Artık yalnızca orji ve özgürleşme simülasyonu yapmak, hızlanarak aynı yönde gidiyormuş gibi görünmek geliyor elimizden; oysa gerçekte boşlukta hızlanıyoruz, çünkü özgürleşmenin tüm hedeflerini çoktan ardımızda bıraktık.
Syf10
(orji: her alandaki özgürlüğün patladığı an. Simülasyon: Gerçekten fiili olarak var olmayan bir şeyi, bir durumu bütün bileşenleriyle birlikte gerçekmiş ve fiilen varmış gibi gösterme durumu anlamına gelir.)
Özgür kalan şeyler sonu gelmez biçimde birbirinin yerine geçmeye ve böylelikle gitgide artan belirsizliğe ve şüphelilik ilkesine mahkumdurlar. Artık hiçbir şey, Tanrı bile sona ererek ya da ölümle yok olmuyor; hızla çoğalarak, sirayet ederek, doygunluk ve şeffaflık yoluyla, bitkinlik ve kökü kazınma yoluyla, simülasyon salgını yoluyla yok oluyor. Bu artık bir ölümcül yok olma biçimi değil, fraktal bir dağılma biçimidir.
Syf10-11
(fraktal: Kar tanesi gibi parçalandıkça benzer motifler sergileyen doğal nesnelere verilen ad)
Gerçekten yansıyan bir şey yok artık. Artık değerler alanında devrim yok; değerler birbirine dolanıp kendi üzerlerine katlanıyor.
Syf11
Bu fraktal evrede, ne doğal ne genel bir denge vardır, gerçek anlamda sözü edilebilecek bir değer yasası yoktur artık; bir tür değer salgınından, değerin genel metastazından, rastlantısal bir şekilde hızla çoğalma ve dağılmasından başka bir şey yoktur. Bu tür çoğalma ve zincirleme tepki her çeşit değerlendirmeyi olanaksız kıldığından değerden artık kesinlikle söz edemeyiz. .. Güzel ya da çirkin, doğru ya da yanlış, iyi ya da kötü terimleriyle değerlendirme yapmak, bir parçacığın hızını ve bulunduğu yeri aynı anda ölçmek kadar olanaksızdır. İyi, artık kötünün karşıtı değildir; her tanecik kendi yörüngesini izler, her değer ya da değer parçası simülasyon göğünde bir an parlar, sonra diğer parçacıkların yoluyla ender olarak kesişen eğri bir çizgi boyunca boşlukta kaybolur. Fraktal değer şemasının ta kendisidir bu; kültürümüzün de güncel şemasıdır.
Şeyler, göstergeler ve eylemler düşüncelerinden, kavramlarından, özlerinden, değerlerinden, göndermelerinden, kökenlerinden ve amaçlarından kurtuldukları zaman sonsuza dek kendilerini üretirler. Düşünce çoktan yok olmuşken, şeyler işlemeyi sürdürür; hem de kendi içeriklerini hiç umursamadan işlemeyi sürdürürler. Bu koşullarda bu kadar iyi işliyor olmaları bir tuhaf durumdur. Örneğin ilerleme düşüncesi yok oldu ama ilerleme sürüyor. Televizyon kendi görüntüleri karşısında tam bir umursamazlık içinde işliyor. İnsan yok olsa bile böyle devam edebilir. Her sistemin ve bireyin içinde her yanda çoğalabilmek, her yöne yayılabilmek için kendi düşünce ve özünden kurtulma yönünde gizli bir itki var olabilir mi?
Syf12
Düşüncesini yitiren bir şey gölgesini yitirmiş adama benzer; bu şey, kendini kaybettiği bir çılgınlığın içine düşer.
Syf13
Cinsellik artık yalnızca cinsellikte değil, başka her yerdedir.
Syf14
Her şey politik olduğunda artık hiçbir şey politik değildir. Her şey cinsel olduğunda artık hiçbir şey cinsel değildir ve cinsellik tüm anlamını yitirir. Her şey estetik olduğunda artık güzel ya da çirkin olan bir şey kalmaz ve sanat da yok olur.
