Bir ahtapotu okşarken, hayallere dalmak kolay. Bir başka varlıkla, özellikle ahtapot kadar bizden farklı bir varlıkla bu kadar derin bir huzur bulmak, mahcup edici bir ayrıcalık… evrensel bilince çıkan bir bağ.
“Doğa tarihçilerinden psikologlara ve psikiyatrlara, töre bilimcilere, nörologlara ve filozoflara, herkesin yüzyıllardır araştırmasına rağmen, hala duygu veya bilincin evrensel bir tanımı yoktur.” der Laurel Braitman hayvanların akli yaşamlarına dair müthiş incelemesinde. Virginia Woolf bilinci “zihinde bir dalga” olarak tanımlar ancak dalganın tadını çıkarsak da, kaynağı olan okyanusu hemen hemen hiç tanımıyoruz.
Maria Popova’un NPR’ın Bilim Cuması programına, yılın en iyi bilim kitapları seçimlerini tartışmak için yaptığı senelik ziyaretinde, onunla birlikte misafir olan olağanüstü bilim yazarı Deborah Blum ve onun okur radarlarının kaçırdığı, bilincin bu daimi sorusuna benzersiz bir özen ve incelikle değinen büyüleyici bir kitaptan, doğa bilimci, yazar ve belgesel yapımcısı Sy Montgomery‘nin Bir Ahtapotun Ruhu: Bilincin Harikalarına Şaşırtıcı Bir Yolculuk‘tan bahsetti.
Montgomery basit görünen bir önermeyle başlar. Ahtapot bizden muhteşem farkları bulunan bir yaratık -şekil ve renk değiştirebilir, derisiyle tat alır, ağzı koltuk altındadır, ve elma büyüklüğündeki bir delikten bütün vücudunu geçirebilir. Ve, biz insanlar gerçekliği birbirimizden oldukça farklı yollarda tecrübe ettiğimize göre, ahtapotlar bizim gerçeklik dediğimiz olgunun tamamen farklı bir versiyonunu yaşıyor olmalıdırlar.
Bu farklılığı oluşturan karmaşıklıklar kümesi, Montgomery’nin mucizevi şekilde bilgi dolu ve etkileyici kitabında ortaya çıkardığı gibi, bilinç anlayışımızı genişletir ve “ruh” dediğimiz unsura ışık saçar.
Der ki:
Yarım milyardan fazla yıl önce, ahtapotları ve insanları oluşturacak olan soylar ayrıldı. Bu ayrımın öteki tarafının zihnine acaba ulaşabilir miyim diye merak ettim. Ahtapot, “Diğer”in en büyük gizemini temsil eder.
İnsanlık halinin gizli tehlikeleri arasında farklılığı, dostça bir meraka davetiye yerine bir korku kaynağı olarak görmeye yatkınlığımızdır. Ahtapot, en uç diğer olarak, tarih boyunca bu yatkınlığın bir örneği olmuş ve bilinmezlik korkumuzu tetiklemiştir. Montgomery Victor Hugo‘nun romanı Deniz İşçileri‘nden özellikle sembolik bir alıntı yapar:
Hortlak üzerinize yatar; kaplan sizi sadece yiyebilir; ahtapot, korkunçtur, can damarınızı emer… Kaslar şişer, bedenin sinirleri bükülür, deri nahoş baskı altında çatlar, kan fışkırır ve kurbanına sayısız iğrenç ağızla yapışan canavarın akkanıyla korkunç bir şekilde karışır…
“Ahtapotu yüzlerce yıllık karakter cinayetinden kurtarmak” için yola çıkan Montgomery ahtapotların oldukça bireysel kişilikleri olduğunu ve belirgin bir şekilde merak gösterebileceklerini not eder -sadece insanlara ait olduğunu düşünme eğiliminde olduğumuz özellikler. Dostluk ve düşmanlıktaki amaçları bile, Hugo’nunki gibi asılsız vahşilikten uzak bir şekilde, insanların paralelidir:
Bir çalışmasında, Seattle Akvaryumu biyoloğu Roland Anderson sekiz dev Pasifik ahtapotuna, tanımadıkları, aynı mavi akvaryum üniformasından giyen, iki insan gösterdi. Bir insan belli bir ahtapotu düzenli olarak beslerken, başkabiri aynı ahtapota kıllı bir sopayla dokundu. Bir hafta içinde, insanları ilk gördüklerinde -dokunmadan veya tatlarını almadan, sadece suyun içinden gördüler- çoğu ahtapot besleyiciye doğru gidip, diğerinden uzaklaştılar. Bazen ahtapot, su fışkırtma deliğini, kafasının yan tarafına yakın, ahtapotun denizde hareketini sağlayan sifonu, ona kıllı sopayla dokunan insana yöneltirdi.
Elbette, şüpheci bir kimse bunun “bilinçten” çok içgüdü olduğunu savunabilir. Ama Montgory çarpıcı bir şekilde özel ve bağlama göre düşünülen, ahtapotların karmaşık bilinç tecrübeleri -bizim insanlar aleminde “düşünce” veya “duygu” olarak tanımladığımız şeyler- tarafından yönlendirildiğini ima eden, bizim özel olduğumuz yanılgısını baş aşağı eden, birtakım davranışları özetlemekle devam eder. Unutmayalım ki, başka türleri küçümseyerek bu yanılgıları desteklediğimiz uzun bir tarihimiz var, değersiz egoistlerin diğer insanları küçümseyerek kendilerini büyük hissetmeleri gibi – Jane Goodall bile şempanzelerin bilinçleri olduğunu ilk öne sürdüğünde ret ve alayla karşılandı.
