Şiir, düşüncenin eğrisidir. Bu eğri, “Şiirin omurlarını kusması yahut omurgasının parçalarından yeni yap-bozlar kurmasına öncü olacaktır.” diyebilir miyiz? Günümüz geç şairinin öteden beri içine çağrıldığı, fakat onun bu çağrıyı yanlış anlamakla kalmayıp, düpedüz batağına sürüklendiği “Günceli, güncel olanı kullanmak” hususunun, gerekliliğine dair amentüden ötürü, ümit beslediğimiz şiir tamamıyla plastik ve gerçeklikten yoksun bir hale düşmek tehlikesini taşısa da ümit vaadeden bir kıpırdanma şüphesiz bulunmakta. Hiçbir şeyin gerçeği tam anlamıyla karşılayamadığı bu düzlemde; doğruların da sağlıklı önermelerde bulunamayacağı kanısına varmış olmalıyız. Şiirin gerçeği de onu noktalardan oluşan bir doğru üzerinde verilen farklı bir ünlemle daha dikkat çeker hale getirmek olmalıdır. Parça – bütün algısı yerine nitelik kazandırılmış yeni yerleştirmelerin, kurguların var olması artık ütopik olmaktan çıkmakta ve gereklilik halini almaktadır. Diğer yandan yeni bir şiir kuşağının oluşması gözleniyor.
Toplumsal ve bireysel duyarlıklar, değişen dünya ve Türkiye gerçekleri, yeni kuşak şiirin tek yönlü alışılagelmiş akımsal, manifestik yanılsamalar ve yaftalardan muaf şekilde köklendiğine dair şiir okuruna ve yayımcısına kendini sezdirmekte. Şiirsel organizma varoluşunun aracısını, doğumlarından sonra aracı olduğu ya da töresel sığlıklarla, genetik aktarımlarla sahiplendiği için onu yâdsımak iradesine ulaşmıştır. Konstruktif bağlamda, imgede parçalılık ya da parçanın nesneye dönük kübik duyarlığa yönelik doyurulması, eksik biçimlerin, isime-fiile ve sıfata dek indirgenmiş nosyonların, tekdüze bir şiir kurgusuna yaratıcı müdahalelerinin yolunu da açacaktır. Korkutan, çekince yaratan, kimi otorite ve yanlılarınca öcü tabir edilen, yok edilmesi ve sindirilmesi için baskı uygulanan ama modern şiirin açmaz kabul edilegelen sorunlarına damar yolu açmaya aday bir şiir atmosferi ilk yağmur damlalarını kağıda bırakıyor artık. Sinema eleştirmeni Epstein’in, 1955 yılında yazmış olduğu, sinemaya olduğu kadar şiir ve yazının diğer kanallarına da zihin açacak, “L’Espirit du Cinema” adlı eserinde; “Neden belirli bir düzenlenmiş olaylar kalıbını, kronolojiyi, olguların ve duyguların örgütlenmiş ardıllığını varsayan öyküler anlatmalı ki; Böylesi bakış açıları yalnızca göz yanılmalarıdır. Yaşam, düzgün biçimde yan yana dizilmiş irili-ufaklı tablolar gibi kurulmamıştır. Öyküler yoktur. Öyküler asla olmamışlardır. Varolan yalnızca başı ve sonu belirsiz durumlardır” denilerek gayet net biçimde vurgulanmıştır.