Bir düşüncenin tamamen gerçekleşmesi, modernlik eğilimin kusursuz biçimde ortaya çıkması olduğu kadar, aynı zamanda bu düşüncenin aşırılığı, kendi sınırlarının ötesine uzanarak yadsınması ve ortadan kalkması anlamına da gelebilir.
Syf15
Modernliğin görkemli ilerleyişi tüm değerlerde hayal ettiğimiz değişime yol açmadı; değerlerin birbirine dolanıp kendi üzerlerine katlanmasına yol açtı ki, bunun sonucu bizim için tam bir kafa karışıklığı oldu. Cinsel, politik ya da estetik alanda belirleyici bir ilkeyi kavramamız artık olanaksızdır.
Syf16
Sanat da modern zamanların estetik ütopyası uyarınca kendini aşıp, ideal yaşam biçimi haline gelmeyi başaramadı. Sanat kendini aşkın bir ideallik haline getiremedi ve gündelik yaşamın genel estetikleştirilmesi içinde dağıldı, görüntülerin katıksız dolaşımı uğruna sıradanlığın trans-estetiği içinde yok oldu… Sanatın her yerde çoğaldığını görüyoruz. Sanat üzerine söylem ise daha da hızlı çoğalmaktadır. Ama sanatın ruhu yok oldu.
Syf17-19
Ne temel kural, ne yargı, ne de zevk ölçüsü var artık. Günümüzün estetik alanında, kendi kurallarını tanıyacak Tanrı kalmadı; ya da başka bir metafor kullanırsak, estetik zevk ve yargıya ilişkin hassas terazi yok artık. Sanatın durumu, tıpkı gerçek zenginlik ya da değere çevrilmesi imkansız olduğundan, artık değiş tokuş edilemeyen ve bundan böyle yalnızca dolaşan paralar gibidir. Sanat alanındaki hiçbir şey bir diğerine karşıt değil. Yeni geometricilik, yeni dışavurumculuk, yeni soyutlamacılık, yeni figürasyon; tüm bunlar tam bir farksızlık içinde bir arada bulunuyorlar. Bu eğilimlerde özgün bir yaratıcılık kalmadığından aynı kültür alanı içinde bir arada bulunabiliyorlar. Biz de bunları derin bir umursamazlık uyandırdıklarından aynı anda benimseyebiliyoruz.
Syf20
Sanat dünyası garip bir görünüm sunuyor. Sanatta ve esinde bir birikme, akış güçlüğü var gibi. Birkaç yüzyıl boyunca göz kamaştırıcı biçimde gelişmiş olan şeyler sanki kendi görüntü ve zenginlikleri karşısında taş kesilip aniden donup kalmışlar. Çağdaş sanatın tüm sarsınıtılı deviniminin ardında, bir tür durgunluk, artık kendini aşamayan ve giderek daha fazla tekrarlayarak, kendi üstüne kapanan bir şey var.
Syf20
Biçimlerin, çizgilerin, renklerin ve estetik kavramların özgürleşmesiyle, tüm kültürlerin ve üslupların kaynaşmasıyla toplumumuz genel bir estetikleşmeye, karşı-kültür biçimleri dahil olmak üzere tüm kültür biçimlerinin terfi etmesine, tüm temsil ve karşı-temsil modellerinin göklere çıkarılmasına yol açtı.
Syf20-21
Batının yaptığı en büyük işin dünyanın ticarileştirilmesi, her şeyi ticaretin yazgısına bırakmış olması olduğu söyleniyor. Oysa en büyük iş, dünyanın estetikleşmesi, kozmopolit biçimde sahnelenmesi, görüntüye dönüştürülmesi, göstergebilimsel olarak düzenlenmesi olmalıdır. Bizim tanık olduğumuz şey, ticaretin maddi kurallarının ötesinde, reklamlar, medya ve görüntüler aracılığıyla her şeyin bir gösterge sanayisine dönüşmüş olmasıdır. En marjinal en sıradan veya en müstehcen şey bile estetikleşiyor, kültürelleşiyor. Her şey söyleniyor, her şey ifade ediliyor, her şey bir gösterge gücüne ya da tavrına bürünüyor.
