Beni odana götür ve düz.
Senin sözcük dağarcığında
insanda arzu yaratan
tarifsiz bir şeyler var.
Philip Dick, Le Bal des Schizos
Turning everything into reality
Jimmy Cliff
Gözaldatım, gerçek uzamın bir boyutunu yok eder ve onu baştan çıkarıcı hale getirir. Oysa tam tersine porno, cinselin uzamına bir boyut ekleyerek onu gerçek anlamda daha gerçek hale getirir -bu da, pornonun baştan çıkarıcı hiçbir niteliğinin olmamasına yol açar.
Pornonun hangi fantazmalarla (fetişistler, sapkınlar, ilkel sahne, vb.) ilgilendiğini aramak boşuna bir gayretten başka bir şey olmayacaktır, çünkü bu fantazmalar, “gerçeklik” fazlalığı yüzünden pornoya kapatılmışlardır. Belki de zaten porno, bir alegoriden başka bir şey değildir; yani belki de porno, işaretlerin zorlanması, üstanlamlandırmaya yönelen ve “grotesk”e varan barok bir girişimdir (nasıl ki, “grotesk” bahçe sanatı bahçelere kayaları eklediyse, porno da anatomik ayrıntıların pitoresk öğelerini ekler).
Müstehcenlik de, kendi nesnesini yakıp tüketir. Her şeye fazlaca yakından bakılır ve o güne dek hiç görülmemiş olan şeyler görülür -o güne dek, kendi cinsel organınızı işlerken hiç görmemiştiniz; bu denli yakından görmek bir yana genel olarak da görmemiştiniz onu; iyi ki de görmemişsiniz. Hepsi fazlaca hakiki, hakiki olamayacak kadar yakındır. Ve cazip olan da budur; yani gerçekliğin fazla olması, nesnenin aşırıgerçekliği. Eğer pornoda fantazma söz konusuysa, olsa olsa o, cinselin değil gerçeğin ve gerçeğin başka bir şey -aşırıgerçek- tarafından soğurulmasının yarattığı bir fantazma olabilir. Pornodaki röntgencilik cinsele yönelik bir röntgencilik değil, gösterime ve onun yitirilmesine yönelik bir röntgenciliktir; sahnenin yitirilmesinin ve müstehcenliğin akın etmesinin yarattığı bir sarhoşluk halidir. Anatomiye zum yapılarak yaratılan etkiyle gerçeğin boyutu yok edilir; bakışın mesafesi anlık ve azgın bir gösterime meydan verir. Bu gösterim ise, en saf haliyle cinselin gösterimidir; bu, yalnızca baştan çıkarmanın bütün biçimlerinden yoksun bırakılmış bir gösterim değil, aynı zamanda kendi imgesinin sanallığından da arındırılmıştır -bu, o denli yakında olan bir cinseldir ki, kendi gösterimiyle birbirine karışır; aynı zamanda imgelemin ve fantazmanın da uzamı olan perspektif uzamının sonu; sahnenin ve yanılsamanın sonu.
Oysa, müstehcenlik porno değildir. Geleneksel müstehcenliğin ihlal etmeye, kışkırtmaya, sapkınlığa yönelik cinsel bir kapsamı hâlâ vardır. Özgün fantazmaya dayanan bir şiddet kullanarak bastırımdan yararlanmaya çalışır. İşte bu müstehcenlik de cinsel özgürleşmeyle birlikte yok olur: Marcuse’ün “yüceliğin bastırma yoluyla geçersizleştirilmesi” düşüncesi buradan gelmiştir (her ne kadar geleneklere geçmemiş de olsa, bastırımların boşaltılmasının kazandığı efsanevi zafer, tıpkı eskiden hastınının kazandığı zafer gibi bütünseldir). Yeni felsefe gibi yeni müstehcenlik de, eski müstehcenliğin öldüğü topraklarda yeşermiş ve başka bir anlam kazanmıştır. Şiddet içeren bir cinselliği, gerçek bir koz olarak cinselliği kullanmak yerine hoşgörüyle yansızlaştırılmış bir cinsellikten yararlanır. Burada cinsellik aşırı bir şekilde “geri verilir”; ancak bu, aşırılmış bir şeyin geri verilmesidir. Porno ise cinselliğin yapay bir bireşimidir; onun için düzenlenen bir şenlik değil bir festivaldir. Yepyeni bir bireşim de olabilir, geçmişe yönelik bir bireşim de; canınız nasıl isterse. Tıpkı, ölü doğanın yerine klorofil etkilerini koyan ve sırf bu yüzden, müstehcenlik bakımından pornoya benzeyen yeşil uzam gibi.
