Sanatsal dâhiliğin ve yaşanmamış hayallerin acı-tatlı bir kaydı.
Meşhur sanatçıların eskiz defterleri ve muhteşem yaratıcıların özel defterleri araştırmasından yola çıkarak, Vincent van Gogh‘un da bunlardan bir tanesine sahip olduğunu keşfettim. 1882 yılında kardeşi Theo’ya yazdığı bir mektupta şöyle diyor: “Eskiz defterim gösteriyor ki bazı şeyleri ‘olay anında’ yakalamaya çalışıyorum.” Bunlar, sanatçının dâhiliğinin gizli bir kaydı olduğu için herkese açık bir şekilde sergilenmiyor. Molly Oldfield bu gizli mücevheri The Secret Museum (Gizli Müze) adlı eserde gün ışığına çıkarıyor. Bu eser aynı zamanda Nobel Ödülünün doğuşunun ilginç bir şekilde karanlık olan hikâyesini de gözler önüne seriyor. Ayrıca, dünyanın en iyi kültür kurumlarından bazılarının arşivlerinden ve depolarından alınan, daha önce hiç görülmemiş, “sergilenemeyecek kadar değerli olan” 60 adet “hazineyi” ortaya çıkarıyor.
Oldfield, Amsterdam’daki Van Gogh Müzesinde sanatçının hayatta kalan eskiz defterlerini buluyor; dört tanesinin orijinal kapağı üzerinde duruyor ve özenli bir şekilde, baskılar ve çizimler arşivinde saklanmışlar. İlk dönem çizimleri Van Gogh’un dini yetiştirilme tarzına hitap ediyor ve bu ruhsal yoğunluğu yaratıcı bir eyleme dönüştürme biçimini ortaya çıkarıyor. Oldfield şöyle yazıyor:
Van Gogh derin dini bir yaşam tarzıyla yetiştirilmişti fakat 26 yaşında, dini şevkini sanata çevirdi. Bir sanatçı olmak istedi çünkü insanlığa, çizim ya da resimleriyle “belirli bir hatıra” bırakmak istedi ve bu isteği şu ya da bu okula uyum sağlamak için değil, samimi insani duyguları ifade etmek içindi.
Ailesiyle birlikte yaşamak ve zanaatını öğrenmeye başlamak için Nuenen adında kırsal bir kasabaya taşındı.
Eskiz defterlerinin sayısız sayfalarına göz gezdirirken, Oldfield sanatçının yaratıcı yolculuğuna ve acı-tatlı hatıralarına değiniyor:
İlk eskiz defterinin kraliyet mavisi renginde, ebrulu bir iç kapağı var ve arkasında da boş bir cep var. Ona çizmiş olduğu ilk resim Nuenen’de bir kilise. Daha sonra bu kiliseyi Scheveningen’den Deniz Manzarası ve Nuenen’de Topluluk Kiliseyi Terk Ediyor eserlerine de çizmişti.
İlginç bir biçimde, iki çalışma da bir zamanlar Amsterdam müzesinde asılı duruyordu fakat 2002 yılında çalındılar. Nerede oldukları ve onları kimin çaldığı gizemini koruyor. Ayrıca kaybolan eserlerin tek izi olarak Van Gogh’un defterindeki kurşun kalem çizimi duruyor.
İlk defterin geri kalan sayfaları Nuenen’deki kırsal yaşamı yakalayan, insan ve yer çizimleriyle dolu. İkinci eskiz defteri, siyah kapağıyla birlikte, Nuenen görüntüleriyle devam ediyor ve daha sonra Van Gogh’un 1885 yılının Kasım ayında taşındığı Antwerp’e dönüyor. Van Gogh, Antwerp’te Japon tahta basmakalıbı baskılarına olan tutkusunu geliştirmişti. Fakat hayatına ekmek, kahve ve apsent ile devam ettiği için çok geçmeden hastalandı ve Paris’e, erkek kardeşinin yanına taşındı. Orada, keten kaplı, cep boyutundaki; önceki defterlerine kıyasla dikdörtgen bir dev olan üçüncü eskiz defterine başladı ve bu defter Parisli insanlar ve müze heykelleri ve de ona poz veren kadınların çıplak resimleriyle doluydu. Oldfield şaşkınlıkla şöyle söylüyor:
Bir kurşun kalem çiziminde, o zamanlar kırsal bir bölge olan Montmartre’deki yel değirmeninin olduğunu fark ettim ve bu, onun birçok resminde görünüyordu. Ayrıca bu defterde; çiçek resimleri, Theo van Gogh’un çamaşır listesi ve Vincent’ten Theo’ya gönderilen, tebeşirle yazılmış bir mektup da bulunuyordu. Yalnızca tek bir tane boş sayfa vardı; sanatçı bunu abisine şehre geldiğini bildiren bir not yazmak için yırtmıştı.