Syf21
Sanat, yakında yerini uçsuz bucaksız yapay bir müzeye ve zincirinden boşanmış reklamcılığa bırakarak tamamen silinip gidecektir.
Syf21
Görüntüleri yok edenlerden değil, görülecek hiçbir şeyin olmadığı bir görüntü bolluğu üretenlerdeniz.
Çağdaş görüntülerin büyük çoğunluğu-video, resim, plastik sanatlar, görsel-işitsel ve sentez görüntüler, görülecek hiçbir şeyin olmadığı düz anlamda görüntüler; izsiz, gölgesiz, sonuçsuz görüntülerdir.
Syf22
Artık güzel ya da çirkine ulaşamadığımızdan ve değer yargısında bulunmamız olanaksız olduğundan içinde olduğumuz bu noktada umursamazlığa mahkumuz.
Güzel ve çirkin karşılıklı çelişkilerinden bir kez kurtuldular mı bir biçimde çoğalırlar.
Syf22
Cinsel beden günümüzde bir tür yapay yazgıya mahkum edilmiştir. Bu yapay yazgı da trans-seksüelliktir…. Hepimiz trasn-seksüeliz; çünkü potansiyel olarak değişebilir biyolojik yaratıklarız. Bununla birlikte, biyolojik bir süreç de değil bu; hepimiz simgesel olarak trans-seksüeliz.
Syf24-25
Hepimiz bilinemezciyiz ya da sanatın veya cinselliğin travestileriyiz. Ne estetik ne de cinsel bir inancımız var, ama hala bunlara sahip olmayı öğretiyoruz.
Syf26
Aranan şey güzellik ya da cazibe değil artık; görüntü… her kişi kendi görüntüsünü arıyor. Kendi varoluşunu ileri sürmek artık olanaklı olmadığından, ne var olmayı ne de bakılıyor olmayı dert etmeksizin boy göstermekten başka yapılacak bir şey kalmıyor geriye. Varım, buradayım değil, görülüyorum, bir imajım, bak bana, bak! Narsizm bile değil bu; sığ bir dışadönüklük, herkesin kendi görünüşünün menajeri haline geldiği bir tür reklamcı saflığı.
Syf27
Segalen, dünyanın bir küre olduğunu gerçekten anladığımız andan itibaren yolculuk diye bir şey kalmadığını söylüyordu; çünkü bir kürenin üzerindeki bir noktadan uzaklaşmak bu noktaya yaklaşmaya başlamak demektir. Bir kürenin üstünde, doğrusallık garip bir eğrilik kazanır, tekdüzeliğin eğriliğini.
Syf31
İnsan varlığına ait her şey, biyolojik bedeni, zihni, kas ve beyin yapısı insanın etrafında mekanik ya da bilgi-işlemsel protezler halinde dönmektedir.
Syf33
Artık büyümüyor, ur halini alıyoruz… Hiçbir belirgin hedefe göre kendini düzenlemeden büyümeyi sürdüren bir toplumdayız.
Syf33
Bizden kaçan bir şey var ve biz de geri dönüşsüz bir sürecin parçası olarak kendimizden kaçıyoruz. Kendimizi kaybediyoruz; dönüşü olmayan bir noktadan, şeylerin çelişkilerinin sona erdiği bir noktadan geçtik ve süreçlerin tersine çevrilemediği ve anlam da taşımadığı bir çelişkisizlik, zıvanadan çıkma, kendinden geçme ve şaşkınlık evrenine sağsalim girdik.
Syf35
Hayal etmek bile gerekmiyor bugün.