Modern gerçekdışılık, artık imgelem niteliğinde değil; daha çok sayıda referans, daha çok sayıda hakikat, daha çok sayıda kesinlik taşıyor -modern gerçekdışılık her şeyi, gerçeğin mutlak belirginliğine geçirmeye dayanıyor. Tıpkı aşırıgerçekçi tablolar gibi; bu tür tablolarda insanın yüzündeki beni bile görebilirsiniz ve bu tür alışılmadık mikroskopik ayrıntıcılıkta, olağandışı yaklaşımların insanı tedirgin eden cazibesi bile yoktur. Aşırıgerçekçilik gerçeküstücülük değildir; o, görünür olma durumundan yararlanarak baştan çıkarmayı köşeye sıkıştırır. “Çok daha fazlasını verir” size. Sinemadaki ya da televizyondaki renklerde de aynı durum söz konusudur. Size o kadar çok şey verilir ki; renkler, kabartmalar ve cinsellik, bütün pesleri ve tizleriyle (kısacası hayat!) öylesine yüksek bir sadakatle size verilir; olanlara hiçbir şey eklemeniz mümkün değildir; yani, karşılık olarak verecek hiçbir şey bulamazsınız. Mutlak baskı, biraz fazlaca verilerek elinizdeki her şeyin alınmasıdır. Hiçbir zaman başkasına vermemiş olduğunuz bir şeyin, bu denli iyi durumda size “geri verilmiş” olmasından sakının!
Ürkütücü, insanda kapatılmışlık duygusu yaratan, müstehcen bir anı; Japonların kuadrifoni denemesine dair bir anı: En ideal koşullarda iklimlendirilmiş bir salon, olağanüstü bir teknik, dört boyutlu bir müzik; çevre uzamın üç boyutuyla yetinilmemiş ve içimizden, iç uzamdan meydana gelen dördüncü boyut eklenmiş -hiçbir zaman var olmamış, o güne dek hiç kimsenin o haliyle duymadığı ve bu halde dinlensin diye bestelenmemiş olan bir müzik parçasını (Bach, Monteverdi, Mozart!) mükemmel bir biçimde düzenlemenin teknik sarhoşluğu. Zaten müziği “duymuyoruz”, başka bir şey bu; konserde ya da başka bir ortamda bir müzik parçasını duymayı sağlayan mesafe tümüyle kaldırılmış; müzik uzamı diye bir şey bırakılmamış ve onun yerine eksiksiz bir ortam simülasyonu yaratılmış; sonuç olarak müzikte cazibeyi yaratan şey, en ufak çözümleme algısından bile yoksun bırakılmaktadır. Japonların büyük bir içtenlikle yaptıkları deneme, gerçek olan ile olası en çok sayıda boyutu birbirine karıştırmaktan ibaret. Eğer, hegzafoniyi icat edebilselerdi onu da denerlerdi mutlaka. Ne var ki, müziğe ekledikleri bu dördüncü boyutla, sizdeki her tür müzikal hazzı hadım ediyorlar. Siz de başka bir şeylerin cazibesine kapılıyorsunuz (ancak bu baştan çıkarma değil): Teknik mükemmelliğin ve “yüksek bağlılık”ın cazibesine. Oysa bunlardan her ikisi de birbirinden sapiantılı ve püriten. Bir tür evlilik ilişkisi; bağlılığın hangi nesneye yöneldiği bile unutuluyor, çünkü hiç kimse gerçeğin nerede başlayıp bittiğini; dolayısıyla onu yeniden üretmek için inat eden mükemmel olma sarhoşluğunun nerede başlayıp bittiğini bile bilmiyor artık.
Teknik, bu anlamda kendi mezarını kazıyor, çünkü bir yandan bireşim olanaklarını mükemmelleştirirken öte yandan da çözümleme ve tanımlama ölçütlerini derinleştiriyor; bunu o denli iyi yapıyor ki, toplam bağlılık, gerçek konusundaki eksiksizlik ebediyen imkansızlaşıyor. Gerçek, baş döndürücü bir doğruluk fantazmasına dönüşüyor ve sonsuz küçüğün içinde kaybolup gidiyor.
