İstemenin nesneleşmesi idealardır. Müziğin etkisinin öteki sanatlardan daha güçlü olmasının, onun insanın içine işlemesinin nedeni budur. Çünkü onlar olsa olsa gölgeden söz eder, oysa müzik özü söyler.
Susan Sontag’ın “Müzik sanatların en güzeli, en canlısı ve en hassasıdır” söyleminden yüzyıl önce, Friedrich Nietzsche bunu daha açık bir şekilde dile getiriyordu: “Müziksiz hayat bir hata olur.” Müziğin neden insan ruhu üzerinde bu kadar eşsiz bir güce sahip olduğu sorusu süreklilik arz eden bir durumdur ve tüm varoluşsal sorgulamalar gibi, filozoflar için de özel bir çekiciliğe sahiptir.
Diğer yüzyılda, Nietzsche’nin üzerinde büyük bir etkisi olan Arthur Schopenhauer, bu soruyu İsteme ve Tasarım Olarak Dünya’da irdelemiştir- Oliver Sacks’in favori kitaplarından biri, muhteşem Musicophilia’sında alıntılanmıştır.
Schopenhauer:
Artık bakış açımızla tutarlı olarak, bütün güzel sanatları göz önüne almış bulunuyoruz. Mimarlıkla başladık. Onun amacı, istemenin görünürlüğün en alt basamağındaki nesneleşmesini açığa çıkarmaktır. Bu aşamada isteme, kütlenin yasalarına uygun olarak kendisini bilinçsiz, bön bir uğraş olarak gösterir. Ne var ki içte, uyumsuzluk, çatışma sergiler. Bu çatışma yerçekimi ile katılık arasındadır. Trajedi ile sona erdirdik. O, bize istemenin en yüksek basamağında kendi kendisiyle girdiği korkunç çatışmayı açık açık sunar. Bir güzel sanatı göz önüne almadığımızı görüyoruz. Bizim serimlememizin dizgeli bağlamında ona yer olmadığı için onun göz önüne alınmaması gerekiyordu. Müzikten söz ediyorum. O bütün başka sanatlardan kopuk, tek başına durur. Müzikte dünyadaki yaratıkların ideasının taklidini, yeniden üretimini saptamayız. O, büyük, parlak bir sanattır. Müziğin insanın en derin doğası üzerindeki etkisi çok çok güçlüdür. Yetkin, evrensel bir dil olarak, insanın en derin bilincinde derinlemesine, tam olarak anlaşılır. Öyle ki onun açıklığı algılanır dünyanın kendisini bile geçer. Dolayısıyla, ona Leibnitz’in [Mektuplar] “Aritmetikteki bilinçsiz alıştırma, us onunla saydığını bilmez” dediği şeyden daha fazla bir şey diye bakmamız zorunludur. Gene de yalnızca dış anlamını, müziğin dışını göz önünde tuttuğu sürece eni konu haklıdır Leibnitz. Ama daha fazla bir şey olmasaydı,onun verdiği doyum, aritmetikte toplamanın sonucu doğru çıktığında duyduğumuz doyuma benzerdi. Doğamızın en kuytu köşelerinin bir ses bulduğunu gördüğümüz şu yoğun haz olmazdı.
Dünyanın ve benliğin bu kesişim noktası iradedir ve Schopenhauer, müziğin benzersiz gücünün tam olarak şu özelliği yakalama kabiliyetinde yattığını söylüyor:
Müzik, ideaları dikkate almadığından görüngü dünyasından büsbütün bağımsızdır. Müzik görüngü dünyasını baştan sona görmezden gelir. O, bir yere kadar, dünya hiç olmasaydı da var olabilirdi. Bu, başka sanatlar için söylenemez. Dünyanın kendisi gibi, çoğaltılan belirmeleriyle bireysel şeyler dünyasını kuran idealar gibi, müzik de istemenin tümünün doğrudan nesneleşmesi, doğrudan kopyasıdır. Dolayısıyla müzik (başka sanatlar gibi) ideaların kopyası değil, istemenin kendisinin kopyasıdır. İstemenin nesneleşmesi idealardır. Müziğin etkisinin öteki sanatlardan daha güçlü olmasının, onun insanın içine işlemesinin nedeni budur. Çünkü onlar olsa olsa gölgeden söz eder, oysa müzik özü söyler. Şu da var ki, her birinde iyiden iyiye değişik bir biçimde olsa da, kendini hem idealarda hem de müzikte nesneleştiren aynı istemedir. Bundan ötürü, ortaya çıkışı, çokluğunda, eksikliğinde görünür dünya olan idealar ile müzik arasında doğrudan bir benzerlik değil ama bir koşutluk, bir analoji olsa gerek. Bu analojinin izlenmesi, bu açıklamanın daha kolay kavranabilmesi için bir örnek olarak hizmet edecektir. Çünkü konunun bulanıklığı bunu açıklamayı güçleştirmiş bulunuyor.
