Bir anlatıcı, yirmi bir yıl önce akşamın yedisinde rüzgarın nasıl estiğini kesinkes anımsadığını ileri sürerse, gülümsemem. Ona inanırım. Bana gelince, yirmibir yıl önce başıma gelmiş herhangi bir şeyi anımsama konusunda, itiraf etmem gerekirse, ne bir masal babasının, ne de mahkemede bir tanığın belleği ile karşılaştırılabilir benimkisi: Olup bitenleri asla çıkaramam. Benim bilme mekanizmam başka türlü işler. Bir hikayenin bilinmesi gerektiği gibi değil de, geleceğin önceden hissedilişindeki gibi. Her şeyi olabilirlik katında görürüm ben, imgelemin oyun kuralları için tasarlarım onları. Bana öyle geliyor ki, olup bitenleri olup bittikleri gibi değil de, onları yeniden yaşıyormuşçasına anlatırız. Bir deneyim, önceden duyuma dayanır.
Yalnızca yazarlar için geçerli değildir bu, herkes için böyledir. Şu ya da bu durumdan sıyrılıp yabancı bir kente yerleştiğimde, nasıl gelişmişti her şey? Bunu kestirebilirim, çünkü bugün çekip gidecek ve yabancı bir kente yerleşecek olsam başıma gelecekleri gözümün önüne getirebiliyorum. Ya da şuna bakalım: Yarın büyük ikramiyeyi kazanacak olsam, neler hissederdim? Bunu bildiğimi sanıyorum. Nasıl? Büyük ikramiye kazanmadım hiç, gene de bu deneyimden geçtim. Nerede? Bilemiyorum. Ne zaman? Tam bir sır. Ama o deneyimden geçtim. İmgelem çarklarım bu konuda tanıklık yapabilir. Sözgelimi ikinci kez dünyaya gelişimde yaşayabileceklerimi kafamda kurmaya çalışacak olsam, hiç olmamış ya da olmayacak bir şeyi sahneye taşımaya kalkışsam, deneyim birikimim, yirmibir yıl önce akşamın yedisinde olanları belirginleştirmeye çalışmamdan çok daha pürüzsüz bir sonuç elde edecektir.
Konuya başka bir ucundan girelim: Yaşamımızda, bilemediniz iki-üç deneyimimiz olur: Binbir görüntü doğuran bir korku; bizden kimsenin söküp alamayacağı bir umut kırıntısı; tespih çektikçe boşlukta bir çemberi tamamlayıp geri dönen taneleri andıran duygular; bütün bunlara, hiç yenilenmeden ağtabakamıza kazılan birkaç izienim eklenebilir, öyle ki Dünya, üzerinde anılarımızın terzisi olduğumuz saydam patron kağıdı gibidir. Hepsinin üstüne, bin türlü yoldan uzatmaya ve yaymaya koyulacağımız, ola ki kendimize özgü bir düşüncemiz varsa o gelir oturur. İşte bir şey anlatmaya koyulduğumuzda, elimizin altında olabilecekler. Olaylardan küçümen örnek parçalar ama hiçbir hikaye, kesin olarak söylüyorum, hiçbir hikaye! Hikayeler bize yalnızca dışarıdan gelir. Nereden doğar, hikaye gereksinmemiz? Hakikat anlatılamaz. İşte sorun bu. Bir anlatı değildir hakikat, başı sonu yoktur onun, ya buradadır ya da değildir kısacası, yanılsama evrenimizi yırtar, deneyimdir. Hikaye değildir ama. Bütün hikayeler uydurmadır, imgelem oyunudur, deneyim taslaklarıdır, imgedir, bütün bunlar ne kadar hakikatı barındırabilirse işte. Her kişi -yalnızca şairler değil- kendi hikayelerini uydurur. Aralarındaki tek fark, şairlerin dışındakilerin uydurduklarını hayatları sanmalarından doğar. Öyle yapmayacak olsalardı, başlarından geçen olayları, başka deyişle kişisel deneyimleri, onlar için büsbütün çözümsüz kalacaktı.