Örneğin, bir boyuttan tasarruf eden gözaldatımla karşılaştırıldığında, üçboyutlu “normal” uzam, olanak fazlalığı yüzünden bir değersizleşme, bir tür yoksullaşmadır (gerçek olan ve gerçek olmak isteyen her şey, bu tür bir değersizleşmeye yol açar). Kuadrifoni, hiperstereo, hi-fi kesin olarak değersizleşmeye neden olmaktadır.
Porno da, cinselliğin kuadrifonisidir. Porno, cinsel eylem için üçüncü ve dördüncü mecraları açar. Pornoda egemen olan, ayrıntı sanrısıdır -daha önce de bilim, bizi böyle bir mikroskopiye alıştırmıştı: Bilim bizleri, mikroskobik ayrıntılarıyla aşırı gerçeğe; doğruluğun röntgenlenmesine; hücrenin gözle görülemeyen yapıları üstünde geniş açılı objektifle röntgencilik yapmaya; artık hiçbir biçimde görüntülerin oyununa göre değerlendirilmeyen ve teknik nitelikleri yüksek olan bir cihazın sofistike hale getirilmesiyle görünür kılınacak acımasız hakikat kavramına alıştırmıştı. Sırların sonu geldi.
Peki ya porno? Onun gayreti de, cinselliğe dair acımasız ve mikroskobik hakikati görmemizi sağlamaktan ibaret değil mi? Gizlenmiş bir hakikat ve o hakikatin görünür hale getirilmesi fantazmasıyla; “bastırılmış” bir enerji ve o enerjinin üretilmesi fantazmasıyla var olabilen metafizik bir görüşle aynı hizadadır ve gerçeğin müstehcen sahnesindedir. Bütün bunlar, aydın düşünceyi çıkmaza sürükleyen bir sorunun ortaya çıkmasına neden olur: Pornoya sansür getirmek mi daha doğrudur, yoksa ılımlı bir bastırım mı tercih edilmelidir? Bu sorunun cevabı yoktur, çünkü porno haklıdır: Porno, gerçeğin yıkıma uğratılmasının, gerçeğin çılgın yanılsamasının ve gerçeğin nesnel “özgürleşme”sinin bir parçasıdır. Cinseli, kaba işlevi içinde “özgürleştirme”ye razı olmadan üretici güçleri özgürleştiremezsiniz: Her ikisi de müstehcendir. Cinselin gerçekçi bozulması, emeğin üretken bozulması -aynı belirti, aynı mücadele.
Üretim zincirindeki işçinin durumu ile, Japonların vajina sahnelemeye dayanan gösterisindeki durum birbirinin aynıdır ve görüp görebileceğiniz bütün striptizlerden çok daha olağanüstüdür: Kızlar bir sekinin üstüne çıkıp bacaklarını açmışlar, Japon proleterleri de, ceketlerini çıkarmış (bu gösteri herkese açık) burunlarını, gözlerini kızın vajinasına kadar sokabiliyorlar; görmek için, daha iyi görmek için -neyi?-; oraya ulaşmak için birbirlerinin üstüne çıkıyorlar ve bu sırada kız da ya onlarla kibarca konuşuyor ya da onları tersliyor. Gösterinin geri kalan bölümleri; kırbaçlamalar, karşılıklı mastürbasyonlar, geleneksel striptizler, mutlak olarak müstehcenliğin, görme duyusunun açgözlülüğünün egemen olduğu ve cinsel birleşmeyle uzak yakın hiçbir ilişkisi olmayan bu an karşısında bütün etkisini yitiriyor. Yüce porno: Eğer ellerinden gelseydi, herifler, bütün varlıklarıyla kızın içine girip yok olabilirlerdi -ölümün yüceltilmesi mi? Belki de; bir yandan da kızların vajinalarını değerlendiriyor ve birininkini ötekininkiyle karşılaştırıyorlar; ancak bu sırada kesinlikle gülmüyorlar, kesinlikle tezahürat yapmıyorlar; hepsi de son derece ciddi ve asla dokunmaya cüret etmiyorlar; yalnızca oyun kabilinden dokunuyorlar. Şehvete dair hiçbir şey yok: Son derece ağırbaşlı ve çocuksu bir eylem; kendi görüntüsünün cazibesine kapılan Narkissos gibi, onlar da dişi organının kendilerine tuttuğu aynayı kimseyle paylaşmayı kabul etmeden, büyülenmişçesine bakıyorlar. Striptizin itibari idealizminin (hatta belki de, striptizde baştan çıkarma olduğu bile söylenebilir) ötesine geçerek yüce sınıra ulaşan porno, terseliyor; arıtılmış ve iç organlarda derinleştirilmiş bir müstehcenliğe dönüşüyor -niçin çıplaklıkla ya da cinsel organlarla yetinilsin ki: Eğer müstehcenlik, cinsellik niteliğinde değil de gösterim niteliğindeyse, bedenin içinin ve iç organların bile keşfine çıkmalı- mukozaları ve düz kasları gözlerimizle parçalara ayırmanın derin bir haz vermeyeceğini kim iddia edebilir? Şu bizim pornonun tanımı henüz oldukça sınırlı. Oysa müstehcenliğin geleceği sınırsız.
