1. Mektup
Henry Oldenburg’dan pek mümtaz beyefendi B.d.S.’ye
[OP’den bilinen Latince mektubun aslı kayıptır.]
Pek mümtaz efendim, muhterem dostum,
Geçenlerde Rijnsburg’daki uzletgâhınızda size yaptığım ziyaretin sonunda yanınızdan öyle gönülsüz ayrıldım ki, İngiltere’ye döner dönmez en azından mektuplaşarak sizinle olabildiğince çabuk yeniden buluşma gayreti içine girdim. İtibar ve genel kültür sahibi her kişinin muhabbetini kazanacak cezbe sahip olan, insaniyet ve nezaketle birleşmiş engin irfan, mizaç ile sebatlı çalışmanın size ziyadesiyle bahşetmiş olduğu bir hassa. O halde, mümtaz beyefendi, gelin, candan bir dostlukla el ele verip, bu dostluğu bağlılık ve her türden hizmetle ilerletmeye gayret edelim. Kısıtlı olanaklarımla temin edebileceğim her ne varsa, sizin sayınız. Sizin fikrî istidatlarınıza gelince, bunlardan nasiplenmeme izin veriniz, zira bu sizden hiçbir şey eksiltmeyecektir.
Rijnsburg’dayken Tanrı, sonsuz yer kaplama ve düşünce, bu sıfatlar arasındaki farklılık ve uyuşma, insan ruhunun bedenle birliğinin mahiyeti ile Descartes ve Bacon felsefelerinin ilkeleri üzerine konuştuk. Fakat böylesi önemli meseleleri sanki kafesli bir pencerenin ardından, ancak üstünkörü bir şekilde konuşabildiğimiz ve söz konusu meseleler bu süre zarfında bana eza vermeye devam ettiği için, aramızdaki dostluğun hatırına, sizinle tartışmama ve bu konulardaki görüşlerinizi biraz daha ayrıntılı izah etmeniz ricasında bulunmama müsaade edin. Öncelikle, lütfedip beni şu iki hususta aydınlatın: ilk olarak, yer kaplama ile düşünce arasındaki asli ayrımı nasıl saptıyorsunuz; ikincisi, Descartes ve Bacon felsefesinde ne gibi eksiklikler buluyorsunuz ve sizce bu eksikliklerin giderilip, yerine daha esaslı görüşlerin konması nasıl mümkün olabilir? Bu ve benzer konulardaki fikirlerinizi bana ne kadar açıkça yazarsanız, beni kendinize o kadar bağlayacak ve şayet muvaffak olabilirsem, size aynı şekilde mukabele etme yönünde o kadar güçlü bir mesuliyetin altına sokacaksınız.
Burada eşsiz irfana sahip bir İngiliz asilzadesinin kaleme aldığı Certain Physiological Essays [Belli Başlı Fizyoloji Yazıları] basıma hazırlanıyor. Mahut baskıda, havanın doğası ve elastikiyeti üzerine, kırk üç deneyle kanıtlanmış yazıların yanı sıra, akışkanlık ve katılık gibi konulara ilişkin yazılar da yer alıyor. Eser yayımlanır yayımlanmaz deniz yoluyla oraya gelecek bir arkadaş vasıtasıyla elinize geçmesini sağlayacağım. Şimdilik hoşça kalın, dostunuzu unutmayın. Sizi seven ve size bağlı olan,
Henry Oldenburg
Londra, 16/26 Ağustos 1661 —1)
1) Bu iki tarih Jülyen (birincisi) ve Gregoryen (ikincisi) takvimleri arasındaki farka denk gelir. Günümüzde kullanılan Gregoryen takvimi, 1582’de Papa XIII. Gregorius tarafından yürürlüğe konmasının ardından İspanya, İtalya, Portekiz, Polonya ve Fransa gibi ülkelerde hemen kabul edilmiş, fakat Büyük Britanya ve Protestan ülkelerinin tümüyle bu takvime geçmesi 1752’ye kadar sürmüştür.
* * *
2. Mektup
B.d.S.’den pek soylu ve bilgili beyefendi H. Oldenburg’a
[OP’den bilinen Latince mektubun aslı kayıptır. 1. Mektuba cevaben yazılmıştır.]
