80 sonrasının en önemli şairlerinden birisi olan, “acının şairi” Ahmet Erhan, 55 yaşında kansere yenik düştü. Turgut Uyar’ın doğum gününde, çok sevdiği dostu Behçet Aysan’la buluştu.
Karanlıkta gülümsüyorsun, gülümseyişini her anımsadığımda karanlığı da anımsıyorum. Akdeniz güneşinin yaktığı yüzünde dinsiz bir peygamberin duruşu var. Kuşatılmış ve yorgun bir ülkeye benziyor yüzün. Sevmiyorsun kendi sınırlarını. Hafif alay sayan bakışların korkuyor kendi karanlığından. Yaşamaya mı geldin bu dünyaya, ölümü beklemeye mi? Yanıt vermiyor yüzün. Üzgün bir uçurum derinliği misin, apoletlerini sökmüş bir doruk sadeliği mi? Tarif edilmeye yanaşmıyorsun. Oysa birçok şeyi açıklayabilir birkaç sözcük bazen .. ‘Acı’ desem, yüzün sınırlamıyor bu sözcüğü, ‘alkol’ desem sınırlamıyor, ‘şiir’ desem… Külün altında yanmayı sürdüren kor, belki de yüzün, ‘Mavisi soluk…’! Ölüme yazdın yüzünün ayrıntılarını, ateşinle kendi yüzüne düştün. Bağırdın, sesinin yankısından başka duyan olmadı sesini, yüzünü sözcüklerin arkasına gizledin. Yağmurun arkasına gizlenen gece gibi gizledin yüzünü arkasına sözcüklerin.
“sana artık ahmet erhan diyorlar
yalnızlık ölümün üvey kardeşi”
Her şey ‘tepeden tırnağa’ acı çektiriyorlar sana. Seni,
“… artık ne çiçekler,
Ne çocuklar kurtarır,
Ne de o her gün
Yinelenen doğum.”
Akdeniz’in akşamları da diyebiliriz buna, Ankara’nın meyhaneleri de: Biçim veriyor sana doğum ve ölüm. İntiharın sınırlarına gidip geliyorsun sık sık. ‘Uzak ufukların sonsuzluğunda’ boğuluyor sesin. Ama öldüremeyeceksin kendini.
“İntihar diye bir şey
Yok bu dünyada.
Ölümle biten bir intihar yok.
Asıl intihar
Gün gün yaşamakta.”
Gün gün öldüğün bir yaşamda intihar koyu bir ağıt gibi saklasa da kendini, beyninin hücrelerinde acıya yer açıyorsun durmadan. Durmadan yeni acılara açıyorsun günün tozlu ve rüzgârlı perdelerini. Göğsüne çaprazlamasına çiçekler astın sözcüklerden, kovuldun dışına ‘Bütün kapıların’. Kalkanın ve mızrağındır dilin. Rütbesizsin. Dolanıp durursun çağlayanlar boyunca çırpınıp da çıkamadığın boğuntudan.
Çiçeksiz dallar senden sorulur, susuz ırmak yatakları senden… soyutlanan varlığınla aklını ellerine alıp gidersin bir gün, biliyorum:
“çığlık çığlığa
Bu sokaklardan.”
“Dünyayı ikiye, üçe, beşe böldüler, sen bütün dünyaların dışında kaldın.” Senden önce belirlenmişti her şey, güneşin doğduğu ve battığı yön bile. ‘İşte böyle kesik kesik sayıklamalar’ kaldı sana.
Kırarak sözün kanatlarını bütün, yorulsan da ‘Aykırı Olmak’tı seni var eden. Sana yanıt verecek kimse yoktu. Dinlenebileceğin bir duldan bile yoktu. Ertelenmişti sonsuzluk. Sorularını kaldıramayacak bir dünyada hiçbir şey konuşulmuyordu.. Ölümün işgal ettiği bedenin bile!
Avuntularını yitirdin dev aynalarda. Bir taş kadar suskun, tohumlarını dökmüş bir çiçek kadar durgun olmanın anlamını aradın. Maskeleri vardı kimlik kartında herkesin. Bir ipucu istedin, kırgındın geceye sözcüklerle. Bir simge olarak güneşin, güzel günleri anlatmak için, kullanılması yasaktı. En az peygamberler kadar yalancıydı şairler. Umutlar naylondu, gül suyu kokuyordu her yer, kefene sarılmıştı şiir, şairlere nişanlar veriliyordu …
“Bu dünya değişecek. Değişmesi gerek. Onun
için bir sürgün gibi duruyorum ben. Onun için
sürgün yerim şiirler ..”
“Senin evin uçurumlar üstünde” olmasaydı, “Dipte bir kahve telvesi gibi” çökmeseydi kalabalıklar üstüne, “Yakanda bir dünya haritası” taşımasaydın, “Topluiğnenin geçtiği yer yurdun”, “Tarih bir mezbaha”… olmasaydı gitmek ister miydin yine çocukluğuna?..
Neyin bedeli bu üstümüze yamanmış ömür eskisi? Antik bir arya gibi canımızı mütemadiyen yakan şeyin adı ne?
“Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Kötümserlik, kusmukları çiçek kalıplarına dökülmüş hali”
Tonlarca ağırlığı olan sorular çok; ama yanıtsız kalmanın ağırlığı yüzlerce ton çekiyor. Dolmakaleminle yazdığın başkaldırı manifestosunun karşılığı yok bu dünyada. Bütün şairler sinmiş olmaktan mutlu…
Buruşuk kâğıtlara yazdığın şiirler; ‘Çağdaş Yenilgiler Ansiklopedisi’, rüzgâra karşı tükürmüş bir meczubun çığlıkları.