Müziğin açıklanamayan bu derinliği, geçmişte bizi oldukça tanıdık ve ebediyen uzak bir cennete geçirdiği ve anlaşılması kolay, içimizdeki tüm duyguları yansıttığı gerçeğinden kaynaklanıyor.
Schopenhauer, çağdaş psikologların tekrarlama psikolojisini ve beyni nasıl büyüttüğünü anlamak için şunu ekliyor:
Müziğin dilinin içerikçe, anlamca ne denli varlıklı olduğunu yineleme işaretleri ile da capo dan (baştan tekrar) görebiliriz. Bunun benzeri, sözcüklerin dilinde bestelenen yapıtlarda katlanılmaz olurdu. Oysa müzikte onlar pek uygun, pek yararlıdır. Çünkü anlamı dolu dolu kavramamız için iki kez duymamız gerekir.
Bu serimlemenin tümünde şunu açıkça ortaya koymaya çalıştım. Müzik yetkin evrensel bir dilde, türdeş bir içerikte (yani salt seslerde) en büyük kesinlik, doğrulukla içteki özü, kendinde dünyayı anlatır. İsteme kendinde dünyanın en açık ortaya çıkışı olduğu için, biz kendinde dünyayı isteme kavramı altında düşünmekteyiz. Üstelik benim görüşüme, savıma göre, felsefe dünyanın doğasının çok genel kavramlarla tam, doğru bir yeniden üretimi, anlatımıdır. Çünkü bu doğanın tümü üzerine upuygun, her yere uygulanabilir bir bakış açısı elde etmek ancak felsefede olanaklıdır. Dolayısıyla beni izleyip benim düşünme biçimime giren biri şöyle dersem şaşmayacaktır. Diyelim ki müziğin yetkin doğrulukta, tam, hatta ayrıntılı bir açıklamasını vermek yani onun dile getirdiğini kavramlarla inceden inceye yeniden üretmek. olanaklı. Bu aynı zamanda dünyanın kavramlar içinde yeterli bir yeniden üretimi, açıklaması olurdu, dolayısıyla da gerçek felsefe olurdu. Sonuçta Leibnitz’in yukarıda alıntılanan, ortalama düzeyde iyiden iyiye doğru olan sözlerini, bizim daha yüce müzik görüşümüze uydurmak için aşağıdaki gibi taklit edilebilirdi. “Müzik, metafizikteki bilinçsiz bir alıştırmadır, us bu alıştırmada felsefe yaptığını bilmez. […]
Schopenhauer, müziğin tekil gücünü ise şöyle özetliyor:
[…] müzik her zaman yaşamın, yaşamdaki olayların özünü dile getirir. Hiçbir zaman onların kendisini dile getirmez. Bu yüzden olayların farklılıkları müziği hiç etkilemez. Müziğe bütün dertlerimizin çaresi olarak yüksek değerini veren işte bu evrenselliktir. Evrensellik, müziğin betimlemedeki kesinliğine karşın, müziğe özgü bir niteliktir. Bundan ötürü müzik kendini dünyaya çok sıkı bağlamaya kalkarsa kendine olaya göre, duruma göre bir biçim verirse, kendisinin olmayan bir dili konuşmaya uğraşır. Kendini Rossini kadar lekelenmekten koruyan yoktur. Onun müziği kendi dilini konuşur, hem de öyle seçik öyle saf konuşur ki sözcüklere gerek duymaz. Rossini’nin müziği tam etkisini yalnızca çalgıyla çalındığında gösterir.Bütün bunlardan şu çıkar: Biz görüngüler dünyası ya da doğa ile müziği, aynı şeyin iki farklı anlatımı diye görebiliriz. Dolayısıyla, bu şey, kendinde ikisinin analojisine biçim veren biricik bağdır. Bu analojiyi anlamak için bizim bu şeyi anlamamız gerekir. Bundan ötürü, dünyanın anlatımı olarak görülürse, müzik en üst kertede evrensel bir dildir. Bu evrensel dil, kavramların evrenselliği ile çok ilişkilidir, çünkü kavramlar da tek tek şeylerle bağlantılıdır. Ancak onun evrenselliği soyutlamanın boş evrenselliği değildir, düpedüz başka türde, tam kesinlikle el ele giden bir evrenselliktir. Bu bakımdan onun evrenselliği geometrik figürleri, sayıları andırır. Bunlar deneyin olanaklı bütün nesnelerinin evrensel kalıplarıdır, onların hepsine a priori uygulanabilirler. Gene de soyut değillerdir, algılanabilirler, büsbütün kesindirler. İstemenin olası anlatımlarının tümü, onun çabalan, heyecanları, insan yüreğinde olup bitenler, aklın, duygunun geniş olumsuz kavramına sığdırdıklarının hepsi, sonsuz sayıda olanaklı melodiyle dile getirilebilir. Ama onlar her zaman özdek olmadan, yalnızca kalıbın evrenselliğinde, görüngüye değil kendinde şeye göre, görüngünün gövdesinin en derin ruhuymuşçasına dile getirilebilir.
