Müziğin bilimsel olması daha az şey ifade eder ve evrenin müzikal olması ise çok daha fazlası.
“Tüm gerçekler müzik ve matematikten oluşuyor” diye yazar Transandatalizm (Deneyüstücülük) hareketinin öncülerinden ve daha sonra feminizm denilen kavramın temelini atan Margaret Fuller.
Teorik fizikçi, kozmolog ve saksafoncu Fuller’dan bir buçuk yıl sonra Stephon Alexander, bilimin ve müziğin birlikteliği üzerine büyüleyen bir bölüm olan hakikatin bu çift çekirdekli gerçeğini inceliyor. Çünkü fizik, disiplinler arası düşünme ve doğal güçlerin bir parçası olarak insan zihninin evrenle ve gerçekliğin doğasıyla etkileşimini sağlamak için yeni olasılık odalarının kilidini açmada güçlü bir araçtır.
Dünyanın ilk bilim kurgu eserini yazan Kepler’in mirasını kullanarak evrenin zaman zaman tartışılan Kopernik modelini kavramsal bir içgüdüsel benzetme ile ilerleten Alexander, zekice bir alegori oluşturarak şöyle yazıyor:
Fizik yasasında var olan mantıksal yapının aksine, yeni manzaraları ortaya koyma girişimlerine adım atmak için bazen yanlış ve doğal düşüncelerle dolu bir süreci benimsemeliyiz. Hem caz müzisyenlerinin hem de fizikçilerin kendi disiplinlerinde teknik ve teorik ustalık için çaba sarf etmeleri önemli olsa da yenilikçi olmak sahip oldukları becerilerin ötesine geçmelerini ister. Teorik fizikteki yeniliğin anahtarı da benzer bir muhakemenin gücüdür.
Alexander, kitap boyunca analojiler üzerine yoğun bir şekilde dikkat çekerken, müzik ve fizik arasındaki paralellikler ve eşdeğerlikler çoğu zaman çok daha anlamlıdır. “Müziğin bilimsel olması daha az şey ifade eder ve evrenin müzikal olması ise çok daha fazlası.” diye yazar. Bize yıldızların, galaksilerin ve gezegenlerin evrenin plazmasındaki ses dalgalarından ortaya çıktığını, zamanın dalgalarını üreten bir alet gibi titreştiğini hatırlatıyor.
Trinidad’da doğan Alexander, ailesi ABD’ye taşındıktan kısa bir süre sonra bilime aşık oldu. Üçüncü sınıfta, Amerikan Doğa Tarihi Müzesi’ni ziyaret ederek sekiz yaşındaki bilinciyle sembollerle yazılmış kalın bir cam bölmenin arkasında görünen bir dizi kağıtla büyülendi. Yazıların yanında yazarının da bir portresi vardı, -tuhaf ve yaramaz görünümlü garip bir kişi. Bu olay, Alexander’in kendini evrenin sırlarını çözmeye adayan Einstein’la ilk karşılaşmasıydı.
Birkaç yıl sonra, Bronx’ta bir genç olarak neredeyse mistik bir dille karşılaşmak ve onu temel gerçeğin bir şifrelemesi olarak kabul etmekle paralel bir deneyime sahipti. Karayipler ve Latin müziğine yayılan geniş etkileriyle Alexander saksafonu keşfetti ve Ornette Coleman’ın caz cazibesine hayran kaldı. Ailesi bir garaj satışından sonra ona vintage bir saksafon almıştı ve ikinci evren ile olan aşkı başladı. Bu iki sevginin kesişme noktasında Alexander aradığını buldu. On yıl içinde hem modern fizikteki en karmaşık problemler üzerine çalışmakta hem de geceleri en efsanevi caz müzisyenleriyle çalmakta, büyük kahramanlarının miraslarını sentezlemektedir: Einstein, Pythagoras, John Coltrane. Bir anısını şöyle anlatıyor:
Yaklaşık on yıl önce, bir fizik sunumu hazırlamak için, Amherst’te Massachusetts’in ana caddesi üzerindeki loş bir kafede tek başıma oturdum. Yerel bir telefon rehberiyle ankesörlü bir telefon buldum ve Armherst Massachusetts Üniversitesi müzik bölümünden emekli olan efsanevi bir caz müzisyeni olan Yusef Lateef’i arama cesaretini buldum kendimde. Ona söylemem gereken bir şey vardı.
