Kabul ediyorum. Grinin elli tonu serisinin üç kitabını da okudum.
Bunu kabul etme sebebim bunca zaman cinsel arzularımdan utanıyor oluşum ya da bu kitapların anlatımının başarısızlığı hakkında iç dökme gerekliliğim değil. (Anlatım aşırı derecede zayıf ve yetersiz. “nefesin kesilmesi” ibaresinin üçüncü kitapta kaç kez kullanıldığını tespit etmek için e-kitap okutucu cihazımı kullandım ve cihaz bu sözcüğün tam yetmiş kez kullanıldığını gösterdi!) Bu kitabı okuduğumu kabul ediyorum çünkü bu seride yer alan -inanılmaz ve tehlikeli bulduğum- istismar temelli ilişkilerin resmedilişi hakkındaki görüşlerimi belirtmek istiyorum.
Grinin elli tonunu ilk kez duyduğum ve onun “Alacakaranlık” serisinin bir hayran kurgusu olduğunu öğrendiğim zaman, kitapları asla okumayacağıma dair yemin ettim. Alacakaranlık serisinin tüm kitaplarını okumuş ve onları hiç beğenmemiştim. Edward ve Bella, Bella ve Jacob arasındaki ilişkiyi tamamıyla dayatmacı ve duygusal olarak zarar verici nitelikte bulmuştum; aynı zamanda anlatımın monoton olmasından dolayı kitapları okurken çok sıkılmıştım. Kitap okuma zevkime ayırabildiğim kısacık bir süreyi de neden bu kitaplara harcayayım ki?
Ancak medya ve çevremde grinin elli tonu hakkında sürekli bir şeyler söyleniyor olması, merakımı tepe noktasına taşıdı. “Grinin elli tonu – Kadınlar için kötü, seks için kötü” başlıklı bir konuşmaya katılıp bu yaygaranın neden olduğunu öğrenmeye karar verdim.
Kitaptan alıntı yapacak olursam, “nefesim kesildi” “gözlerimi devirdim” “hatta birkaç kez dudaklarımı ısırdım” fakat başkahraman Anastasia’nın yaptıklarından dolayı değil. Öfkeden, sıkıntıdan, tiksinti ve aynı zamanda korkudan. Kitapları okuduktan sonra, bu tip bir ilişkinin kadınlar için romantik açıdan ideal olarak adlandırılıp kabul edileceğinden korkmaya başladım. Bu ilişkinin kadınlar için ideal kabul edilme olasılığını, Acının Kırmızı Odası’nda Anastasia ve Christian arasında yaşananlardan daha fazla tehlikeli buluyorum.
Anastasia Steele karakteri halihazırda olduğundan daha fazla bir stereotipin cisimleşmiş hali olamazdı herhalde. Anastasia içine kapanık, özgüvensiz, babası tarafından terk edilmiş olmanın verdiği acılarla boğuşan ve en yakın arkadaşı tarafından sürekli alaya alınan bir karakter. Hırdavatçı dükkanında çalışıyor olmasına karşın, oda arkadaşı kendisine yemek yapmak dışında hiçbir yeterlilik göstermiyor. Christian Grey onun hayatına girip cinsel ilişkide itaatkar rolü oynamasını teşvik edene kadar, Anastasia’nın hiçbir şekilde cinsel bir kimliği yok gibi görünüyor.
Christian’ın kölesi olabilmek için Anastasia’nın uzun ve oldukça detaylı bir kontrat imzalaması gerekiyor. Bunun yanı sıra Christian’ın tuttuğu bir antrenör ile haftanın dört günü çalışacak, Christian’ın hazırladığı beslenme diyetiyle beslenecek, ancak sekiz saat uyuyabilecek ve Christian kondom takmasın diye düzenli olarak doğum kontrolü yöntemlerine başvuracak. Bu kontratın tek bir maddesi bile Anastasia’ya ait değil. Bu ilişkideki hiçbir şey Anastasia’nın kontrolü ve tahakkümünde değil.
Christian Grey karakteri ise çocukken istismara uğramış, zengin ve güçlü bir iş adamı. Terapi almakta ve Anastasia da, Christian’ın kendisine yönelik değişen davranış biçimlerine göre, onun terapistine gelişmeleri sürekli olarak aktarmakta; ancak görünen o ki Christian hiçbir şekilde bir ilerleme kaydetmiyor.
Anastasia’nın Christian ile ilişkisi ilerledikçe, onun gittikçe artan kontrol etme eğilimi Anastasia’nın hayatını daha fazla etkiliyor. Anastasia’nın arkadaşı fotoğraf sergisi için onun fotoğraflarını çektiği zaman, Christian Grey tüm fotoğrafları satın alıyor; çünkü kimsenin Anastasia’ya bakmasını istemiyor. (Bunu yaptığı zaman ilişki içerisinde bile değillerdi). Anastasia bir yayımcılık şirketine asistan olarak girdiğinde, onun güvenliğinden emin olmak için Christian tüm şirketi satın alıyor. Onun izni dışında bir arkadaşıyla bir bara gittiği zaman, ona öfkesini göstermek ve kontrolünü vurgulamak için aynı gece New York’tan Washington’a kadar geliyor Christian. Kendisi için alınan şirkette çalışmaya başladıktan sonra Anastasia profesyonel bir özerklik kazanmak umuduyla hemen ismini değiştirmiyor. Bunun üzerine Christian, haber vermeden, çalışma saatleri içerisinde şirketi basıp Anastasia ile kavgaya tutuşuyor. Anastasia ismini değiştirmesinin neden bu kadar önemli olduğunu sorduğunda, Christian “herkesin Anastasia’nın ona ait olduğunu bilmesini istediğini” söylüyor.
