İstanbul, 16 Ocak 1947
Nahit,
Mektubunu aldıktan sonra da rahat edemedim. Hâlâ beni anlamak istemiyorsun. Oysa ki senden üzüntülerimi yatıştıracak, beni teselli edecek bir mektup bekliyordum. Günün birinde, ne kadar haksız olduğunu herhalde anlayacaksın. Bu kadar bedbin bir ifade ile başlamama sebep belki de canımın eskisinden daha çok sıkıldığı bir günde senden öyle bir mektup almış olmamdır. Hatta mektubunu almadan da sana bir şeyler yazmayı düşünüyordum. Biliyorsun, Ankara’dan ayrılmamın en mühim sebebi otel meselesiydi. Buraya geldikten sonra tekrar Ankara’ya dönebilmem için de ilk olarak o işin halledilmesi icap ediyordu. Bu da ancak elimdeki tercümenin bitmesiyle kabil olacaktı. Halbuki geçen gün kötü bir haber duydum. Gerçi böyle bir şey beklemiyor da değildim. Hatta sana bile söylemiştim. “Bu vekil4 Sabahattin’i Tercüme Bürosu’nda da bırakmaz” demiştim. Duyduğuma göre dediğim çıkmış. Tercüme Bürosu’nu, kabine kurar gibi, Suut Bey yeniden teşkil edecekmiş. Mesele bir insanın gidip yerine bir başkasının gelmesi meselesi olsa bu hadiseyi hiç mühimsemem. Ama değil. Değişiklik, bir zihniyet değişikliğinden ileri geliyor. Göreceksin bu zihniyet Maarif teşkilatını pek kısa bir zamanda bir faşist teşkilatı haline getirecektir. Ne ise, şimdilik politika tarafını bırakalım. Bu zihniyetin şu anda en mühim tarafı -biraz şahsi konuşuyorum ama kusura bakma- benim çok müstacel bir işimi baltalamış olması. Sen belki de hâlâ bu adamın bütün işlerinde tam bir Nazi şuuruyla hareket ettiğine inanmak istememektesindir. Bunu ancak muhterem zevcinizin menfaatleri mevzubahis olmadığı zaman anlayacaksın. Diyelim ki ne vekil, ne de Suut Kemal Bey tercüme işlerinde esas itibariyle hiçbir şeyi değiştirmeyecekler. Ama bu da meseleyi halletmeyecek. Çünkü Suut Bey ben Ankara’da iken mecmuasına5 yazı yazmadım diye bana selam bile vermiyordu. Ölçüleri bu kadar şahsi olan bir insanın eline bir fırsat geçtiği zaman bu fırsattan istifadeye kalkışmayacağını düşünmek biraz safdillik olur. İşte bu yüzden üç gündür elime tercümeyi alamıyorum. Halbuki kitabı hem yarılamış hem de en güç kısımlarını geçmiştim. En çok bir haftalık işim kalmıştı. Bu münasebetle senden bir şey isteyeceğim. Fakat mektubumu yine iş mektubu telakki edeceğini düşünüp cesaret edemiyorum. Şimdi bu işlerle kim alakadarsa onlardan öğrenemez misin? Tercümeye devam edeyim mi? Yoksa bırakayım mı? Ama bunu öğreneceğin insan az çok salahiyetli biri olmalı. Çünkü tercümeyi bitirdikten sonra kitapçılara filan satamam, emeğim de boşa gitmiş olur. Ricamı yerine getirebilmek için zahmete gireceğini düşünüp üzülüyorum. Zor bir işse hiç alakadar olma.
Dünkü Akşam gazetesinde -yani 15 tarihli- şiir hakkında bazı laflarım var.6 Eline geçerse okumanı isterim. Gazeteyi kendim bulursam gönderirim.
Mektubundaki sitemlerin tamamen haksız. Saadetin nerede olduğunu biliyormuşum. Kastettiğin insanlardan hiçbirini görmedim. Görmeye de teşebbüs etmedim. Esasen, ilk mektubumda da yazdığım gibi hiçbir yere çıkmıyorum. Yalnız bir defa Kitkat7 diye bir lokantaya gittim. Sait Faik çağırmıştı. Sanatkarlar toplanıyor dedi. Nihayet üç beş kişi göreceğimi zannediyordum. Halbuki muazzam bir şeymiş. İstanbul’da ne kadar muharrir, şair, gazeteci, ressam, heykeltıraş, sahne artisti ve sanat muhibbi varsa hepsi oradaymış. Kapıdan girer girmez ilk gördüğüm insan Nedret Hanım oldu. Biraz konuştuk, senden bahsettik. Kendisiyle senden konuşabileceğim kimi görsem seviniyorum. Bir gün de Bâbıâli’de İffet Hanım’a rastladım. Senin Avrupa işini filan sordu. Bildiğim kadar izahat verdim. Saçlarının rengi kırmızı olmuş. “Boyamışsınız” dedim. “Hayır, boyamıştım ama kalmadı, bu hakiki rengi” dedi. Başka bir gün de beni mektebine çağırdı. Belki bir gün giderim.
Mektubunu uzun yazmakla beni rahatsız edeceğini söylüyorsun. Bu da bir başka haksızlık. Senden bahsedebileceğim insanları görmekten hoşlanışım, seninle beraber olamadığım, seninle konuşamadığım içindir. İstanbul’da tek zevkim senden mektup almak. Bunu da bana çok görme.
Henüz kendi işlerimle kâfi derecede alakadar olamadım. İlk hızımı tercümeye vermiştim. Vatan gazetesiyle konuşmak istiyorum. Bunun için de Ahmet Emin Bey’in Amerika’dan dönmesi lazım.
Mektubunu bekliyorum. Seni hasretle kucaklar, annenin ellerinden öperim. İkisi bir arada pek olmaz ama ne ise.
Sabahattin buradaymış, onu bile görmedim.
4. Söz konusu “vekil” Reşat Şemsettin Sirer, göreve gelir gelmez Tercüme Bürosu’nda Sabahattin Eyuboğlu’nun yönetimindeki kadroyu bozmuştu. Bkz. O. Veli, “Okuma Yazma Düşmanı Bir Milli Eğitim Bakanı”, Hür Gazetesi, 15 Şubat 1947; Şairin İşi, YKY 2003, s.140-141.
5. Sanat ve Edebiyat Gazetesi.
6. “Yeni Neslin Tanınmış Şairi Orhan Veli’ye Altı Sual” Röportaj: Yürük Çelebi,
Akşam, 15 Ocak 1947. Bkz. Şairin İşi, s.347-349
7. Kit-Kat Bar ve Restoran: Mütareke sonrası İstanbul’da Beyaz Rusların açtığı mekânlardan biri.