Syf37
Günümüzde medyanın viral bir gücü vardır ve zehirleyicilikleri de bulaşıcıdır. Bedenlerin ve zihinlerin sinyal ve görüntülerle yayıldığı bir kültürün içindeyiz; ve bu kültürün en güzel sonuçları yaratmış olması gibi en öldürücü virüsleri de yaratmasına niçin şaşıralım? Bedenlerin nükleerleştirilmesi Hiroşima’da başladı, ama kitle iletişim araçlarının, görüntülerinin, göstergelerin, programların ve iletişim araçlarının yayılmasıyla belli bir çevrede bedenler sürekli ve ardı arkası kesilmez biçimde nükleerleştirilmektedir.
Syf39
Kitleleri olasılıklar hesabına cancı canlı kurban etmek için kasıtlı olarak moralleri bozuldu, ideolojisizleştirildiler; ama günümüzde tüm görüntüleri istikrarsızlaştıranlar ve politikanın hakikatıyle alay edenler kitlelerdir.
Syf42
Eskiden bir olay gerçekleşmek için vardı, günümüzde ise gerçekleştirilmesi tasarlanan şeydir olay.
Syf43
Çağdaş devrim belirsizliğin devrimidir.
Syf44
Durumumuz gölgesini yitirmiş adama benzer.
Syf45
İş artık eylem değil bir işlemdir. Tüketim artık sadece mallardan bir haz alma değil; bir haz aldırma, gösterge-nesnelerin diferansiyel dizilişi model alınarak belirlenmiş endeksli bir işlemdir. İletişim konuşmak değil, konuşturmak; enformasyon bilmek değil, bildirmektir.
Syf47
Sonu olmayan şeyin durmak için nedeni de olmaz.
Syf48
İnsanlar akıllı makinelar yaratıyor ya da düşlüyorlarsa gizliden gizliye kendi akıllarından umut kestiklerinden ya da dehşet verici ve gereksiz bir aklın ağırlığı altında ezildiklerindendir. O zaman bu aklı kullanabilmek ve onunla eğlenebilmek için aklı makinalara hapsederler.
Syf51
Yapaylığın, gerçekliği üreten şeyle hiçbir ilgisi yoktur; gerçekliği başkalaştıran şeyle ilgisi vardır. Yapaylık, yanılsamanın gücüdür.
Syf52
Makinenin yalnızlığı, tele-kompüter insanın yalnızlığını beraberinde getirir.
Syf53
Makine, insan ne istiyorsa onu yapar; ama buna karşılık insan, makinenin yapmaya programlandığı şeyi gerçekleştirir yalnızca.
Syf55-56
İnsan mıyım makine mi? Bu antropolojik sorunun yanıtı yok artık.
Syf57
Ne rahatlık! Sanal makineler geldi, sorun bitti! Artık siz ne öznesiniz ne nesne, ne özgürsünüz ne yabancılaşmış, ne o ne bu; birbirinizin yerine geçmenin verdiği hayranlık içinde aynısınız. İnsanın insanı yabancılaştırması yok artık, insanın makine tarafından homeostazı var bundan böyle.
Syf58
homeostaz: biyolojik sistemlerin yaşam için en uygun koşullara uyum sağlarken dengelerini korumalarını sağlayan kendi kendini düzenleme süreci.)
Kristal kendi kendinden intikam alıyor… Ameliyat salonları öyle korunur ki hiçbir mikrop, hiçbir bakteri hayatta kalamaz. Oysa gizemli, anormal viral hastalıkların burada doğduğu görülür.
Syf61
Hiçbir topluluk kendi değer sistemine karşı çıkmadan yaşayamaz.
Syf64
Moda sosyolojinin ve estetiğin düşkırıklığıdır. Moda biçimlerin mucizevi salgınıdır ve zincirleme tepki virüsü modanın bu etkisini farklılık mantığının elinden almıştır. Moda zevki kuşkusuz kültüreldir, ama göstergeler oyunundaki o çok hızlı ve ani anlaşmaya borçlu değil midir daha çok? Düşlem çöktüğünde ve virüs yorgun düştüğünde modalar da salgınlar gibi söner zaten.