Ben şöyle görüyorum: Deneyim içsel bir olaydır, bir dışsal olayın sonucu değildir. Tek ve aynı bir yaşantı sayısız deneyimi besleyebilir. Bir deneyimi iletebilmek için belki de dış olayları anlatmaktan, hikayeler kurmaktan başka bir yol yoktur. Deneyim bu hikayelerin meyvesiymişçesine. Tersinin doğru olduğunu düşünüyorum ben. Meyve, hikayelerdir. Deneyim çözümlenmek istiyor, içine yerleşebileceği bir çerçeve buluyor. Onun için de geçmişte yeralması yeğleniyor: Bir zamanlar. Deneyimimizi ifade etme gücü taşıdığı için yakamızı bırakmayan bir olayın gerçekte yaşanmış olması şartı yoktur kesinkes; ama öteki insanların yaşadığımız deneyimi anlamaları ve ona inanmaları için, kendi kendimize inanalım diye, sahiden de anlattıklarımız başımızdan geçmiş gibi algılansın isteriz. Herkes böyle yapar, yalnızca yazarlar değil. Anlatılan geçmişe kaydırılmış tasarılardır, gerçeklikmişçesine sunduğumuz zihinsel inşalardır. Her kişi, sonradan yazarıyla bir tuttuğu bir hikaye uydurur, sık sık bu uğurda ağır bedel için ödemeyi göze alır. Sahiciliklerinden şüphe duyulmayacak biçimde, bütün bir tarih ve mekan ağı tarafından doğrulanacak bir hikaye dizisi uydurmayacaksa. Bu tiyatroya inanmayan tek kişi yazardır.
Fark burada işte: Olgular tarafından istenildiği ölçüde doğrulansın, her hikayenin imgelemimin ürünü olduğunu bildiğim ölçüde bir yazarım ben. Çırılçıplak, çerçeveden yoksun ve hakiki bir anlatıdan çıkıp gelme bir deneyime güç bela tahammül edilebilir. Ama yineliyorum, şu ya da bu yaşanmış olayın meyvesi değildir, bir iç olaydır. Varlığı bu anlamda doğrulanabilir, anlatılan hikayenin varolmadığını ve olmayacağını bilsem, epiğin yetkin olmayan yanılsamasından ve anlatının aldatısından caysam bile. Hikaye anlatıcılarının bütün savlarına karşın, yaşanan hikayenin deneyimin başlangıcında yer tutmadığını düşünüyorum.
Bir iç olaydır deneyim. Tek has olay. Kendini öyle koymasa da, bir buluşun geçmişe yerleştirilmesidir; baştan uca tarayan bir tasarı. Bir yaşamın belirleyici dönemeçleri gerçekleşmemiş olaylara bağlıdır, bir de, başlangıcına sahip çıktığı öyküyü önceleyen ve onu ifade etmekle yetinen bir deneyim tarafından yaratılan tasarımlara. İnsanların (bireysel ve kolektif) geçmişlerinden hiçbir şey öğrenemediklerine değgin o ünlü kınama, saçma olduğu ölçüde öğreticidir. Geçmişi öğrenmek onu değiştirmek demeye gelmez. Salt deneyim her şeyi değiştirir, çünkü öyküye yatırılmış gerçeğe ait bir olay değildir, tam tersine ifade edilebilir olana gelip dayanmak için anlatılan öyküyü değiştirmek zorunda olan bir iç olaydır. Deneyim şairdir. İnsanlar yaşadıkları olguların açıkladığını savladıkları bir deneyimden daha zenginini yaşıyorlarsa, onlara bir tek dürüst olmak, kısacası masallar kurmak kalır. Öbür türlü, deneyimlerinin başlangıç noktasını nereden bulabilirler ki? Onun için de kafalarında uydurur, yaratırlar onu çözülebilir kılanı. Bir sonuç değildir deneyim, bir başlangıçtır. Alanı, gelecek zamandır. Ya da zamandışılıktır. Bu nedenle de, bir anlatı, bir öykü kılığında kendini göstermekten tiksinti duyar. İyi de, başka türlüsü elde midir?
Enis Batur, Acı Bilgi
(Fugue Sanatı Üzerine Bir Roman Denemesi)
Yapı Kredi Yayınları
Ekim 2000