Gotik edebiyat, içerisinde insanların gözüne çarpan çok fazla korkunç evler ve şatolar bulunduruyor. Ayrıca bu evlerin ya da yapıların özellikleri o kadar birbirleriyle bağlantılı ki; Gotik edebiyatın gelişimi içerisindeki muhteşem anların bir zaman çizelgesi eşliğinde bu tarihin derinliklerine gidilebilir.
Tabii ki burada başlıca kitapların ve dönemlerin tamamı bulunmuyor; fakat bunun yerine, ilk esrarengiz evlerden ve saldırgan yaratıklardan başlayıp, günümüzün tüyler ürpertici şeylerle dolu dönemine kadar gelerek sizlere bazı dikkat çekici olayları sunuyoruz.
18. Yüzyıl; Gotiğin Doğuşu:
Horace Walpole’un Otranto Şatosu adlı kitabı genellikle ilk Gotik roman olarak kabul ediliyor. Kitap, lanetli bir miğferin, bir şatonun çatısından düşüşü ile başlıyor ve daha sonra yanlış kimlikler ve tutukluluk gibi konuları ele alıyor. Bu kitabı sıra dışı yapan özelliği ise, şiirde bulunan fantastik serüven unsurları ile diğer biçimleri, yeni roman biçiminin gerçekçiliği ile birleştirme tarzı. Walpole bu eserde gerçek insanları fantastik durumların içerisine sokuyor ve bu da en modern korku anlatımında hala temel olan bir özellik.
Saltanat Dönemi – Korku, Teröre Karşı:
On sekizinci yüzyılın son bulması Gotik romanlarda ufak bir yükselme yaşanmasına sebep oldu ve eleştirmenler bu yükselmeyi iki kategoriye ayırdılar. Birincisi, gözler önüne serilmiş olan korku; ikincisi ise şeytani ya da esrarengiz bir şeyin sunulmasıyla ortaya çıkan korku hissi olan terör. Bilge bir profesörün bir zamanlar açıkladığı gibi; korkunun perde arkasında bozulan bedenler vardır. Terörün perde arkasında ise başka bir perde vardır.
Matthew Lewis’ın Keşiş (1796) adlı başarılı romanı, erken “korku” türünün somut bir örneği ve çok erkeksi olarak ele alınıyor. Kitabın içerisinde hayal edebileceğinizden daha fazla tecavüz, cinayet, Şeytana tapınma ve zindanlara kapatılan kadın figürleri var. Bunlara ek olarak birçok çürüyen vücut sahneler ve tüyler ürpertici bölümler de var.
Keşiş adlı kitaptaki korkunçluklar ve seksüel belirginlik – popüler romanları Udolpho’nun Gizemleri, İtalyan ve Ormanda Aşk olan – Ann Radcliffe tarafından yaratılmış kadınsı etiketli terör ile kıyaslanıyor. Radcliffe’in romanlarının içerisinde zorunlu evlilikler içeren entrikalara yakalanan masum kadınlar, gizli kalıtımlar ve şüpheli sesler, gizemli olaylar eşliğinde egzotik kalelerin içerisine hapsedilmeler içeriyor. Romanlarında çok fazla kinaye ve hatta bazen şiddet de var fakat en baskın gelen özellik, o şeyleri korkunç kılan “bilinmezlik” unsuru.
19. Yüzyıl; İnsan Yapımı Canavarlar:
Hepimiz Mary Shelley’nin Frankenstein (1818) romanının hikâyesini biliyoruz. Bu roman, Romantik şairler olan Percy Bysshe Shelley ve Lord Byron arasında geçen “birbirlerini korkutma” yarışmasının bir bölümü olarak yayınlandı. Doktor Frankenstein’ın insan yapımı canavarı – kibir, ters giden bilimsel bir tutku ve zalimlik ile yanlış anlaşılmanın cezalandırıcı etkilerini içeriyor. Ayrıca bu canavar, o zamanlardan beri üretilen filmler, devam filmleri, parodiler, edebi takdirler ve daha fazlasını içeren popüler bilinçliliği ezip geçti.
Frankenstein’ın ve canavarının soyundan gelen en belirgin edebi eserlerden birisi de Robert Louis Stevenson tarafından yazılmış, 1886 yılında yayınlanan Dr. Jekyll ve Mr. Hyde adlı eserdeki Dr. Henry Jekyll’ın “öteki doğası” olan Mr. Hyde. Bu romanda da planları beklenenin ötesine giden bir bilim adamı ve tasmasından kurtulmuş kötülük ve cinayet var.
19. Yüzyılın Sonları; Vampirler:
İnsan yapımı canavarların ortaya çıkışıyla aynı zamanlarda vampirler de antik mit ve efsanelerden çıkıp romanlara giriş yaptılar. O zamandan beri de bizleri terk etmediler. J. S. Le Fanu’nun Carmilla adlı kitabının konusu olan ilk vampir, ilk lezbiyen kan emici ve bugünlerde edebiyatı darmadağın eden seksi vampirlerin öncüsü.