Ancak dikkat! Burada söz konusu olan itkinin derinleştirilmesi değil, yalnızca gerçekçiliğin orjisi ve üretimin orjisidir. Her şeyi birbiriyle karşılaştırma ve her şeyi işaretlerin yargı alanına bırakma kudurganlığıdır söz konusu olan (belki kudurganlık da bir tür itkidir ve bütün diğer itkilerin yerini almaktadır). Her şey işaretin, görünür bir enerjinin ışığına teslim edilebilir. Her söz özgürleştirilebilir ve arzuya yönelebilir. Bu özgürleşme sürecine gömülüp kaybolacağız; oysa bu süreç, giderek etkisini artıran müstehcenleşme sürecinden başka bir şey değil. Gizlenmiş olan ve hala yasaktan haz alan her şey mezarından çıkarılarak söze ve aşikarlığa teslim edilecek. Gerçek giderek büyüyor, gerçek giderek genişliyor, bir gün bütün evren bir gerçekten ibaret kalacak ve gerçeğin evrensel hale gelmesi ölümü getirecek beraberinde.
Porno simülasyon: Çıplaklık, işaretlerin bir fazlası olmaktan başka bir şey değildir. Giysiyle örtülen çıplaklığın işlevi, gizli ve çiftdeğerli bir gönderge olmaktır. Örtü kaldırıldığında çıplaklık bir işaret olarak belirir ve işaretlerin dolaşımına dahil olur: Design çıplaklık. Hard core ve blue porny’de de aynı işlem söz konusudur: Açılmış ya da sertleşmiş halde olan cinsel organ, aşırı-cinsellik takımına katılan yeni bir işaretten başka bir şey değildir. Fallus-design. Cinselin gerçekliğinde ve onun örtüsüz işlemleri içinde çılgınca yol aldıkça biriken işaretlere gömülmemek, sonsuza giden üstanlamlandırmaya -artık var olmayan gerçeğin üstanlamlandırması; hiçbir zaman var olmamış olan bir bedenin üstanlamlandırması- tutsak olmamak işten bile değil. “Arzu”sunu “ifade etmek” ve arzusunun stereofonisi de dahil olmak üzere bütün beden kültürümüz bir canavarlık kültüründen ve onmaz bir müstehcenlik kültüründen ibaret.
Hegel: “Nasıl ki, insan bedeninin dışından söz ederken, onun bütün yüzeyinin, hayvanlar alemindeki bedenlerin yüzeyinin tersine, kalbin varlığına ve atışına dair bir gösterge olduğunu söylediysek, sanatın görevinin de kendi yüzeyindeki bütün noktalarda görüngüsel ve görünür olanın da göz -yani, zihinde görünür hale gelen ruhun merkezi- haline gelmesini sağlamak olduğunu söylüyoruz.” Yani çıplaklık olmayacak, çıplak beden olmayacak; oysa beden, ancak çıplakken beden olabilir -bütün yalınlığı içinde beden olmayacak. Niçin çıplak yaşadığını soran Beyaz’a Kızılderili şu karşılığı veriyordu: “Bendeki her şey benim yüzüm.” Fetişist olmayan bir kültürde (çıplaklığı nesnel bir hakikat olarak fetişleştirmeyen bir kültürde) beden, bizim kabullerimizde ifade bakımından zengin olan ve bakma yetisi taşıyan tek bölgenin, yani yüzün karşıtı değildir: Bedenin kendisi yüzdür ve size bakar. Sonuç olarak beden müstehcen değildir, yani çıplaklığına bakılmak için değildir. Tıpkı, bizim kabullerimizdeki yüz gibi o da çıplak haldeyken görülemez; çünkü o, simgesel bir örtüdür ve bir örtü olmaktan ibarettir. “Olduğu haliyle” bedeni ortadan kaldıran bu örtü oyunu da baştan çıkarmanın kaynağıdır. Baştan çıkarma oyunu, işte burada oynanır; bir arzunun ya da bir hakikatin sızması adına örtünün çekilip çıkarılmasında değil.