Syf67
Eylemlerimizde, girişimlerimizde, hastalıklarımızda giderek daha az ‘nesnel’ güdülenim var; bunlar çoğunlukla kendimize duyduğumuz gizli bir tiksintiden, bizi enerjimizden herhangi bir biçimde kurtulmaya iten gizli bir mirasçısız kalma halinden, yani bir eylem niyeti biçiminden ziyade bir defetme biçiminden kaynaklanıyorlar.
Syf70
Tüm reklamlar ve politik söylem, akla mantığa açıkça hakarettir.
Artık hiçbir şeyin bizi hakikaten tiksindirmediği de doğru. Tüm diğer kültürlerin bozulmasıyla ve üşüşmesiyle örtüşen eklektik kültürümüzde kabul edilmeyecek hiçbir şey yok, tiksinti bunun için büyüyor, bu izdihamı, en boktan şey karşısındaki bu umursamazlığı, karşıtların bu yapışkanlığını kusma arzusu bu yüzden var. Her şeyi toptan reddetmenin alerjik çekiciliği, yavaşça zehirleme, yavaşça aşırı besleme, hoşgörü, güçbirliği ve anlaşma şantajı.
Syf71
Simgesel alanı, zihnin muhakeme alanını koruyan hiçbir şey yok artık. Neyin güzel neyin çirkin olduğuna, neyin orijinal neyin orijinal olmadığına ben karar veremediğim gibi biyolojik organizma da kendisi için neyin iyi neyin kötü olduğuna karar veremiyor artık.
Syf72
İlkel şiddet hem daha vecd hali içindedir hem de daha çok kurban etmeyle ilgilidir. Bizim şiddetimiz, aşırı-modernliğimizin ürettiği şiddet; terördür. Simülark bir şiddettir bu; tutkudan çok ekrandan doğar, görüntülerin doğasıyla aynı yapıdadır.
Syf73
Bugün simgesel güç silahların ve paranın gücünden daima üstündür.
Syf81
Kötülüğü dile getirmeyi bilmiyoruz artık.
Syf83
Batıda özgürlük ve özgürlük düşüncesi ölümlerin en güzeliyle ölmüştür.
Syf91
Kendi lanetli yanını temizleyen her şey kendi ölümünü imzalar.
Syf101
Kötülük lanetli yan gibidir; kendini harcayarak yeniden üretir.
Syf103
Kişi artık kendi genetik formülünün kanserli metastazından başka bir şey değildir.
Syf115
Kişi artık ötekiyle yüzyüze gelemiyor, ama kendi kendisiyle çatışıyor. Bağışıklık sürecinin saldırgan biçimde tersyüz oluşuyla, bağışıklık kodundaki bir bozuklukla ve kendi savunma sistemlerinin yok olmasıyla birey kendi antikoruna dönüşüyor. Oysa tüm toplumumuz ötekiliği etkisiz kılmayı, doğal gönderme olarak ötekini yok etmeyi amaçlıyor. İletişim yüzünden bu toplumun kendisine karşı alerjisi artıyor. Kendi genetik, biyolojik ve sebernetik varlığı karşısındaki şeffalık yüzünden beden, kendi gölgesinden bile alerji kapıyor. Yadsınan tüm ötekilik hayaleti kendi kendini yıkan bir süreç olarak diriliyor. Bu da KÖTÜLÜĞÜN ŞEFFAFLIĞIDIR.
Syf116
İnsanlığı birleştirme amacı, farklılığı birleştirme amacı, her yerde açmazdadır ve bu açmaz, evrensellik kavramının da açmazıdır.
Syf124
Her şey sisteme boyun eğer, aynı anda da her şey sistemden kaçar. Batılı yaşam tarzına özenen dünya halkları hiçbir zaman bu yaşama katılamadıkları gibi gizliden gizliye de küçümserler. Bu değerler sisteminin merkezinin dışında dururlar. Bu halkların birleşme ve genellikle bağnazca batılılardan çok batılı olma tarzları, Aydınlanma ve ilerleme kırıntılarıyla yaptıkları ufak tefek şeyler, maymunsu bir parodinin tüm özelliklerine sahiptir.