Pek mümtaz beyefendi,
Keşke alçakgönüllülüğünüz size cömertçe bahşedilmiş olan kıymetli hassaları fark etmenize izin verse de, dostluğunuzun bana nasıl bir kıvanç yaşattığını kendi gözlerinizle görebilseniz. Bu hassalarınızı göz önünde tutunca her ne kadar bu dostluğa girişmek konusunda kendimi zerrece cüretkâr hissetmesem de, dostlar arasında her şeyin, bilhassa zihinsel şeylerin ortak olması gerektiğini düşününce, şunu teslim etmeliyim ki, bu dostluk için ilk adımı atma şerefi benden ziyade bütün nezaket ve inceliğinizle size aittir. O engin nezaketinizden ötürü kendinizi öyle küçümsüyor, o sonsuz inceliğinizle beni öyle yüceltiyorsunuz ki, bana içtenlikle sunduğunuz ve karşılığını isteme lütfunda bulunduğunuz bu dostluğa, özen ve sebatla ilerletmeye gayret edeceğim bu dostluğa başlamak konusunda en ufak çekincem olamaz.
Övgünüze nail olan fikrî istidatlarıma gelince, eğer sahipsem, onları sizinle paylaşmaktan büyük memnuniyet duyarım; bunun benim zararıma olacağını bilsem de. Fakat dostluk hatırına benden cevabını istediğiniz soruları geri çevirmiş görünmemek için, konuştuğumuz konulardaki görüşlerimi izah etmeye çalışacağım. Her ne kadar candan hoşgörünüz olmasa, bunun bana daha sıkı bağlanmanızı sağlayacağını düşünmesem de.
O halde, her biri sonsuz veya kendi türünde en üstün derecede yetkin olan sonsuz sıfatlara sahip bir Varlık olarak tanımladığım Tanrı’ya ilişkin kısa bir tartışmayla söze başlayayım. Burada, sıfat derken, kendinde ve kendisi aracılığıyla kavrananı anladığımı göz önünde tutmak gerekiyor. Bu bakımdan, sıfatın kavramı başka herhangi bir şeyin kavramını içermez. Sözgelimi, yer kaplama kendisi aracılığıyla ve kendinde kavranırken, hareket için aynı şey geçerli değildir; zira ikincisi başka bir şeyde kavranır ve kavramı yer kaplamayı içerir.
Bunun Tanrı’nın doğru bir tanımı olduğu, Tanrı derken en üstün derecede yetkin ve mutlak anlamda sonsuz bir Varlığı anlıyor oluşumuzdan bellidir. Böyle bir Varlığın varoluşu bu tanımdan hareketle kolayca kanıtlanabilir; gelgelelim böyle bir kanıtlamanın yeri burası olmadığından, bunu es geçiyorum. Muhterem beyefendi, sorduğunuz ilk soruyu cevaplamak için burada kanıtlamam gereken hususlar ise şöyle: Birincisi, Doğada iki töz birbirinden öz itibariyle tamamen farklı olmaksızın varolamaz; ikincisi, bir töz üretilemez, bunun yerine, varolmak zaten tözün özünden gelir; üçüncüsü, her töz zorunlu olarak sonsuz ya da kendi türünde en üstün derecede yetkindir.
Şayet, muhterem beyefendi, bu hususları göz önünde tutarak, söz konusu Tanrı tanımına katılıyorsanız, düşüncelerimin istikametini hemen anlarsınız, o nedenle bu konuda daha açık olmaya hacet yok. Bununla beraber, açık ve özlü bir kanıt vermek için, bunları geometrik tarzda düzenleyip sizin görüşünüze bu şekilde sunmaktan daha iyi bir yol düşünemiyorum. Bu sebepten, bunları size ekte —1) yolluyor ve bu konudaki görüşlerinizi bekliyorum. —2)
İkinci olarak, bana Descartes ve Bacon felsefesinde ne gibi kusurlar bulduğumu sormuşsunuz. Başkalarının kusurlarını açığa vurmak her ne kadar âdetim olmasa da, bu ricanızı yerine getirmeye çalışayım. Birinci ve en önemli hataları, ilk nedenin ve bütün şeylerin kökeninin bilgisinden ziyadesiyle sapmış olmaları. İkinci olarak, insan zihninin gerçek doğasını anlayamamış olmaları. Üçüncüsü ise, hatanın gerçek nedenini hiç anlamamış olmaları. Bu üç hususa ilişkin doğru bilginin ne kadar zorunlu olduğunu, ancak her tür bilgi ve öğrenimden yoksun olan kişiler görmekten aciz olabilir.
