Nefret,
uzun vadede,
siyanür kadar besleyicidir.
Kültürün ve dünyevi şeylerin git gide dinin yerini aldığı bir çağda; mezuniyet konuşmasını, iletişim sanatının tek zirvesi yapan şey, onun, vaazın dünyevi bir versiyonu olmasıdır – iyi bir insan olmak ve iyi bir yaşam sürmek üzerine bir rehber paketi. Bu ayrıca, içerisinde kibirli bir tavrın kabul edilmediği fakat arzu edildiği birkaç kültürel bağlamdan birisidir. Yine de, mezuniyet konuşması kavramının içerisinde, podyuma çıkmak ve genç insanlara iyi bir yaşam sürdürmek konusunda zorluklar sonucunda kazanılmış, deneyimler içeren bilgelikten bahsetmek amacıyla, güçlü bir baba ya da anne figürü olması gerekir. Bu konuşmanın içeriği de bizim (aksi durumda kararlı kültürel koşullanmış kinizme [mutlu bir hayat sürdürebilmek için basit yaşamamız gerektiği inancına / şüpheciliğe] girmemizi sağlayacak olan) otomatik olarak silahsızlanmamız durumunu içerir. Bu ayrıca en iyi mezuniyet konuşmalarının zamansız olması ve herhangi bir döneme ait olmamasını ve bizim kendi yaşam evremizin sınırlarının ötesine seslenişini de açıklar. Bu, modern kinikler olan bizleri bile gerçek bir şey ile destekler; ruhu dolduran bir şeyle, ironik olmayan bir yolla hayallerimizi üzerine asamayacağımız bir şeyle.
Bir disiplin adamı, edebi üslup şampiyonu, modern bilge, mutluluğun şairane şamanı ve bilge bir baba olan Kurt Vonnegut; tüm zamanların en verimli ve en beğenilen mezuniyet konuşmacılarından birisi sayılmaktadır. En iyi dokuz mezuniyet konuşması, Vonnegut’un kendi çizimleriyle birlikte, If This Isn’t Nice, What Is?: Advice to the Young (Bu Güzel Değilse, Güzel Olan Ne?: Gençlere Tavsiyeler) isimli muhteşem dergide toplanmış. Bu dergi bizlere ayrıca Vonnegut’un kibarlık konusu ve muhteşem öğretmenlerin gücü üzerine düşüncelerini de sunuyor.
Koleksiyonda bulunan en iyi konuşmalarından bir tanesinde Vonnegut 20 Mayıs 1978 tarihinde New York’da Fredonia Kolejinde mezun olan sınıflara hitap ediyor. Patti-Smith tarzıyla; saçma ve görünürde dünyevi olan bir tavsiyeyi, daha derine inmek için bir tramplen olarak kullanıyor:
Zannediyorum ki hepiniz, diğer şeylerden çok, para ve gerçek aşk isteyeceksiniz. Parayı nasıl kazanacağınızı söyleyeyim: çok çalışarak. Aşkı nasıl kazanacağınızı da söyleyeyim: güzel giyinin ve daima gülümseyin. Popüler şarkıların bütün kelimelerini ezberleyin.
Size başka ne tavsiyesi verebilirim? Diyetinizde yeterli hacmi sağlayabilmeniz için bir sürü kepek yiyin. Babamın bana verdiği tek öğüt şuydu: “Kulağına hiçbir şey sokma.” Vücudunuzdaki en ufak kemikler kulağınızın içindedir, biliyorsunuz – ayrıca denge algınız da oradadır. Eğer kulaklarınızla uğraşırsanız yalnızca sağır olmazsınız, aynı zamanda sürekli düşmeye de başlarsınız. Yani, kulaklarınızı yalnız bırakın. Onlar o şekilde mutlular.
Hiç kimseyi öldürmeyin – New York eyaleti size ölüm cezası vermese bile.
Hepsi bu kadar.
Tabii ki hepsi bu değil, çünkü Vonnegut bir aptal değil. Susan Sontag’ın yanlış kutuplaşmaların bizi nasıl kısıtladığı konusunu ele aldığı dönemde Vonnegut da mesajının özüne inerek şundan bahsediyor:
Çok aptalım çünkü size çok acıyorum. Hepimize çok acıyorum. Bunlar bittiği zaman hayat yine çok zorlu olacak. Ve tutunabileceğimiz en kullanışlı düşünce de – Eskimolar ve Avusturalya Aborijinlerinden farklı olarak – farklı nesillerin üyeleri olmadığımızdır. Hepimiz birbirimize o kadar yakınız ki, birbirimizi kardeşler olarak görmeliyiz.
Paylaşılan insanlık kavramını, üzerine konulan farklı özelliklere rağmen eşit olarak ortaya koyulan adlandırma hissimiz ile alay ederek genişletiyor:
Hepimiz az çok aynı yaşamı tecrübe ediyoruz.
Kısmen yaşlı olan insanların kısmen genç olan insanlardan istedikleri şey nedir? Bu kadar uzun süre – genelde hayal gücü altında üretilmiş zor koşullar altında – hayatta kaldıkları için saygı istiyorlar. Kısmen genç olan insanlar da onlara bu konuda saygı gösterme konusunda tahammülsüz bir şekilde cimriler.
Kısmen genç olan insanların kısmen yaşlı olan insanlardan istedikleri şey nedir? Bana kalırsa, her şeyden çok, artık kadın ya da erkek oldukları konusunda herhangi bir sorgu olmaksınız onay istiyorlar. Kısmen yaşlı insan da onlara bu tarz bir onay verme konusunda tahammülsüz bir şekilde cimriler.