Syf127-128
Biz (batılılar) onların kültürlerini küçümsüyorduk, bugün onlara saygı duyuyoruz. Onlar bizim kültürümüze saygı duymuyorlar, bu kültür için yalnızca sınırsız bir alçakgönüllülük taşıyorlar. Biz onları sömürme ve boyun eğdirme hakkını ele geçirdiysek, onlar da kendilerine bizi aldatma lüksünü sundular.
Syf128
Ötekinin kökünü kazımak için girişilmiş olan her şey ötekinin yok edilemezliğini, yani ötekiliğin sürüp giden kaçınılmazlığını kanıtlıyor.
Syf137
Yolculukta aranan ne keşif ne de alışveriştir, yumuşak bir yurtsuzlaşma, yolculuğur, yani yokluğun yükümlülüğüne giriştir…. Ötekilerde aradığımız şey, belki de yolculuktaki o aynı yumuşak yurtsuzlaşmanın aynısıdır. Özgün istek ve keşfetmenin yerini, ötekinin isteğine ve bu isteğin içinden geçmeye sürgün edilme eğilimi alır. Zaten aşk hareketlerinde ve bakışlarında çoğunlukla sürgünün mesafesi vardır. Dil belirtmekten korkan sözcüklerin içinde yurdundan uzak düşer.
Syf141
Eskiden yolculuk yapmak bir yerde olmanın ya da hiçbir yer yerde olmamanın yoluydu. Bugün, bir yerde olma duygusunu hissetmenin tek yoludur. Kendi evimde, her türlü enformasyonla bir yığın ekranla çevrelenmiş olarak, hiçbir yerde değilim artık.
Syf142
Fotoğrafik olan şey, yalnızca tecavüze uğramış, suçüstü yakalanmış, kendi iradesine rağmen açık edilmiş ve ortaya çıkarılmış olan şeydir. Ne imgesi ne de kendi bilinci olduğundan hiçbir zaman temsil edilmemiş olan şeydir. Yaban ya da bizim yabanıl yanımız kendini yansıtmaz. Kendisine yabanıl biçimde yabancıdır o. En çekici kadınlar kendilerine en yabancı olanlardır. İyi bir fotoğraf hiçbir şey göstermez, o da gösterilemezliği, kendine yabancı olanın başkasılığını nesnenin kökten egzotizmini yakalar.
Syf143
Yalnızca insanlık-dışı olan fotojeniktir… Fotograf bizim cin çıkarmamızdır. Yabanıl toplumların maskeleri, burjuva toplumumun aynaları vardı, bizimse imgelerimiz var.
Syf143
Şu ya da bu sahneyi zevk için fotoğrafladığınızı sanıyorsunuz; gerçekte fotoğraflanmak isteyen o’dur. Siz olsa olsa bu sahneye koyuşun figüranısınız.
Syf144
Herkes diğerine kurduğu tuzakla yaşar.
Syf150
Artık inanamıyoruz; ama inanana inanıyoruz. Artık sevemiyoruz; yalnızca seveni seviyoruz. Artık ne istediğimizi bilmiyoruz ama bir başkasının istediğini isteyebiliyoruz. İstemek, yapabilmek ve bilmek eylemleri terk edilmedi, ama bir başkasına devredilerek genel olarak ilga edildiler.
Syf157
Kadınlar erkeklerin kendilerini erkek sanmalarına izin verirler, oysa kadınlar, gizliden gizliye kendilerinin kadın olduklarına inanmazlar. Çocukların çocuk olduklarına inanmamaları gibi. İnanmaya izin veren, inanandan ve inandırandan her zaman üstündür. Kadının cinsel ve politik özgürleşmesindeki tuzak, tam da kadınları kadın olduklarına inandırmak oldu.
Syf160
Öteki, kendimi sonsuza dek yinelememi engelleyendir.
Syf164