Yürek karanlıkta gizli ve katı kaldı, bilgelik taşı gibi.
*
İlkbahardı, ve ağaçlar kuşlarına uçuyorlardı.
*
Kırık testi sürdürür çeşmeye gitmeyi, o kuruyana dek.
*
Savaş gemilerinin en büyüğü boğulmuş birinin alnına çarpıp parçalanmadıkça, adaletin sözünü etmek boşuna.
*
Dört mevsim var; bunlardan birini seçmekle geçirilecek bir beşinci de yok.
*
Sevgisi öylesine büyüktü ki, sevgilisi tabutunun kapağını çekip açabilirdi—üzerine koyduğu çiçek o denli ağır olmasaydı.
*
Sarılmaları o kadar uzun sürdü ki, sevgi karşılarında çaresiz kaldı.
*
Yargı günü gelmişti, ve en büyük günahın bulunması için, haç İsa’ya çakıldı.
*
Çiçeği göm ve insanı mezarın üstüne koy.
*
Saat saatin içinden fırlayıp çıktı, ona, doğru gitmesini buyurdu.
*
Komutan asinin kanlı başını hükümdarının ayağının dibine koyunca, hükümdar büyük bir öfkeye kapıldı. “Taht dairesini kan kokusuna boğmaya nasıl cesaret edebilirsin,” diye bağırdı, ve komutan ürperdi. O sırada kesik kafa ağzını açtı ve mürver ağacının öyküsünü anlattı.
“Çok geç,” dedi vezirler.
Sonraki bir tarihçi bu kanıyı doğruladı.
*
Asılmışı darağacından çözdüklerinde, gözleri henüz kırılmamıştı. Cellat çabucak kapattı onları. Ama çevrede duranlar gene de bunu farketmişler, bakışlarını utançla yere indirmişlerdi.
Darağacı ise o anda kendini bir ağaç sandı; kimsenin gözü açık olmadığı için de, bunun sahiden olup olmadığını saptamak mümkün değil.
*
Erdemleri ve günahları, suçu ve masumluğu, iyi ve kötü nitelikleri teraziye koydu, çünkü kendi üzerinde yargıda bulunmadan önce, emin olmak istiyordu. Ama terazinin kefeleri, böylesine yüklenince, aynı hizada durdu. Ne pahasına olursa olsun bir sonuca varmak istediği için, gözlerini kapattı ve hangi günahın hangi kefede olduğunu artık bilemeyecek hale gelene dek, terazinin çevresinde bir o yöne bir ötekine, dönüp durdu. Sonra, kendi üzerinde yargıda bulunmak için, bakmadan, kefelerden birinde karar kıldı.
Gözlerini açtığında, kefelerden biri gerçi daha aşağıya inmişti, ama artık bunun hangisi; suç kefesi mi masumluk kefesi mi olduğu, bilinebilecek durumda değildi.
Buna öfkelendi, durumdan kendi lehine bir sonuç çıkarmayı reddetti, kendini suçlu buldu; gene de, belki haksız olabileceği duygusunu üzerinden atamadan.
*
Aldatma kendini: bu son lambanın daha fazla ışık verdiği yok — çevredeki karanlık kendi içinde derinleşmiş.
*
“Her şey akar”: bu düşünce de öyle; her şeyi durdurmuyor mu yeniden?
*
Aynaya sırtını döndü, çünkü onun kendini beğenmişliğinden nefret ediyordu.
*
Çekim yasalarını anlatıyordu, kanıt üstüne kanıt getiriyor, ama sağır kulaklar buluyordu. Bunun üzerine, kendini havaya fırlattı ve havada asılı durarak anlattı yasaları — o zaman inandılar ona, ama kimse şaşmadı gene de, aşağıya, geri dönmeyince.
Die Tat (Zürich)
12 Mart 1949
Çeviren: Oruç Aruoba