Korkum ninemin kaybolması ile başladı. Ninem, babam, ben bahçede saklambaç oynuyorduk. Ben ebe oldum.
Saklanın hadi, dedim.
Babam büyük adımlarla koştu. Ninem ise ufacık adımlarını atarken:
Daha saklanamadım, diye bağırıyordu.
Uzun süre duvara yaslı kaldım. Gözlerim kapalı. Arkamı dönüp onları hiç aramasa mıydım acaba? Kalsalardı saklandıkları yerlerde. Belirsiz süreler.
Bu tahta eve, bu doğduğum yere, bu ihtiyarların yanına ne diye gelmiştim? Nerede başlıyor? Bilmiyorum. Çocukluğumda mı? Yaşlılığımda mı? Kapı çalındı. Beklemiyordum onu. Karşılıklı oturduk.
Elleri titriyor. Yaşlılıktan.
Burada bulacağımı bilmiyordum seni.
Uzun süredir gitmek istiyordum buralardan.
Nereye?
Herhangi bir yere. Burada hiç kıpırdamadan ölmemek için. Gel otur yanıma. Sevişelim seninle.
Başlayamam.
Neden?
Korku veriyor bana. Hep düşünceler. Bir gün boşalırken ölmek istiyorum. Ya da onu öldürmek.
Yalnız düşlerim. Ona uzanırken. Uyanırken. Kendimi yatakta bir başıma boşalırken bulurken. Korkarken. Karanlıktan. Bir başıma oluşumdan. Uyumaktan. Uyanmaktan. Çocukluğumdan. Yaşlılığımdan. Ufalmış, buruşmuş küçücük bedenim de, böyle bağırarak boşalacak mı bir başına? İşte gene uyumam için hiçbir neden yok. Uyanmam için de. Bunları ben mi düşünüyorum? Yoksa söylüyor muyum? Oysa bambaşka bir yerdeyim. Sana sarılıp yatarsam, çocukluğumdayım. Taş sofaya dizilip yemek yiyoruz. Bazan çok sıcak oluyor hava. O zaman soğuk sularla taşları ıslatıyoruz. Yemekte her gün bir tatsızlık var. Çevremde, çocukluğumun geçtiği kentlerde, insanlarda bir tatsızlık, bir anlamsızlık var. Bunu biliyor muyum? Hayır. Anlatılmaz bir duygu. Çocuksu bir duygululuk. Seziyorum. Çorbamı içiyorum. Çişim gelince ninem beni bahçeye götürüyor. Çünkü yalnız başıma gitmekten korkuyorum.
Şimdi başka bir kentteyim. Bir başıma bir odadayım. Şimdi seninle konuşurken, duyduğum sesler tam bana gelirken, kaybolup gidiyor. Tutamıyorum onları. Ağzımdan çıkan sözler de birdenbire uzaklaşıyorlar.
Ve ben demek istediğimi diyemiyorum. Elim benim değil artık.
Daha birçok geceler.
Hayır. Hiçbir gece.
Yatıyoruz. O istemiyor. Ben de. Kimin kimi öldürdüğünü bilemiyorum. Ortada bir ölü var. Ya o. Ya ben.
Sabah erken, vapurdan denize bakıyoruz. Bütün gece yoldaydık. Serin bir sabah. Öğleye doğru çok sıcak olacak. Çekilmez bir sıcak. Yorgunum. Ama bu kentte kalmak beni daha çok yoracak. Yıllardır yordu. Kaç kez buralara bir daha dönmemek için uzaklara gittim (belki de hiç gitmedim). Hiçbir şey değişmedi. Ama işte bu gün eski evimizi aramaya nereden başlayacağımı bilemiyorum. Onu bulunca her şey çocukluğuma dönüyor. Merdivenlerdeyim. Yokuşlardayım. Evi bulmasam daha iyi. Ama beni oraya gitmeye zorlayan hiçbir şey yok ki. Hiçbir şey. Aynı halıların serili olduğu odalar. Aynı kalın bacaklı masa. Bütün bunlardan kaçarken ne kadar sevinçliydim. Bildiğim, tanıdığım her şeyden uzak olacaktım. Sabah istasyonun karşısındaki kahvede çay içtik. Ortalık daha pek aydınlamamıştı. Onunla dün gece sokaklarda kavga etmiştim. Beni yanına çağırdığı için. Ondan da kaçıyordum. Ama gene de yanına gelmiştim çağırınca. O gün trende çok sıkıldım. Dışarıda kapkara bir hava vardı. Kenti tanıyamıyorum. Her şey öylesine eski ki. Sonra bahçeyi gördüm. Bahçeyi değil, babamı tanıdım. Top oynuyordu bir başına. Topu bir ağaca atıyor, tutuyor, atıyor, gene tutuyordu. Sonra elinde topla ağaçların aralarında koşarak dönüyordu. Bir ara yere yattı. Bahçeye girdim. Babamın yanına gittim. Uyuyordu. Eski tahta ev. Kocaman bir holü var. Öylesine büyük ki. Eskiden bir ninem daha vardı. Ben okuldan döndüğümde onu hep büyük holün camının önündü oturur bulurdum.