Ama bu garip ve harika yaratığın iç dünyasının entelektüel değerlendirmesinin ötesinde, Montgomery bir ahtapotla fiziksel, bedensel temasın kendi başına üstün bir tecrübe olduğuna dikkat çeker -bilinç hakkındaki en temel varsayımlarımızı sorgulatan bir tecrübe:
Bir ahtapotu okşarken, hayallere dalmak kolay. Bir başka varlıkla, özellikle ahtapot kadar bizden farklı bir varlıkla bu kadar derin bir huzur bulmak, mahcup edici bir ayrıcalık. Paylaşılan bir tatlılık, nazik bir mucize, evrensel bilince çıkan bir bağ.
Sahiden, kitabın en büyük ödülü etkileyici bilim değil -bu da hayran bıraksa da- Montgomery’nin, Thoreau’nun Yeni İngiltere’nin harikalarını betimlemesi gibi okyanusun derinliklerinin harikalarını betimleyen, edebi bir doğa bilimcinin ruhundan damlayan büyüleyici nesridir. Denizaltı dünyasının “mucizeler defilesini” seyrederken kendini “tuhaf görkemlerden mest olmuş” bir şekilde bulan Montgomery der ki:
Muhteşem bir balon balığı bir kayanın altına saklanır. Bir zamanlar sadece Cozumel’de yaşadığı düşünülen, krep gibi yassı, ince, dalgalı yatay mavi ve beyaz çizgileriyle, neon sarı yüzgeçleriyle, bıyığıyla. 120 santimlik bir hemşire köpek balığı bir mercan kayalığının altında huzur içinde uyur. Kara çizgileri olan sarı bir boru balığı, uzun, borumsu hortumunu indirmiş yüzüyor, dallanan bir mercanın arasına kaynamaya çalışır. Parıldayan pembe ve sarı balıklardan oluşan bir sürü, maskemizin santimetrelerce yakınından geçer, sonra da gökyüzündeki kuşlar gibi birlik içinde yön değiştirir.
Bundan daha rüyaya benzer bir doğal hal bilmiyorum. Hazzımın coşkuya dönüştüğünü hissediyorum ve acayip algılar tecrübe ediyorum: nefesim kafatasımda yankılanıyor, uzak sesler göğsümde güm güm atıyor, nesneler olduklarından daha yakın ve büyük görünüyor. Bir hayalde gibi, imkansızlar gözümün önünde var oluyor, ve ben de bunları sorgulamadan kabul ediyorum. Suyun altında, kendimi odağın, mesafenin, ve algıdaki netliğin dramatik bir biçimde değiştiği başka bir bilinç halinde buluyorum.
Aniden, keşiflerinde tanışıp sevdiği ahtapotların bu baş döndürücü dünyayı varlıklarının temel arka planı olarak tecrübe ettiklerinin farkına vararak, gerçeklik olarak kabul ettiğimiz sınırlı his ve algıları sınırlarını dikkate alır:
Okyanus, benim için, Timothy Leary için LSD neyse odur. O, mikroskopla biyoloji arasındaki ilişkinin halüsinojenle gerçeklik arasında da olduğunu, daha önce ulaşılamayan bir gerçeklik algısına ulaştırdığını iddia etmiştir. Şamanlar ve arayıcılar zihinlerini normalde tecrübe edemeyecekleri boyutlara taşımak için mantar yerler, iksir içerler, kurbağa yalarlar, duman solurlar ve enfiye çekerler.
[…]Dalıştan kaynaklanan değişmiş halimde, bir uyuşturucunun etkisinde değilim: dalışımda aklım başımda, kendi isteğimle okyanusun kendi rüyası gibi hissettiren bir tecrübenin parçası oluyorum.
Bu bakış açısını değiştiren değerlendirmeden Montgomery’nin en derin sorusu doğar. Gezilerinin onu getirdiği, ahtapotun ruhuna adanmış bir Tahiti tapınağında otururken, merak eder:
Ruh nedir? Bazıları öz, bedeni işgal eden benlik olduğunu söyler; ruh olmadan beden elektriği olmayan bir ampul gibidir. Ama ruh hayatın motorundan daha fazlasıdır, der başkaları; hayata amaç ve anlam veren şeydir. Ruh, Tanrı’nın parmak izidir.
Başkaları da ruhun en içimizdeki varlık olduğunu söyler, duyularımızı, zekamızı, duygularımızı, arzularımızı, irademizi, kişiliğimizi, kimliğimizi veren şey. Birisi ruha “zihnin gelgitlerini izleyen, dünyanın geçişini izleyen kalıcı bilinç” der. Belki bu tanımların hiçbiri doğru değildir. Belki de hepsi doğrudur. Ama sıramda otururken emin olduğum bir şey var: Bir ruhum varsa -ki olduğunu düşünüyorum- bir ahtapotun da bir ruhu vardır.
Alan Watts’ın “Yaşam ve Gerçeklik, diğer herkese uydurmadığınız sürece sahip olabileceğiniz şeyler değildir.” derken kastettiği şey, şüphesiz budur.
Bir Ahtapotun Ruhu tamamıyla güzel bir kitap, aynı anda hem bilimsel olarak aydınlatıcı hem son derece şiirsel, ve elbette yılın en iyi bilim kitaplarına münasip bir eklenti.
Bilim Cumasının tamamını aşağıda dinleyebilirsiniz: (İngilizce)
Maria Popova
Çeviren: tabutmag