Birkaç yıl sonra, Carmilla‘nın ardından Kont Drakula ortaya çıktı; o da zarif sahte görüntüsü ile bütün tehditlerini saklayan bir adamdı.
Diğer Taraftan Amerika: Poe, Poe, Poe
Victoria dönemine ait çağdaşlarından çok uzaklarda bulunan Amerikalı Edgar Allan Poe, popüler zevke hitap edebilmek için şiirler ve hikâyeler yazdı. Kısa, 40 yıllık hayatında tamamlamış olduğu çalışmalar fevkaladeydi. Canlı mezarları, tekrar canlanan cesetleri, uğursuz hayvanları, meraklı dedektifleri ve trajik ölümlere maruz kalan güzel kadınları ile “Kuzgun” adlı hikâyesinden başlayarak “Morgue Sokağı Cinayetleri” hikâyesine kadar, tüm eserleri terör ve korku unsurlarını bir araya getiren en iyi klasikler. Günümüzde bu eserler ilkokul ve lisansüstü öğrencileri tarafından da okunuyor ve sayamayacağımız kadar fazla sayıda popüler kültür taklitçilerine de ilham verdi.
Yüksek Victoria Dönemi: “Duygu Romanları” ve Brontë Ailesi
Radcliffe ve Walpole gibi yazarların ait olduğu eski Gotik kurgudan ve aynı zamanda gerçek cinayetleri içeren “Newgate” romanlarından ödünç unsurlar alarak oluşturulan duygu romanları, doğaüstü unsurları içermeyen korku ve endişe romanlarıydı. Bunun yerine yazarlar sahtekârlık, değiştirilen kimlikler ve aile sırları konularını ele alıyorlardı – ve bu da Charles Dickens, George Eliot gibi çağdaş yazarlar tarafından popüler hale getirilmiş olan yoğun psikolojik gerçekçilik ile birleştiriliyordu. Bu hareketin başlıca eseri Wilkie Collins’in eseri olan Beyazlı Kadın adlı kitap. Fakat Mary Elizabeth Braddon’ın Lady Audley’s Secret (Lady Audley’in Sırrı) ve Collins’in Aytaşı gibi, diğer romanlar da neredeyse bir asır sonra televizyon ekranlarından izlediğimiz Arthur Conan Doyle dedektif kurguları, cinayetler ve soygunlar için zemin hazırladı.
Bu esnada Haworth evinde üç Brontë, bariz bir biçimde feminist bir yol kullanarak ve kadınların durumlarını eleştirmek amacıyla gotik unsurları kullanıp Radcliffe’in ayak izlerini takip ederek kendi kasvetli aşk hikâyelerini yazıyorlardı. Jane Eyre, Villette, Şatodaki Kadın ve Uğultulu Tepeler‘in ıssız bozkırları ve köşkleri ataerkillik, kalıtım kanunları ve evlilik sınırlamaları tarafından “hapsedilmiş”.
20. Yüzyıl: Güney Gotiği
Bir önceki yüzyıldan Gotik kurgu unsurlarını alıp bunları karanlığa ve modern sosyal eleştiriye yönlendirerek; William Faulkner, Flannery O’Connor, Truman Capote, Tennessee Williams ve Carson McCullers gibi yazarlar cinayet, yıkılan çiftlikler, bozuk aile ilişkileri ve kırsal topluluklar kullandılar. Bunları kullanmalarının amacı toplumun köleliğin günahları ve cinayetleri, şiddet, bağnazlık ve dar görüşlülük tarafından nasıl “hapsedildiğini” göstermekti.
Günümüzde Gotik Edebiyat: Post-modernden Popülere
Geçmiş yüzyılların klasik Gotik hikâyelerinin çoğu film ve televizyon üzerinden sürekli yeniden icat edilmiş olsalar da, romanlar birçok yöne ayrılmıştır. Helen Oyeyemi’nin White is for Witching (Beyaz, Büyü İçindir) eseri gibi eserler ve Sarah Waters’ın çarpık edebi oyun alanları, Gotik metinleri post-modern alanda eski eserlere benzer eserler üretmek amacıyla kullanmışlardır.
Bu esnada; cadılar, hayaletler, vampirler ve zombilerle ilgili popüler yetişkin serileri ürkütücü ve epik türden eski ve duygusal (örneğin; Twilight) türe kadar çeşitlendirilmiş. Stephen King ve Anne Rice gibi üretken yazarlar ve tür şefleri de kendi melez bölgelerinde her zaman korku dolu romanların yeni değişimlerini ürettiler ve bunu yaparken de korku talep eden okuyucularına devamlı olarak kaynak sağlamış oldular.
Flavorwire by
Çeviren: Gözde Zülal Solak (tabutmag)