Müziğin bütün şeylerin gerçek doğasıyla derin ilişkisi şu olguyu da açıklar. Bir sahne, bir etkinlik, bir olay, bir koşul için çalınan müzik, bu durumun en gizli anlamını açıklar gibidir. Bu müzik onun en açık, en doğru yorumcusu rolünü oynar. Bu açıklama öyle doğrudur ki, kendini bir senfoninin izlenimlerine bırakan biri dünyanın, yaşamın bütün olaylarını, önünde geçit töreni yaparken görür gibidir Gene de bu kişi düşündüğünde müzik ile aklından geçenler arasında hiçbir benzerlik gösteremez.
Çünkü dediğimiz gibi müzik, görüngünün, daha doğrusu istemenin upuygun nesneleşmesinin kopyası değil, doğrudan istemenin kopyasıdır. Onu bütün sanatlardan ayıran da budur. Öyleyse, müzik, metafizik olanı, bütün görüngülerin kendinde şeyini sunmaktadır. Böylece biz dünyayı “gövdeleşmiş müzik” diye adlandırabileceğimiz gibi “gövdeleşmiş isteme” diye de adlandırabiliriz. Bu, müziğin, gerçek yaşamın, dünyanın her resmini, sahnesini niçin bir anda daha yoğun, daha anlamlı kıldığını açıklar; müziğin melodisinin, belli bir görüngüdeki tine yaklaştıkça bu etkinin çok daha artmasının nedeni de açıklar. Buradan çıkan sonuç şudur: Biz bir şiiri besteleyebiliriz ya da görsel bir betimlemeyi bir pantomim olarak ya da ikisini birden bir opera olarak besteleyebiliriz. Müziğin evrensel diline yerleştirilen insan yaşamına ilişkin bu resimler müziğe zorunlulukla bağlı değildir ya da zorunlulukla müzikle örtüşmezler. Müzikle onlar arasında daha çok genel bir kavramın rastgele bir örnek olgu ile kurduğu ilişki vardır olsa olsa. Onlar müziğin saf biçimin evrenselliğinde anlattığını gerçekliğin bağları içinde temsil ederler. Çünkü melodiler genel kavramlar gibi, bir ölçüde gerçeklikten soyutlamalardır.
Demek ki bu gerçek dünya, tek tek şeylerin dünyası, hem kavramların genelliğine hem de melodilerin genelliğine, algının nesnelerini, özgün, bireysel, özel örnek durumu sunmaktadır. Ne ki bu iki evrensellik bir bakıma birbirinin karşıtıdır. Çünkü kavramlar, şeylerden soyulan dış deri gibi, öncelikle algıdan soyutlanan biçimleri içerirler yalnızca. Dolayısıyla onlar abstracta’dır. Öte yanda, müzik en derindeki bütün biçimlerden önce gelen çekirdeği ya da şeylerin yüreğini verir. Bu ilişki, belki de en iyi, skolastikçüerin diliyle, kavramların universalia post rem olduğunu, oysa müziğin universalia ante rem’i, gerçek dünyanın, universalia in re’yi verdiğini söyleyerek dile getirilebilir. Bir şiir için bestelenen melodinin evrensel anlamı, bu şiirde dile getirilen evrenselin gelişi güzel seçilmiş başka örneklerine aynı ölçüde uyabilir. Böylece aynı beste birçok dörtlüğe uyar, vodvili olanaklı kılan da budur.
Çeviren: tabutmag
Schopenhauer on the Power of Music