“Zamanın ilerlemesinin en iyi yanı” diye yazıyordu Sarah Manguso, “giderek azalmasıyla ölümlülüğün dalgasıyla çevremdekilerle birlikte boğulduğumu izleme ayrıcalığıdır.” Yarım yüzyıldan daha fazla bir süre önce, büyük Alman yazar, hayırsever, Nobel ödüllü Thomas Mann (6 Haziran, 1875–12 Ağustos, 1955) mest eden bir güzellikle, daha sonradan kitaba dönüştürülecek NPR programında bu düşünceyi dile getiriyordu. İnanıyorum: Olağanüstü Adamların ve Olağanüstü Kadınların Hayat Felsefeleri adlı kitap, yarı-zamanlı çalışan bir hastane görevlisinden tutun da sarı sayfaların reklamcılığı yapan bir kadının; Eleanor Roosevelt, John Updike, Errol Morris, Gloria Steinem, Eve Ensler ve Andrew Sullivan gibi aydınların derin düşüncelerinin özeti niteliği taşıyor.
NPR’nin çağrısı pekâlâ basit; ancak son derece çetrefilliydi. Her katılımcı kişisel amentüsünü – hayatı yaşarken izlediğimiz kural dizgesini – birkaç yüz sözcüğe sığdırmak zorundaydı. İnsanlardan kanaatlerini 140 karaktere sığdırmalarının henüz beklenmediği bir dönemde, bu radikal bir öneriydi – özellikle belli başlı konuları keşfedip yazmak için yüzlerce sayfa harcayan yazarlar için.
1950’lerde -genç Hermann Hesse ile dokunaklı işbirliği ve ölümünden birkaç sene önce – Mann çağrıya şöyle yanıt veriyor:
İnandığım, en çok değer verdiğim şey faniliktir.
Fakat fanilik – hayatın tükenmesi – üzücü bir şey değil mi? Hayır! Tam tersine, var oluşun ruhu bunda yatıyor; hayatın bir kıymet, bir itibar ve bir ilginçlik kazanmasını sağlıyor. Fanilik zamanı yaratıyor – ve ‘zaman ruhtur’ En azından potansiyel olarak, zaman en üstün, en kullanışlı armağandır.
Zaman yaratıcı ve aktif her şeyle bağlantılı – ve aynı – daha üstün bir gayeye yönelik süreçtir. Fanilik, başlangıç ve son, doğum ve ölüm olmadan zamanın varlığından söz etmek de mümkün değildir. Zamansızlık – başlamayan ve bitmeyen bağlamında – cansızlıktır ve bu kesinlikle ilgi çekici değildir.
İlgi çekici olan, Mann’ın çalışmalarının – sözleri ve bilgeliğinin – zamansızlığa duyduğu hoşnutsuzluğa karşın, zamansız olmasıdır ve o, zamansızlık ile alay etse de bu ikilik ile – fanilik ve var oluş arasındaki ebedi dans ile – uyum sağlıyor.
Hayat muazzam bir direniş ile karşı karşıyadır. Böyle olunca, mevcudiyeti koşullara bağlanıyor; yani bir başlangıcı varsa, sonu da olacaktır. Ben inanıyorum ki, bir sebepten ötürü, hayat fazlasıyla değer, bir cazibe kazanmıştır.
Bu deneyimin ayrıcalığı ‘insan olmanın ne anlama geldiği’ sorusuna kilit bir rol oynuyor.
İnsanı tabiatın diğer formlarından ayıran en önemli karakteristik özelliklerinden biri ölümlülük, başlangıç ve son bilgisi; dolayısıyla zamandır.
Sözgelimi, insanlarda hayat canlılığın, ruhun en tepesine ulaşır. Bu demek değildir ki insanın yalnızca kendisi bir ruha sahip olmakta yeterli olurdu. Fakat bir insanın ruhu “varlık” ve “fanilik” terimlerinin değişebilirliginin bilgisine sahip olmakta yeterlidir.
Bir insan için zaman, ona verilmiş diyarın bir parçasıdır. Ona havale edilmiş yelpaze; kendinin farkına varmak, ilerlemek ve yükselmek için bahşedilmiş bir uzaydır. Evet, zamanın yardımıyla kişi ölümsüzlüğü, ölümlülükten ayırabilecek hale gelir.
Maria Popova
Çev: Hande Karataş