Şu karşı mezarlığı görüyor musun? derdi bana. Bütün gün oraya bakardı. Şimdi ben de o ninem kadar yaşlıyım. İncecik bir kadındı. Öldüğünde benim o zamanki çocuk cılızlığımdan daha da cılızdı. Ama öteki ninem hiç ölmemişti. Şimdi bu büyük evin herhangi bir köşesinde uyukluyordu.
Sokak satıcıları bağırıyorlar. Pencereye yaklaşıyorum. Kapıyı açıp, balkona çıkıyorum. Hemen karşıda bir ev daha var. Bir adam da cama çıkıyor. Üst kısmı çıplak. Esniyor. Sonra gene içeri giriyor. Dar sokak. Aşağıya doğru merdivenlerden iniyor. Başımı çeviriyorum. Taa ötede deniz var. Hayır. Tanımıyorum ben burayı. İlk gelişim bu. Bütün gün hiçbir şey olmayacak. Yalnız sokak satıcıları bağıracaklar. Bir odada uyumaya çalışıyorum. O geliyor. Uyandırıyor beni. Üstelik bana çok sıkıldığını söylüyor.
Bırak beni artık. Bu camdan çırılçıplak aşağıya atlayacağım. Sana karşı değil bu. Çocukluğuma karşı. Bu kente, bu eve, bu halılara, bu değişmeyen her şeye, bu ölmeyen herkese karşı. Yaşlı halimle ne değin mutlu olacağım genç bedenim ölü olarak bu dar sokakta yatarsa. Yarın ne olacak sanki? Sokak satıcıları bağırışacaklar. Ve bu sesleri kulağımdan uzaklaştırmaya çalışacağım. Bir uğultu olacak sokağın tüm gürültüsü. Uyumaya çalışacağım.
Sabahleyin buldum ninemi. Babamla sarılmış yerde uyuyorlardı. İkisi de horluyordu. Ninem birden doğruldu. Ufacık gözleriyle bana bakıyordu. Görüyor muydu beni?
Hadi kalkın, bahçeye çıkıp oynayalım.
İkisi de kalktılar hemen.
Düşümde onun kadınlık organının içinde bir de erkeklik organı olduğunu gördüm. Uyanır uyanmaz seviştik. Ortada iki ölü vardı. Hem o. Hem ben.
O sabah saklambaç oynarken babamı da, ninemi de aradım. Babam çimenlerin üzerinde uyuyakalımştı. Eli şeyindeydi. Ninemi bulamadım. O sabahtan beri kayıp. Saklambaç oynayalım derken, kaybolup gitti. Babam onun uzun yıllardan beri bahçeden dışarı çıkmadığını, yolları hiç bilmediğini, tanımadığını söyledi. Babamla el ele verip her yeri aradık. Ben istemedim bu kadarını ama, babam tutturdu. Üstelik ağlamaya da başlamaz mı?
Sus, istemem, diye bağırdım.
Susturamadım. Tahta eve koşup topunu getirdim. Hemen sıçrayıp ayağa kalktı. Aynı dünkü gibi topu ağaçlardan birine atıyor, tutuyor, atıyor, tutuyor, gene atıyor, gene tutuyor, ge………………..
(1965)
s.13—16
Tezer Özlü
Eski Bahçe, Eski Sevgi
YKY, 1994