Çok anlamlılığın, çağrışımın ve parça-bütün kırılmasının, şiirin omurga arayışına olan katkısı şudur; tek kelime veya cümlede durumun, çoklu hallerinin süreklilik gösterme kaygısı gütmeden, bilincin gelen şiirsel iletiyi sıra gözetmeksizin eteğe sermesi, genel anlamda imgeyle alakalandırılır. Modern imge ise; çağrışımın denge ve yüzey hissiyatı içermeden, sanki kazılmış toprağa atılan tohumların yere düşerken oluşturduğu sürtünme-çarpışma ve toprakla buluşurken var olan oylumlardan sekmeleriyle yer bulmalarına benzer. Dolayısıyla şiir er geç bir okurun zihninde kovuk bulacak ve yeni çağrışımlar için öncü olacağa benzer. Şair-i azamların bahsettiği akıcılık, şiirin ikona halini alan tek omurgalaşması, kitinleşmesi derdi ise, olmazsa olmaz değildir. Şiir bir kalıba girmeyecekse bunda rahatsız olunacak bir sorun da yoktur. Türkiye coğrafyasında konjüktürel değişimler dahilinde yeni yeni filizlenen ve bu toprakların özdamarlarından olan bazı diller tıpkı Türkçe’de olduğu gibi kabuğunu kırmak ve genişlemek çabasını güdüyor.
Sevindirici olmasının yanı sıra kültürlerarası geçirgenliği illa dünyadaki siyasi, sosyo-kültürel ve buna benzer değişimlerin tetiklediğini öne sürmek, Anadolu’nun dünyaya medeniyetlerini kendi özkaynakları olan diller aracılığıyla dağıttığını bilmemek anlamına gelir ki bu da düpedüz cahilliktir. Eşgüdümlü olmasa bile bu komşu dillerin birbirleriyle dağarcıklarını paylaşmakta daha hevesli olmaları gereklidir diye düşünüyorum. 2000’li yıllarda kendini ve ürünlerini okurla –edebiyat dergileri, internet ve fanzin gibi matbu/e-yayınlar aracılığıyla paylaşmaya başlamış olan şairlerin, gelişimlerine dair sabır göstermek, kolaycılık yahut baştan savmacılık olmadığı gibi bilinçli bir durumun varlığını da ortaya koyar. Farz-ı misal gebe kadının kendi omurgası dışında karnındaki bebeğin omurgası neyse, şiir içinde şiirin kendisi odur.
“2000 Sonrası” şiir, içinde barındırdığı varlıklar, olgular, devinimlerle birden çok omurgaya sahip ve disiplinlerarasılık deneyimini yeni yeni keşfeden, köklerini az çok tanıyan ve beslenen bir şiir olarak şiirle ilgili platformlarda kendine yer bulmaya başladı bile. Şiirde kalıplaşan sınırlar, takılıp kalacağımız, kendi kendimizi yiyip bitireceğimiz sıkıntı odası olmamalıdırlar. Şiirdeki eğri tasarımı ve buna dayanan kırılma olgusu, uyum budalalığına gereksinim duymaz ve şiirsel itaatsizliğin engin kuraklığında yeni seraplar görmek için açık uyunan gözlerdir. Thames and Hudson yayınlarından, 1959 yılında çıkan “Anthology of Mexican Poetry” adlı kitapta, Octavio Paz şöyle bir ifade kullanıyor; “… Dün evrensel topluluğun özgür havasını içimize çekmek için gerekli olan şiir, bugün bizi gücün ve sayıların büyüsünden korumaya yarayan bir cin kovma duası olma niteliğini sürdürüyor. Deniliyor ki şiir, yaşamımızı bozmakla yetinmeyip vicdanlarımızı da yönetmek isteyen tüm güçlere karşı modern insanın Hayır Demesinin yollarından biridir. Fakat bu olumsuzlama kendi içinde kendinden büyük bir Evet’i de barındırmaktadır.” Wittgenstein’ın dediği gibi, dilimizin sınırları, düşüncemizin de sınırlarından ibaretse hangi putun boynundaki baltaya yöneleceğimize bir bakalım derim.
Sevindiğim nokta şu ki, gelinen aşama açısından, İkinci Yeni tabir edilen şiir açılımının yarıda kalan hamlesi, göstergeler doğrultusunda infilak etme pahasına Türk Edebiyatına yeni bir çığır açıyor gibi.
Mvstafa Berkay Işık
tabutmag 2. sayı