Kısa bir duraksamadan sonra bir bağımlı gibi parmaklarım endişeyle numarayı arayan sayfalarda yarışıyordu. Buldum numarayı. New England sonbaharının rüzgarı, onu ararken yüzüme çarpıyordu. Telefonun bir süre çalmasına izin verdim.
“Merhaba?” dedi bir adam.
“Merhaba, Profesör Lateefle görüşebilir miyim?” dedim.
“Profesör Lateef burada değil” dedi ses soğuk bir şekilde.
“John Coltrane’in 61. doğum günü hediyesi olarak ona verdiği diyagram hakkında ona bir mesaj bırakabilir miyim? Sanırım ne anlama geldiğini anladım. ”
Uzun bir sessizlik oldu. “Profesör Lateef burada.”
Yaklaşık iki saat boyunca Avrupa, Asya, Afrika ve dünyanın dört bir yanındaki sayısız ölçeğin bir derlemesi olan ünlü Ölçekler ve Melodik Desenler Deposu adlı kitabında ortaya çıkan diyagram hakkında konuştuk. Diyagramı ve kuantum mekaniğini Einstein’ın genel görelilik teorisi ile birleştirmeyi amaçlayan teoriyle ilişkili bir çalışma alanının kuantum yerçekimi ile ilişkili olduğunu düşündüğümü ifade ettim. Coltrane’in diyagramına yansıyan Einstein’ın teorisini bulmasını sağlayan aynı geometrik prensip olduğunu fark ettim.
Einstein’ın dehasının bir parçası olan, Alexander kendi matematik probleminin sınırlarının ötesine ve doğaçlama deneyimlerine düşünce deneyleri yoluyla araştırdığı olasılıklar alanına çalışmaya istekli olduğunu belirtti. Keman molaları sırasında kendisine en iyi fikirlerin geldiğine inanan Einstein, bunu çeşitli teorilerin ve düşünce alanlarının sınırlarını aşan birleştirici oyun olarak ifade etmiştir.
Alexander, bilimsel çalışmalarında disiplinler arasında beklenmedik bir şekilde sentezleme yaparken önemli bir atılım yapıyor, araştırmalarının yönünü doğrudan ve kasıtlı olarak düşünemeyeceği şekilde yönlendiriyordu. Londra Imperial College’da doktora sonrası öğrenci olarak çalıştığı süre boyunca kuantum gravite kokteyli saatinde olduğu gibi uzay, görelilik ve dalgaların matematiği ile ilgili konuşmalar yapan, siyah giyimli, altın dişi olan ciddi görünümlü bir adamla tanıştı. Alexander onu bir Rus fizikçisine götürdü. Öncü müzisyen Brian Eno olduğu ortaya çıktı. İkisi kısa sürede arkadaş oldular ve Alexander Eno’yu ses kozmoloğu olarak görmeye başladı. Bu atılımını şöyle anlatıyor:
Fizik araştırmalarımın en unutulmaz ve etkili anlarından birini bir sabah Brian’ın stüdyosuna girdiğimde yaşadım. Brian yeni bir melodi üzerinde çalışıyordu, bası bir parça için doğru şekilde diziliyordu ve ritmi biraz geride bırakıyordu. Ambient müziğin öncüsü ve üretken bir enstalasyon sanatçısıydı.
Eno eserini şöyle tanımlıyor Ambient 1: Havaalanları için Müzik: “Ambient müziği özellikle birini zorlamadan dinleme dikkatini barındırabilmelidir ilginç olduğu kadar ilgi çekici de olmalıdır.” Aradığı şey aktif dinleme gerektiren müzikten ziyade, müziğin tonu ve atmosferiydi. Ancak bunu sağlamak ve oluşturmak kolay bir şey değildir, bu yüzden titizlikle ses analizi üzerine çalışmıştır.