Christian’ın Anastasia üzerindeki hakimiyeti tiksintimin ve kitapların insanlar ve insanların romantik ilişkileri algılayış biçimine etkisinden duyduğum korkunun başlıca sebebi. Evlendikleri zaman Christian’ın ona söylediği şey… “Sonunda benimsin” Christian’ın Anastasia üzerinde sağladığı kontrol, onun aşkının bir yansıması değil; ancak onu ne kadar objeleştirdiğinin bir yansıması. Bağımsız bir kadın olarak görmeyin bırakın, Christian Anastasia’yı bir birey olarak bile görmüyor, onun kendisine boyun eğmesini arzu ediyor.
Anastasia’nın annesi balayına gitmeden önce neden gelinliği üzerinden çıkarmadığını sorduğunda “Christian bu elbiseyi seviyor, onu memnun etmek istiyorum” diye yanıtlıyor Anastasia. Acının Kırmızı Odası’nda yeni şeyleri deneme arzusu, kendi cinsel isteklerini değil Christian’a olan aşkını ispat etme telaşından ileri geliyor.
Kitapları okurken kendime sorduğum soru neden Anastasia’nın Christian ile birlikte kaldığıydı ve buna bulabildiğim yanıt Anastasia’nın öz değer algısına sahip olmayışıydı. Ancak o seksi olduğunu söylediği zaman, Anastasia kendisini seksi hissediyor, kendisine Christian’ın gözleriyle bakıyordu. Kitapta beni en çok tiksindiren kısımlardan bir tanesi, Anastasia’nın Christian’la tanışana kadar kendisini hiç seksi hissetmediğini düşünmesiydi. Evet, size sürekli olarak iltifat eden bir partner ile birlikte olmak kendinize olan güveninizi arttırabilir; ancak Anastasia Christian sayesinde daha önce hiç var olmayan özgüvenini kazanıyor. Yalnızca onun etkisi yüzünden. Hiçbir değişim ve gelişim Anastasia’dan kaynaklanmıyor – ne işinden, ne evinden, ne de yaşam tarzından.
Anastasia ve Christian arasındaki bağımlılık ilişkisi okuması ve anlaşılması oldukça güç. İlk kitabın sonunda Christian’dan ayrıldığında, ikinci kitabın başında Christian onunla tekrar iletişime geçene dek kendisini açlığa ve hiçliğe terk etmiş olarak buluyor Anastasia. İkinci kitapta Christian’ın helikopter kazasında öldüğünü düşündüğü zaman, onsuz yaşayamayacağını düşünüyor. Christian Anastasia’nın kendisini terk edeceği korkusunu dile getirdiği zaman Anastasia asla gitmeyeceği güvenini vermek için ne yapabileceğini soruyor, Christian da evlenmeleri gerektiğini söylüyor. Evet, sağlıklı bir evlilik hayatının kökeni tamamen özgüvensizlik ve çaresizlikten kaynaklanıyor kesinlikle!
Romanın ana düşünceleri: Aşkın tek başına bir insanı değiştirebileceği, yatakta iyi olduğu sürece bir partnerden gelecek istismarın kabul edilebileceği, ebeveynler hazır olmasa bile çocuk karna düştükten sonra aldırma gibi hiçbir işlemin yapılmaması gerektiği, Viktoryen dönemine ait “saf ve temiz bir bakirenin yoldan çıkmış bir adamı düzeltebileceği” düşüncesi akıl almaz, inanılmaz ve tehlikeli.
Kültürümüz gelenekselleşmiş cinsiyet rollerinin sürekli değişiklik gösteren ideallerine maruz kalmıştır ve Grinin elli tonu bunun parlayan bir örneğidir. Bir kimsenin cinsel ilişki partneriyle erken evliliği, ebeveynler hazır olmasa dahi çocuk sahibi olmak, kadının sözüm ona evin direği olan erkeğe itaatkarlığı feministlerin ve ilerici düşünürlerin geride bırakmaya ve yok etmeye çalıştığı geleneksel yaşam biçimleridir. Anastasia ve Christian’ın ilişkisi hiçbir şekilde romantik değildir. Bir istismar, bir aşağılamadır. Christian’ın Anastasia’yı güvende tutma biçimleri maskülen ya da seksi değildir. Yalnızca sapıkça bir biçimde peşine takılma, tacizdir. Bunların hiçbirinin sağlıklı olarak adlandırılan bir ilişkide var olmaması gerekir.
Grinin elli tonu bu yılın en çok satan kitaplarından biriydi. Şimdi ise filme uyarlandı. Çok içten diliyorum ki bu kitap hakkında doğru dürüst fikirler her yerde paylaşılacak, eleştiriler yapılacak ve Christian Grey romantik idealizmi kültürümüzün içine yerleşmeyecek. Bunu başarmanın en iyi yolu ise iki eşit partnerin sağlıklı ilişkiler üzerine birbirleriyle tartışmalarıdır. Bu ise, Acının Kırmızı Odası’nda yaşananlardan daha seksidir bana kalırsa.
Carey Purcell
Çeviri: Hande Karataş