“Gibi okumayan, gibi tozlu, gibi gülünç”
Ölüm ilanlarının bile okunmadığı bu topraklarda yenilginin hükmü yok, Ahmet Erhan. Kendi kendine çalıp ağlayan bir Çingene yalnızlığı ve yanıtsızlığıdır çünkü bu karmaşada yenilgi.
“Gibi ölüm, gibi aşk, gibi şiir”
Deliliğine kılıf olsun diye sarhoş geziyorsun. ‘Yanık masa örtülerinin, kırık bardakların’, boğulmaların koleksiyonunu yapıyorsun. Yağmurdan kaçman boşuna, taşa tutuluyorsun. Gençliğin naftalinli, cebinde yirmi yıl önceki sevgilinin resmi, “Cafelerde Tuborg bira ve patates cipsiyle / Durdun bir yerde, çağını bekliyorsun”. Geceler boyunca yalnızlık çınlıyor beyninde, kırılmayı bekliyor aklın. Soğuk odalarda kimsesiz yaşıyorsun, portakal bahçeleri bile senden uzakta. Yüzün ‘kara bir haritadır akşam saatlerinde’, ölümden söz ediyorsun sık sık. Ölen arkadaşlarından, omuzladığın ahşap tabutlardan, ağlayan annelerden… Yağmurun yerden göğe yağdığı, denizin kaynağına doğru aktığı, kuşların toprağın derinliklerine doğru uçtuğu, kertenkelelerin bir kuyruk vuruşuyla göğe vardığı, bir masanın birdenbire ağaca dönüştüğü, otomobillerin geri geri gidip yolun sonunda bir kağnı olduğu, ekmeğin buğdaya, bir bardak suyun kaynağına geri döndüğü yerdesin. Çırılçıplak soyunup annenin rahmine geri dönmek istercesine yatıyorsun boylu boyunca toprağa.
“Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Tökezlenmiş söz, suskun türkü, rendelenmiş umut kırıntısı”
Her şeyi din olarak yaşayan dinsiz dincilerin, tanımsız öfkelerin ve ‘durmaksızın uluyan acı’nın devrinde yaşıyoruz, ey “ACININ SON ŞAİRİ”, çığlıklarla gitmek kalır sana, dünyadan.
KYBELE’nin son oğlusun sen. Şakaklarında aynalardan sızan irin, çok öncelerden geldiğin belli her halinden.
Turgut Uyar’ın doğum gününde Göğe Bakma Durağı’nda indin, Karşıyaka Mezarlığı’nda Behçet Aysan’ın yanına gitmek için…
. . .
“Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Akdeniz 1958. 1,72 kg. evli. karısı hamile. iki paket
sigara. sabah dokuz akşam yedi. –sahi ne vardı
başka?”
* Şair/Türkiye Yazarlar Sendikası Yönetim Kurulu Üyesi
Sakatlanınca futbolu bırakıp şiire yöneldi
8 Şubat 1958’de Ankara’da dünyaya gelen Ahmet Erhan’ın çocukluğu Mersin ve Adana’da geçti. Gazi Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nün ardından edebiyat öğretmenliği yapmaya başladı. Hayatının büyük bir bölümünü Ankara’da geçiren şair, 2001 yılında İstanbul’a yerleşti. Adana Demirspor Genç Takımı’nda futbol oynadı. O yıllarda geçirdiği ağır sakatlık döneminde şiir yazmaya başladı. 1976’da Militan dergisinde topluca yayımlanan şiirleriyle dikkat çekti.
1981 yılında yayımladığı ‘Alacakaranlıktaki Ülke’ isimli kitabı ‘Behçet Necatigil Ödülü’ne değer bulundu. Cahit Külebi, 1982 tarihli bir söyleşisinde kendisi için ‘şaşırtıcı bir olgu’ tabirini kullanmıştı.
‘Yaşamın Ufuk Çizgisi’, ‘Akdeniz Lirikleri’, ‘Kuş Kanadı Kalem Olsa’, ‘Ölüm Nedeni Bilinmiyor’, ‘Deniz Unutma Adını’, ‘Öteki Şiirler’, ‘Çağdaş Yenilgiler Ansiklopedisi’, ‘Köpek Yılları’, ‘Resimli ‘Ahmetler’ Tarihi’, ‘Ankara-İstanbul Karatreni’, ‘Bugün De Ölmedim Anne’, ‘Ne Balık Ne De Kuş’ ‘Kaybolmuş Bir Köpek İlanı’ (Yunus Nadi Şiir Ödülü’ne değer bulundu), ‘Şehirde Bir Yılkı Atı’ (TTB Behçet Aysan Şiir Ödülü), ‘Buz Üstünde Yürür Gibi’, ‘Sahibinden Satılık’, ‘Anne Bu Şiiri Senin İçin Yazdım’ adlı şiir kitapları vardır. ‘Kara Köpekli Adam’ adlı bir romanı bulunmaktadır.
‘Bugün de Ölmedim Anne’ (Ahmet Kaya) ve ‘Oğul’un da aralarında bulunduğu (Teoman) birçok şiiri bestelendi. Erhan, bir süredir kanser tedavisi görüyordu. Şairin cenazesi bugün Ankara Maltepe Camii’nde öğle namazını mütakiben kılınacak cenaza namazının ardıdan Karşıyaka Mezarlığı’na defnedilecek.