Papirüs tomarlarının dinamiği Facebook’u nasıl açıklıyor?
Modern sosyal medyanın köklerinin, ilkel atalarımızın uzun bir nesline dayandığını daha önce görmüştük – Orta Çağ’daki, Tumblr’dan 500 yıl önce ortaya çıkmış olan antolojilerinden; zamanının Facebook’u olan Voltaire’in Edebiyat Cumhuriyeti’ne; Edison’ın “viral” kedi videolarından; Félix Fénéon’un 20.yy başlarındaki analog “Twitter”ına kadar. Fakat sosyal medyanın bunlardan daha da önce, antik Roma’da başladığı ortaya çıkmıştır. Tom Standage, Writing on the Wall: Social Media – The First 2,000 Years (Duvardaki Yazı: Sosyal Medya – İlk 2,000 Yılı) adlı kitabında bizleri, bugün “sosyal medya” olarak bildiğimiz şeyin şaşırtıcı, parıldayan tarihini izini sürerek, “bugüncülük” önyargımızı çürütmeye davet ediyor. Ortaya çıkan şey ise, bunların hepsini Romalı devlet adamı Cicero’ya borçlu olduğumuzdur.
M.Ö 51 yılında Roma Cumhuriyeti yeni yolsuzluğa karşı yeni bir yasa çıkarmıştı ve bu yasa vilayetlerde görev alacak olan yüksek rütbeli görevliler talep ediyordu. Cicero da, bu onun için bir şaşkınlık olsa bile; Roma’nın politik aktivitesinden çok uzakta ve elverişsiz bir yer olan, bugünkü Türkiye’de yer alan Kilikya’ya bölge valisi olarak atanmıştı. Roma’nın güç dinamikleri ile ilgili mühim bilgilerden geri kalacağı konusunda endişeli hisseden Cicero’nun tek bir umudu vardı: Romalı seçkinlerin geliştirdiği çok yönlü bilgi-değiş tokuş ağı. Standage bunu şöyle açıklıyor:
Matbaa ve kâğıdın olmadığı bir zamandı. Bunun yerine kopyalanan, yorumlanan ve papirüs tomarları halinde diğerleri ile paylaşılan doküman ve yazın değiş tokuşu ile bilgi paylaşımı yapılıyordu. Dönemin en iyi korunmuş yazınlarından birisi olan Cicero’nun kendi yazışmaları, onun başka yerlerdeki arkadaşları ile sürekli yazıştığını gösteriyor. Bu şekilde arkadaşlarını politik entrikalardan haberdar ediyor, onlardan önemli bilgileri alıyor ve kendi yorumu ile düşüncelerini sunuyordu. Mektuplar genelde kopyalanıyor, paylaşılıyor ve diğer mektuplarda alıntıları yapılıyordu. Bazı mektuplar birkaç kişiye ithafen yazıldığından, yüksek sesle okunacak şekilde veya halka açık bir yerde ilan edilecek şekilde yazılıyordu.
Cicero veya herhangi bir politikacı önemli bir konuşma yaptığında, onu arkadaşları için kopyalayabiliyorlardı ve böylece kopyayı alan kişiler de onu okuyup diğerleriyle paylaşabiliyordu. Böylece çoğu kişi konuşmayı duymak yerine okuyabiliyordu. Kitaplar da aynı şekilde; kişiden kişiye geçen papirüs tomar setleri halinde dolaştırılıyordu. Bir konuşmanın kopyasını veya bir kitabı edinmek isteyenler ise kâtiplerden onların bir kopyasını isteyebiliyorlardı. Kopyalar ayrıca acta diurna adı verilen günlük kamu kayıtları (“günlük faaliyetler” ya da devlet gazetesi) içerisinde de yer alıyor ve yayılıyordu. Bu gazeteler Roma’daki merkezi alanlarda her gün panolara asılıyordu ve politik tartışmaların özetlerini, yeni yasa önerilerini, doğum ve ölüm ilanlarını, resmi tatillerin tarihlerini ve diğer resmi bilgileri içeriyordu. Cicero Kilikya’ya gitmek için ayrıldığı zaman, arkadaşı ve çırağı olan Marcus Caelius Rufus’tan ona mektupları ile birlikte her günün gazetesinin kopyasını göndermesini istemişti. Fakat bu Cicero’nun bilgi kaynaklarının yalnızca bir kısmıydı. Cicero, “Diğerleri de yazacak, çoğu bana haber gönderecek, hatta bu haberlerin çoğu söylentiler yoluyla bana ulaşacak” diye yazmıştır.
Resmi olmayan ve bir mektup arkadaşından diğerine bilgi aktarımı sağlayan bu sistem; bilgiyi en fazla birkaç hafta içerisinde en uzak bölgelere ulaşıyordu. Batı’da haberlerin Roma’dan İngiltere’ye ulaşması yaklaşık beş hafta sürüyordu, Doğu’da Suriye’ye ulaşması ise yedi hafta sürüyordu. Farklı bölgelerde bulunan tüccarlar, askerler ve yetkililer, cumhuriyetin merkezinden çıkan haberleri kendi sosyal çevrelerine dağıtabiliyorlardı ve bunu mektuplardan seçmeler, konuşmalar ya da devlet gazeteleri paylaşarak ve ayrıca Roma’daki bağlantıları olan kişilerden edindikleri haberleri ve söylentileri paylaşarak yapıyorlardı. Resmi bir posta servisi yoktu ve mektuplar da haberciler ya da o yöne gidiyor olan arkadaşlar, tüccarlar ya da yolcular aracılığıyla gönderiliyordu. Bunların sonucunda da Cicero, kendi sosyal çevresinin üyelerinden oluşan bir irtibat ağı aracılığıyla bilgilendirilmiş oluyordu ve bu ağ ise bilgi toplayan, bilgileri süzgeçten geçiren ve dağıtan kişilerden oluşuyordu.