İlk nedene ve insan zihnine dair doğru bilgiden fazlasıyla sapmış oldukları, az önce değindiğim üç önermenin doğruluğundan da kolayca çıkarsanabilir; bu yüzden, sadece üçüncü hata üzerinde durmakla yetineceğim. Bacon hakkında söyleyecek fazla bir şeyim yok; bu konuda konuşurken kafası fazlasıyla karışık ve hiçbir kanıtlamada bulunmaksızın sadece savlar ortaya atmakla yetiniyor. Öncelikle, duyuların yanılabilirliğine ek olarak insanın anlama yetisinin kendi doğası gereği hata yapmaya meyilli olduğunu ve her şeyi evrene değil, kendi doğasına benzer şekilde hayal ettiğini, bu bakımdan aldığı ışınları eğri bir yüzeyden yansıtan bir aynaya benzediğini ve kendi doğasıyla gerçekliğin doğasını birbirine karıştırdığını, vs. sorgusuz sualsiz kabul ediyor. İkincisi, Bacon insanın anlama yetisinin kendine has doğasından ötürü soyutlamalara yatkın olduğunu ve akış halindeki şeyleri sabitmiş gibi hayal ettiğini, vs. savunuyor. Üçüncüsü, insanın anlama yetisinin sürekli işler halde olduğunu ve durup dinlenmesinin mümkün olmadığını öne sürüyor. Bacon’ın saptadığı diğer nedenlerin hepsi, kolayca şu Kartezyen ilkeye indirgenebilir: İnsan iradesinin özgür ve anlama yetisinden daha geniş olduğu veya Bacon’ın daha karışık bir şekilde ortaya koyduğu gibi, anlama yetisinin keskin bir ışık olarak tanımlanamayacağı, bunun yerine, iradeden ona bir şeyler karıştığı yollu ilkedir bu. —3) (Burada Bacon’ın anlama yetisini genellikle zihin ile eşanlamlı kullandığını, Descartes’tan bu noktada ayrıldığını dikkate almak gerekir.) O halde, önemsiz saydığım diğer nedenleri bir kenara bırakıp, bu nedenin yanlışlığını ispat edeyim. Aslında, iradenin şu ya da bu istemden, beyazın şu ya da bu beyaz nesneden yahut insanlığın şu ya da bu insandan ayrıldığı gibi ayrıldığını hesaba katmış olsalardı, kendileri de bunu rahatlıkla görebilirdi. Demek ki, iradeyi şu ya da bu istemin nedeni olarak anlamak, insanlığı Petrus veya Pavlus’un nedeni olarak anlamak kadar imkânsızdır.
Demek ki, irade akıl varlığı —4) olduğundan, hiçbir surette onun şu ya da bu istemin nedeni olduğu ileri sürülemez. Tikel istemlerin, varolmaları için bir nedene ihtiyaç duydukları için özgür oldukları söylenemez; bunun yerine onlar oldukları gibi olmaya zorunlulukla kendi nedenleri tarafından belirlenirler. Son olarak, Descartes’a göre, hataların kendileri tikel istemlere tekabül eder, ki buradan çıkan sonuç, hataların, yani tikel istemlerin, özgür olmadıkları ve irade tarafından değil, dışsal nedenler tarafından belirlendikleridir. Bu hususu daha sonra geliştireceğim. Vs. —5)
[Rijnsburg, Eylül 1661]1) Spinoza’nın bahsettiği geometrik tarzda düzenlenmiş ek kayıptır.
2) Bkz. Ethica 1, başlangıçtan 4. Önerme’ye kadar olan kısım. [OP’deki not]
3) Bkz. Bacon, Novum Organum, I. Kitap, 49. Aforizma. [OP’deki not]
4) Lat. Ens rationis. Akıl varlığı. Düşünülen ya da dile getirilen, fakat nesnel dünyada düşünenden bağımsız gerçek bir varlığı olmayan.
5) Fokke Akkerman’a göre, bu mektubun (ve diğer bazı mektupların) kapanış sözlerinden ve tarihten yoksun olmasının nedeni, OP’nin hazırlanışında çoğu mektup için Spinoza’dan kalan ve kapanış cümleleri ile tarihleri içermeyen müsveddelerin esas alınmış olmasıdır. Akt. Maxime Rovere, Correspondance, Flammarion, Paris, 2010, s. 52.
s.59——64
Benedictus Spinoza
Mektuplar
Türkçesi: Emine Ayhan
Dost Kitabevi