Van Gogh, hala kırsal kesimlerden etkileniyor olduğu için 1888 yılında Paris’i terk etti ve Fransa’nın kuzeyindeki Arles’e yerleşti. Orada, Jeanne Calment adında 13 yaşındaki bir kızla tanıştı; bu kız dayısının dükkânında ona renkli kalemler satmıştı. Van Gogh’u “kirli, kötü giyinen ve huysuz” birisi olarak tanımlamıştı. (İlginç olarak, Jeanne, Van Gogh’dan daha uzun yaşadı, 122 yaşında, 1997 yılında öldü.) Van Gogh, her ne kadar huysuz birisi olsa bile yalnız hissetmiş ve Arles’de bir sanatçı topluluğu yaratmıştı. Bunun neticesinde, Paul Gauguin ona katıldı ve iki sanatçı meşhur Yellow House’da (Sarı Ev’de) birlikte yaşadılar; bu evde Gauguin’in odasında ayçiçek resimleri vardı.
Van Gogh, ikonik Ayçiçekleri serisinin ilk versiyonlarını yalnızca son eskiz defterine çizmişti. Bu defter ise keten ile kaplanmıştı ve üzerinde kapalı tutmaya yarayan bir bağ vardı. Oldfield şöyle yazıyor:
Hayatında hiçbir resmini satmamış olan Van Gogh o zamanlar, ayçiçeklerinin birdenbire tüm gezegen üzerinde biliniyor olacağını hiç düşünmemiş olabilir.
Van Gogh’un sanatsal rüyası kısa süre içinde bir kâbusa dönüşmüştü. Arles yerlileri Van Gogh’un delirmesi üzerine onu Yellow House’dan mahkeme kararıyla çıkarttılar ve daha sonra bir akıl hastanesine yattı, fakat orada da çizmeye devam etti. 1890 yılının Mayıs ayında klinikten ayrıldı ve erkek kardeşi ile doktoruna yakın olabilmek için kuzeybatı Fransa’da Auvers-sur-Oise isminde bir yere taşındı. İki ay sonra başarısız olduğunu düşünerek kendisini vurdu ve son eskiz defterini, yaşanmamış hayallerinin terk edilmiş hayaleti olarak geride bıraktı. Oldfield şöyle düşünüyor:
Son defterinde iki adet ayçiçeği çizimi var. Bir tanesinde bir vazoda 16 adet ayçiçeği var, diğerinde ise yine bir vazoda 12 adet kök var. Bu resimler, Van Gogh Müzesine ait olan iki resim ile eşleşiyor; onların da vazolarında aynı sayıda çiçekler var. Belki de bunları çiziyor ve mutlu günlerini hatırlıyordu.
[…]Merak ediyorum, eğer resimlerinin böyle bir hale geleceğini bilseydi, yine de kendisini vurur muydu? Eğer bu sorunun cevabı hayır olsaydı, bunlardan başka neler üretirdi?
The Secret Museum (Gizli Müze) içerisinde Londra’da (bir çeşit bilim topluluğu olan) Royal Society’de titizlikle korunan Newton’ın elma ağacı; New York Morgan Kütüphanesinde parşömen kâğıdı üzerine basılmış orijinal bir Gutenberg İncil’i ve Nabokov’un Harvard’da saklanan kelebek kabini gibi nadir kültürel hazineleri de bulunduruyor.
Brain Pickigns by Maria Popova
Çeviren: Gözde Zülal Solak (tabutmag)