biri olduğunu, hatta sinir hastası olduğunu söylüyorlar. Onu anlayan tek kişi olmak hoşuma gidiyor. İddia ettikleri gibi bazen patavatsız ve kaba olsa da bu, kesinlikle sadece bir çeşit savunma. En nadir bulunan bütün yetenekler onda, bu kelime bu kadar yerli yersiz kullanılmasaydı erdem derdim. İnsanları gerçekten önemsiyor. (Olgunluk Çağı)
De Beauvoir 17 Mayıs’ta Paris’e döndü.
K.L.M. Hollanda Kraliyet Havayolları
Cumartesi öğleden sonra, 17 Mayıs 1947
Benim tatlı, harika, evcimen, genç sevgilim. Beni bir kez daha ağlattın; ama bana verdiğin her şey gibi, bu gözyaşları da tatlıydı. Az önce uçağa bindim ve verdiğin kitabı okumaya başladım, sonra da senin el yazını görmek istedim. Senden kitaba bir şeyler yazmanı istemediğim için pişmanlık duyarak ilk sayfayı açtım; ama işte oradaydı; benim için yazdığın sevecen, sevgi dolu ve güzel satırlar, işte bu yüzden aşağıda uzanan o güzel mavi denizin üzerinde, başımı cama dayadım ve ağladım; ama ağlamak bile güzeldi; çünkü aşk yüzündendi, senin aşkın, benim aşkım, bizim aşkımız. Seni seviyorum. Taksi şoförü “O bey kocanız mı?” diye sordu. “Hayır,” dedim. “Ha! Bir arkadaş mı?” Sonra da acıyan bir sesle ekledi: “Öyle üzgün görünüyordu ki!” “Ayrıldığımız için çok üzgünüz. Paris o kadar uzak ki,” demekten kendimi alamadım. Sonra da şoför Paris hakkında öyle güzel şeyler söylemeye başladı ki. Benimle gelmediğin için memnunum. Madison Avenue ve La Guardia’da tanıdığım insanlar vardı, Fransız sesleri ve Fransız yüzleri vardı hepsinin, gördüğüm en kötü Fransız sesler ve yüzler, gelmen gerçekten kötü olabilirdi. Biraz yorgundum, ağlayamıyordum bile, sadece yorgundum. Sonra uçak kalktı. Uçakları severim ben. Bana öyle geliyor ki duyguların doruğunda olunduğunda kalbe uyum sağlayabilecek tek ulaşım yolu uçmaktır. Uçak ve aşk, gökyüzü, üzüntü ve umut, hepsi bir olmuştu. Tek tek her şeyi hatırlayarak seni düşündüm, bana verdiğin kitaplardan daha çok hoşuma gideni okudum. Sonra viski içip güzel bir öğle yemeği yedik, beşamel soslu tavuk ve çikolatalı dondurma. Manzara, bulutlar ve deniz, sahil, ağaçlar ve köyler hoşuna giderdi herhalde, aşağısını gayet iyi görebiliyorduk, burada olsaydın gülerdin o sıcak, güzel, çocuksu gülümsemenle.
Newfoundland’in üzerindeyken neredeyse akşam olmak üzereydi; ama New York’ta saat hâlâ öğleden sonra üçtü. Karaçamları, hüzünlü gölleri ve orada burada görülen kar tepeleriyle öyle güzel bir adaydı ki. Sen de severdin. Uçağımız buraya indi, iki saat kalacağız. Tam şu anda sen neredesin acaba? Kimbilir belki sen de bir uçaktasın. Küçük evimize vardığında, orada olacağım, yatağın altında ve her yerde saklanmış olarak. Bundan böyle hep seninle olacağım. Şikago’nun hüzünlü sokaklarında, Elevated’in altında, yalnız kaldığın her yerde seninle olacağım biricik aşkım, tıpkı biricik kocasıyla birlikte olan sevgi dolu bir eş gibi. Uyanmak zorunda kalmayacağız; çünkü bu bir rüya değil, henüz başlayan muhteşem ama gerçek bir öykü. Seni yanımda hissediyorum, nereye gidersem benimle geleceksin, sadece bakışlarınla değil, her şeyinle. Seni seviyorum. Söyleyecek başka hiçbir şey yok. Beni kollarına alıyorsun, sımsıkı sarılıyorum sana ve öpüyorum seni, tıpkı daha önce yaptığım gibi.
Simone’un
1) The Neon Wilderness adlı hikaye kitabı o dönemde yeni yayınlanmıştı.
2) Bütün İnsanlar Ölümlüdür (1964)
3) Never Come Morning (1942)’ün önsözü Richard Wright’a ait.
4) Nathalie Sorokine. Yaşın Gücü eserine bakınız.
5) Dilencilerin, evsizlerin, bütün sefillerin yaşadığı büyük cadde.