En önemlisi, Vonnegut mezun öğrencileri çiçek açarak “Clarklar” haline dönüştükleri için tebrik ediyor; Clarklar ise “okuma ve yazma bilmeleri ile dikkat çeken Britanya adaları yerlileri” anlamına geliyor. Yirmi yıl önce kadınları kitaplardan vazgeçmemeleri için cesaretlendiren Vonnegut, şimdi de kaydedilmiş düşüncelerin devasa gücünü övüyor:
Hayatınızın son on altı ya da daha fazla yılını okumayı ve yazmayı öğrenmeye harcadınız. Bunları iyi şekilde yapabilen insanlar, sizin gibi insanlar, birer mucizedir ve bana göre; medenileşebileceğimizi düşünmemizi sağlarlar. Okumayı ve yazmayı öğrenmek gerçekten çok zordur. Uzun bir zaman alır. Öğretmenlerimizi öğrencilerine verdikleri düşük notlardan dolayı azarladığımız zamanlarda bu işin dünyanın en kolay işi olduğunu düşünürüz: bir insana okuma ve yazma öğretmek. Bunu bir gün deneyin, neredeyse imkânsız olduğunu göreceksiniz.
Bir Clark olmanın güzel yanı nedir, bilgisayarlarımızın, filmlerimizin ve televizyonlarımızın olması mı? Clark olmak tamamen bir insan kuruluşudur ve kutsaldır. Makinalar kutsal değildir. Clark olmak, bu gezegen üzerinde uygulanan düşünme eyleminin en derin ve etkili biçimidir ve herhangi bir dağın tepesinde bir Hintlinin tecrübe ettiği herhangi bir rüyayı gölgede bırakır. Neden? Çünkü Clarklar, iyice okuyarak, tarih boyunca ortaya çıkmış en bilge ve en ilginç insan zihinlerinin fikirlerini düşünebilirler. Clarklar derin düşündükleri zaman, kendileri yalnızca orta derecede bir zekâya sahip olsalar bile, bunu meleklerin düşünceleri ile birlikte yaparlar. Bundan daha kutsal ne olabilir ki?
Vonnegut sıkılma ve ait olma sorusuna dönüyor:
Kaç yaşında olursak olalım, elbet sıkılacağız ve elbet hayatlarımızda yalnız kalacağız.
Çok yalnızız çünkü yeterince arkadaşımız ve akrabamız yok. İnsanların elli ya da daha fazla kişiden oluşan sabit, aynı görüşte, geniş ailelerde yaşamaları gerekmektedir.
Sınıf sözcünüz bu ülkedeki evlilik kurumunun çöküşünden şikayet ediyor. Evlilikler çöküyor çünkü ailelerimiz çok küçük. Bir erkek bir kadının toplumu olamaz ve bir kadın da bir erkeğin toplumu olamaz. Deniyoruz, fakat parçalara ayrılıyoruz ve bu hiç de şaşırtıcı değil.
Yani, buradaki herkese bütün türden organizasyonlara katılmalarını öneriyorum, ne kadar saçma olursa olsun, yalnızca daha fazla insan tanımak için. Diğer bütün üyeler birer moronsa bile fark etmez. İhtiyacımız olan şey herhangi bir türden bir sürü yakınımızın olması.
(Vonnegut bugün yaşıyor olsaydı çevrimiçi topluluklar ve bunların oluşturduğu, genelde çevrimdışına dönüşen ilişkiler hakkında ne hissederdi, bunu tahmin etmek çok da zor değil.)
Ayrıca, Susan Sontag gibi, Vonnegut da sıkılmanın, bir insan durumu merkezi olduğunu kabul ediyor:
Sıkılmak zorundayız. Bu hayatın bir parçası. Ona katlanmayı öğrenin ya da mezun olan bu sınıfın üyelerini az önce ilan ettiğim yetişkin kadınlar ve erkekler olamazsınız.
Mezunlara – genelde duyarsız olmakla eleştirilen bir neslinüyelerine – (zorbalık ve çıkıntılık çağımızda etkisi iki katına çıkan) nefretinzehirleyici etkisi üzerine bir düşünce ile veda ediyor:
Gözlerinde pırıltılar olan enerji dolu bir neslin üyesi olarak, size bizleri neyin daima bir uçurtma misali yukarılarda tuttuğunu söyleyeyim: nefret. Hayatım boyunca nefret ettiğim bir sürü insan oldu – Hitler’den Nixon’a kadar, fakat bu ikisinin kötülüğü kıyaslanamaz. Belki de insanların nefretten bu kadar çok enerji ve şevk alıyor olmaları aslında bir trajedidir. On fit kadar uzun boylu ya da yüz mil yolu hiç durmadan koşabilecekmişsiniz gibi hissetmek istiyorsanız bu durumda nefret, saf kokaini yenecektir. Hitler; yenilmiş, iflas etmiş, yarı aç bir milleti yalnızca nefret duygusu ile yeniden diriltmişti. Hayal etsenize.
[…]Mezun olan bu sınıfın üyeleri uykulu değil, yorgun değil ve duyarsız değil. Yalnızca nefret duymadan yapmak eylemini gerçekleştiriyorlar. Nefret, diyetlerinde eksik bir vitamin veya mineral; onlar şunu fark ettiler: nefret, uzun vadede, siyanür kadar besleyicidir.
Brain Pickings by Maria Popova
Çeviren: Gözde Zülal Solak (tabutmag)