Bugün “sosyal medya” olarak bildiğimiz şeyin doğuşu bu şekilde gerçekleşmiştir; bu şekilde adlandırılıyor olmasa bile, hatta bir adı olmasa bile. (Ek olarak, Standage bunu belirtmemiş olsa da, Cicero şuna inanıyordu: Eğer Yunan toplumunda bir kelime eksik ise, bunu sebebi o kelimenin anlatmak istediği şeyin yaygın bir hale gelmiş olması ve bu yüzden de insanların onun varlığı artık fark etmiyor olmasıdır.) Yani, bu şeyi ortaya çıkaran platform, el ile dağıtılan papirüs tomarlarıydı. Fakat insan gücü ile çalışan ağ aracılığıyla bilgi aktarma mekanizması; Facebook, Twitter, Tumblr ve aklımıza gelebilecek olan diğer platformlardan daha analogdu. Cicero’nun ağını takiben, farklı platform ve dönemler çerçevesinde ortaya çıkan daha birçok benzer örnek vardı:
Diğer göze çarpan örnekler arasında şunlar da vardı; Hristiyan Kilisesi’nin erken dönemlerindeki mektup ve diğer dokümanların dağıtımı; Reformasyon’un başlangıcındaki 16.yy Almanya’sında dağıtılan basılı broşürler; Tudor ve Stuart sarayları arasında takas edilen ve kopyalanan dedikodu dolu şiirler; Kralcı ve Parlamenterlerin, İngiliz İç Savaşı sırasında kamu görüşünü destekledikleri politik düello broşürleri; Aydınlanma döneminde kahvehanelerde dağıtılan haber kâğıtları ve broşürler; uzak yerlerde bulunan bilim adamlarının birbirleriyle tartışarak fikir paylaşımında bulunmalarını sağlayan ilk bilimsel dergiler ve yazışma dernekleri; Amerikan bağımsızlığına desteği arttırma amaçlı yayınlanan broşürler ile yerel yayınlar ve dedikoduların Paris’ten tüm ülkeye yayılmasını sağlayan, devrim öncesi Fransa’nın el yazısı ile yazılmış şiirler ve haber bültenleri. Bu tür sosyal medya sistemleri sık sık ortaya çıkıyordu çünkü insanlık tarihinin çoğu döneminde, sosyal medya yeni fikirlerin ve bilgilerin yazılı ya da sözlü olarak yayıldığı baskın bir araçtı.
Sosyal medyanın etki alanı ve gücü ivme kazanarak yükselişe geçtikçe, on dokuzuncu yüzyılda birden durgunluk olmuştu:
Buharlı matbaa makinesinin ortaya çıkışı ve yirminci yüzyılda radyo ve televizyonun bunu takip etmesi, bugün “kitle iletişim” adını verdiğimiz şeyi mümkün kılmıştır. Bu yeni kitlelere yayılma teknolojileri, bilginin direkt olarak yüksek sayıda insana, daha önce görülmemiş bir hızda ve etkide yayılmasını sağlayabilirdi. Ancak, yüksek bedelli olmaları bilgi akışının yalnızca birkaç kişinin elinde olmasını sağladı. Bilginin dağıtım biçimi tek-yönlü ve merkezliydi ve bu da bir önceki çift-yönlü, etkileşimli ve sosyal dağıtım geleneğine gölge düşürdü. Büyük medya imparatorlukları, bu kitle iletişim teknolojileri aracılığıyla büyümüşlerdir. Ayrıca bu kitle iletişim teknolojileri ulusal kimlik algısına teşvik sağlıyor ve baskıcı devletlerin kendi propagandalarını kolay bir şekilde yaymalarını sağlıyordu.
Böylelikle, Standage’ın birçok açıdan Cicero’nun zamanının yapısına benzediğini iddia ettiği şimdiki zamanımıza dönüyoruz – internetin zeminini hazırlamış olduğu araçların demokratikleştirilmesi, bizim kendimizi tek yönlü bir şekilde hitap edilen “kitle” olarak değil de, çok yönlü bilgi alışverişine dâhil olan ve gelişen bir sosyal organizma olarak görmemizi sağlamıştır. Bununla birlikte, bu bilgi alışverişinin aynı anda her yerde bulunma özelliğinin insanları geliştirip geliştirmediği, beyinlerimize olan etkisi, çevrimdışı yaşama kabiliyetimizi nasıl etkilediği, tekno-distopyan şikâyet korosunun diğer benzer şikâyetleri hakkında bazı endişeler ortaya çıkmıştır.
Fakat Standage’ın Writing on the Wall kitabında detaylı bir şekilde incelemiş olduğu en önemli nokta; teknoloji hakkındaki endişelerin aslında yeni bir şey olmadığı. Bu analog öncülerin tarihsel bir araştırması bizlere yalnızca hâlihazırdaki sosyal medya meşguliyetimize çok boyutlu bir bakış açısı değil aynı zamanda – bireysel, toplumsal ve medeniyet bağlamında ihtiyaçlarımıza hizmet eden – bu alışkanlıkları, tavırları, yaklaşımları ve bilgi sistemlerini algılama kabiliyeti sağlar.
Maria Popova
Çeviri: Gözde Zülal Solak (tabutmag)