Bütünüyle görünümlere dayanan bir kültürde beden ile yüz ayırt edilemez -anlama dayanan bir kültürde ise, beden ile yüz birbirinden farklıdır (böyle bir kültürde beden tıpkı bir canavar gibi görünür hale gelir; o artık, arzu denilen bir canavarın işaretidir); pornoda ise bu müstehcen beden öyle büyük bir zafer kazanır ki, yüz silinip gider: Porno aktörlerinin yüzlerinin olmadığı erotik örneklerde, güzel ya da çirkin olmaları ya da herhangi bir duygu anlatmaları gerekmez; hatta böyle olması uygun görülmez; çünkü, cinselliğin yalnızca gösteri için kullanıldığı bir ortamda işlevsel çıplaklık her şeyi siler. Kimi filmler birleşmenin gösterildiği geniş plan içinde iç organlarla gerçekleştirilen bir efektten ibarettir: Beden bile, ölçüsüz kısmi nesnelere dağıtılıp yok edilmiştir. Bu tür filmlerde herhangi bir yüz ifadesinin gösterilmesi bile münasebetsizlik sayılır; çünkü yüzler müstehcenliği parçalar ve aşırı cinselliğin ve hiçliğin verdiği sarhoşlukla her şeyin anlamı yok etmeyi hedeflediği bir anda onu yeniden oluşturur.
Bedenin (ve onun “arzu”sunun) şiddete dayalı aşikarlığına yönelen bu değersizleşmenin sonunda görünümlerin hiçbir sırrı kalmaz. Görünümlerdeki yüceliğin ortadan kaldırılmasına dayanan böylesi bir kültürde her şey, en nesnel türlerde somutlaşır. Her yerde ve her zaman gerçeğe dayanan işlemler yapmayı hedef alan bu kültür porno kültürüdür. Somutluğa, yapaylığa, kullanıma, kullanım değerinin üstünlüğüne, şeylerin maddi altyapısına, arzunun maddi altyapısı olarak bedene dayanan bu ideoloji porno kültürünün ideolojisidir. Her şeyin, “üretimin somutluğu”nda ya da zevkin somutluğunda -sınırsız iş ya da mekanik çiftleşme- yüceltildiği bu kültür tek boyutludur. Bu dünyanın müstehcen olmasının asıl nedeni, hiçbir şeyi görünümlere; hiçbir şeyi rastlantıya bırakmamış olmasıdır. Bu dünyada her şey görünür ve gerekli işaretlerden ibarettir. Bu, belli bir cinsiyeti olan ve işeyen ve konuşan ve bir gün sevişecek olan cinsiyetli oyuncak bebeğin müstehcenliğidir. Küçük kızın tepkisi ise şöyledir: “Küçük kız kardeşim bunu yapmayı da biliyor. Bana gerçek olanından bir tane veremez misiniz?”
Emek söyleminden cinsellik söylemine, üretici güç söyleminden itki söylemine kadar her şeyde, gerçek anlamda aynı üretim ültimatomu etkili oluyor. Gerçekten de ilk kabul imalat kabulü değil, görünür hale getirmeye, ortaya çıkarmaya ve karşılaştırmaya yönelik kabullerdir. Cinsellik, tıpkı bir belge üretir gibi ya da tıpkı, kendini sahnede ürettiği söylenen bir aktör gibi üretiliyor.
