The Paris Review dergisi, belki yayımladığı eleştirilerden de çok yazar söyleşileriyle tanınan bir mecmua. 1950′lerden bu yana yapılan bu uzun ve nitelikli söyleşilerde, Ray Bradbury’den Joan Didion’a, Ernest Hemingway’den Paul Auster’a, birçok isimle karşılaşabiliyorsunuz.
Yine de kalabalık arşivin içinde Stephen King‘le karşılaşınca, açıkçası şaşırdık. Her ne kadar popüler kültürle aramız gayet sıkı fıkı olsa da, King’in Paris Review‘e fazla popüler kaçtığını düşünmemek elde değildi. Söyleşiyi okudukça yanıldığımızı anladık. Söyleşinin ana ekseni zaten King’in, kariyerinin son yıllarında, gittikçe daha çok ödüller ve komisyon üyelikleriyle onore edilmesi ve kendi edebiyatını Amerikan edebiyatının neresine koyduğuydu.
King hayranıysanız, söyleşiyi mutlaka okumalısınız. Yazarın hangi eserlerini daha çok katmanlı bulduğunu, hangi kitaplarını en çok beğendiğini ve en çok hangi kitabını aşmaya çalıştığını okumak mümkün. (Merak edenler için: Bir Aşk Hikâyesi‘nden daha iyi bir kitap yazmak istiyormuş kariyeri son bulmadan önce.)
Hep türler arası geçişlere odaklanmış olduğumuzdan olsa gerek, uzun söyleşinin en ilgimizi çeken kısımlarından biri King’in senaryo uyarlamalarıyla ilgili yorumları oldu. Herhalde bunların en ünlüsü, The Shining romanından (Türkçede Medyum) uyarlanan, aydı adlı Stanley Kubrick filmi. Aşağıda King’in bu uyarlamayla ilgili öfkesini okuyabilirsiniz. Bu sırada not düşmeyi de unutmayalım: King’in meşhur romanlarından Carrie, bir kez daha beyazperdeye aktarılıyor.
Stanley Kubrick’in uyarlamasıyla ilgili ne düşündünüz?
Çok soğuktu. Kendisi oradaki aileye hiçbir duygusal yatırım yapmamıştı. Wendy rolündeki Shelley Duvall’ın gördüğü muamele… Yani, kadınları aşağılamak bu olsa gerek. Temelde bir çığlık makinasıydı. Onun aile dinamiğinin bir parçası olduğuna dair hiçbir işaret yok. Ayrıca Kubrick, Jack Nicholson’ın daha önce oynadığı Hells Angels on Wheels, The Wild Ride, The Rebel Rousers ve Easy Rider gibi motosiklet filmlerindeki aynı motosikleti psikopat rolünü oynadığını fark etmemiş gibi. Bu adam deli. Eğer bu adam iş görüşmesine giderse ve zaten oraya gittiğinde çoktan keçileri kaçırmışsa trajedi bunun neresinde? Kubrick’in yaptığından nefret ettim.
Onunla film üzerinde beraber çalıştınız mı?
Hayır. Benim kendi The Shining senaryo uyarlamam bir televizyon mini serisinin olmuştu. Kubrick’in bu filmi yapmadan önce bunu okuduğundan da şüpheliyim. Hikâyeyle ne yapmak istediğini biliyordu ve romancı Diane Johnson’a kendi vurgulamak istediklerini temel alacak şekilde bir senaryo yazdırdı. Sonra kendisi bir daha yazdı. Gerçekten hayal kırıklığına uğradım.
Kesinlikle göze güzel gözüküyor: muhteşem setler, Steadicam sahneler. Motoru olmayan bir Cadillac derdim ben bu filme. Bir heykele hayran olur gibi hayran olmak dışında onunla bir şey yapamazsınız. Temel işlevini sökmüşsünüz ki temel işlevi bir hikâye anlatmaktı. Bu farkı en iyi anlatan sonu. Romanın sonuna doğru Jack Torrance oğluna onu sevdiğini söylüyor sonra da otelle beraber havaya uçuyor. Çok tutkulu bir doruktu bu. Kubrick’in filminde ise donarak ölüyor.
koltukname aracılığıyla