O sabah Brian sanki anadili ses dalgaları olan Wavalian konuşuyormuş gibi hissettiren bir samimiyetle bilgisayarındaki dalgaları izliyordu. Tartışmasız beni asıl etkileyen Brian’ın evrendeki en temel kavram olan titreşim fiziği ile oynamasıydı. Kuantum fiziği titreşim fiziğinden yola çıkılarak parçacıklar olarak tanımlanır. Kozmologları ise kuantumu, temel varlıkların titreşimleri teller gibi muhtemelen tüm evrenin fiziğinin anahtarı olabilir diye tanımlar. Bu dizgilerin bulunduğu kuantum ölçekleri maalesef hem zihinsel hem de fiziksel olarak çok soyuttur ama önümdeydi işte – ses – titreşimin somut bir göstergesi.
Sesle olan bu beklenmedik teması, Alexander için lisansüstünden bu yana akıl almaz bir soru haline geldi ve hocası kozmolog Brandenberger’e sordu. Ancak beklediği cevap gelmedi, Büyük Patlama’ya neyin yol açmış olabileceği gibi, Bradenberger genç adamı yanıtıyla şaşırttı: “Evrendeki büyük ölçekli yapı nasıl ortaya çıktı ve evrim geçirdi?” Birdenbire Eno’nun dalga biçimlerini manipüle etmesini izlerken, Alexander aydınlandı. Alexander bunu şöyle açıklıyor:
Ses, hareketli basınç dalgaları oluşturmak için bir maddeyi iten bir titreşimdir hava veya katı bir şey gibi. Farklı sesler farklı basınç dalgaları yaratan farklı titreşimler yaratır. Dalga formları denilen bu dalgaların resimlerini çizebiliriz. Titreşim fiziğindeki kilit nokta her dalganın ölçülebilir bir dalga boyuna ve yüksekliğine sahip olmasıdır. Ses ise dalga boyu yüksek veya düşük perdeyi belirtir ve yüksekliği, genliği ses seviyesini tanımlar.
Dalgaların uzunluğu ve yüksekliği gibi bir şey ölçülebilirse, o zaman bir rakam verebilirsiniz. Bir şeye bir rakam koyabilirseniz, yalnızca sayı ekleyerek bunlardan birden fazlasını da elde edebilirsiniz. Brian’ın yaptığı da buydu yenilerini elde etmek için dalga formları topladı. Karmaşık sesler çıkarmak için ise daha basit dalga biçimlerini karıştırıyordu.
Fizikte bu dalga ekleme kavramı Fourier dönüşümü olarak bilinir. Taşları havuza bırakarak açıkça ortaya konan sezgisel bir fikirdir. Bir gölete bir taş düşürürseniz, belirli bir frekansın dairesel bir dalgası temas noktasından yayılır. Yakından başka bir taş düşürürseniz, ikinci bir dairesel dalga dışarıya doğru yayılır ve iki taştan gelen dalgalar birbirleriyle karışmaya başlar ve daha karmaşık bir dalga deseni oluşturur. Fourier dönüşümünde inanılmaz olan, herhangi bir dalga biçiminin en basit formun dalgalarını bir araya getirerek oluşturulabilmesidir. Bu basit “saf dalgalar” kendilerini düzenli olarak tekrarlayanlardır.
[…]Rosetta titreşim taşı olarak gördüklerimin kodunu çözme fikri beni büyüledi. Eno’nun açıkça yetenekli olduğu seslerin ve müziğin yarattığı erken evreni ve büyük ölçekli yapıları nasıl yarattığı bilinen bir dil vardı ve sonra kuantum davranışının belirsiz titreşim mesajı vardı. Dalgalar ve titreşim ortak bir zincir oluşturur, ancak zor olan şu ki yapının nasıl oluştuğunun ve nihayetinde bizi oluşturan şeyin daha net bir resmini çizmek için onları bağlamaktı.
Alexander Fiziğin Caz’ının geri kalan kısmında, bu soruların Pythagoras’tan yaylı teoriye ve ötesine, türlerin bilincinde olarak gerçekliğin derinliklerini araştırmanın geleceğe etkisi olduğunu anlatıyor. Nick Cave ile müzik, transandans ve yapay zekayı bağdaştırabilirsiniz ve uzayın sesini duyarak asırlık arayışının büyüleyici hikayesini tekrar bulabilirsiniz.
Çevirinin kaynağı: Brainpickings (ing.)
Çeviren: tabutmag