Üretim başka bir nitelikteki şeyin; sır ya da baştan çıkarma niteliği taşıyan bir şeyin zor kullanılarak maddi hale getirilmesidir. Baştan çıkarma, her yerde ve her zaman üretimin karşıtı olandır. Baştan çıkarma, herhangi bir şeyin görünür olma niteliğini bozar; oysa üretilen şey ister bir nesne, bir rakam ya da bir kavram olsun, üretim her şeyi aşikar olma niteliğine ulaştırır. Her şey üretilmiş olmalıdır; her şey okunmalı; her şey gerçeğe, görünür olana ve verimliliğin öngördüğü rakama ulaşmalı; her şey güç ilişkilerine, kavramlar sistemine ya da hesaplanabilen enerjiye yansımalı; her şey söylenmeli, biriktirilmeli, listelenmeli; her şeyin sayımı yapılmalıdır: Pornodaki cinsellik bundan ibarettir; ancak, müstehcenlik ve doğallık koşulu da dahil olmak üzere, daha genel olarak bütün kültürümüzün öngördüğü bir girişimdir bu; bizim kültürümüz ortaya koyma, kanıtlama, üretken canavarlıklar yaratma kültürüdür.
Hiçbir yerde baştan çıkarmaya rastlanmaz; pornoda bile. Çünkü porno cinsel eylemlerin doğrudan üretimidir, zevkin yırtıcı güncelliğidir; o bedenlerde baştan çıkarmanın zerresi yoktur çünkü, onların içinden geçen bakış, saydamlığın yarattığı boşluk tarafından tümüyle emilir -ne var ki, üretimin yarattığı evrende baştan çıkarmanın gölgesine bile rastlanmaz. Çünkü o evreni, görülebilen ve hesaplanabilen olgular niteliğinde olan güçlerin -nesneler, makineler, cinsel eylemler ya da gayri safi milli hasıla- saydamlığı ilkesi çekip çevirir.
Çözümsüz muğlaklık: Porno, cinselliği kullanarak her tür baştan çıkarmaya son veriyor, aynı zamanda da cinselliğin işaretlerini biriktirerek cinselliğe son veriyor. Görkemli parodi ve can çekişmenin simülasyonu: Pornonun muğlaklığı işte burada. Porno, şu anlamda hakikidir: Sanrılardan yararlanarak cinsellikten caydırmaya, aşırı gerçekçilikten yararlanarak gerçekten caydırmaya, bedeni zorla maddi hale getirerek bedenden caydırmaya dayanan bir sistemin parçasıdır.
Genellikle porno iki bakımdan eleştirilir -sınıflar mücadelesini durdurmak gibi bize hiç de yabancı olmayan bir hedefe yönelerek cinselliğin kullanılması eleştirisi (şu eski “aldatılmış bilinç” yaklaşımı) ve ticari amaçlarla cinselliğin -hakiki, iyi cinselliğin, özgürleşen ve doğal hukukun parçası olan cinselliğin- yozlaştırılması eleştirisi. Bu eleştirilere göre porno ya sermayenin ve altyapının hakikatini ya da cinselliğin ve arzunun hakikatini maskeliyor. Oysa pornonun hiçbir şeyi gizlediği yok (bunu belirtmenin tam sırası); çünkü porno bir ideoloji değildir, yani hakikati falan gizlemez; porno, bir simülakrdan ibarettir; yani o, hakikatin etkisidir ve onun var olmadığını saklar.
Porno şunu söyler: Ben cinselliğin bir karikatürü olduğuma göre, bir yerlerde iyi cinsellik diye bir şey vardır mutlaka. Grotesk müstehcenliğiyle porno, hakikati cinsellikten kurtarmaya; güç kaybeden cinsel modelin inandırıcılığını artırmaya yönelik bir girişimdir. Oysa asıl soru şudur: Bir yerlerde iyi cinsellik ya da yalnızca cinsellik diye bir şey var mıdır? Bedenin ideal kullanım değeri olarak; “özgürleştirilebilecek ve özgürleştirilmesi gereken” haz potansiyeli olarak cinsellik var mıdır? Aynı soru politik iktisat alanında da soruluyor: Sermayenin bir soyutlaması ve bir acımasızlığı olarak değişim değerinin ötesinde, değerin “iyi” olarak kabul edilmesi gereken bir özü var mıdır? Malların ve toplumsal ilişkilerin ideal kullanım değeri olarak; “özgürleştirilebilecek ve özgürleştirilmesi gereken” bir kullanım değeri var mıdır?
s.39—49
Jean Baudrillard
Baştan Çıkarma Üzerine
Fransızca’dan Çeviren: Ayşegül Sönmezay
Lacivert Kitaplar