1950’lerin sonuna doğru Lois Sorrells Beckwith adındaki genç bir kadın, kendini pek çok kitap kurdunun yaşadığı durum içinde buldu: yazara aşık olmak; ancak o yalnızca yazarın yazım şekline değil, yazarın kendisine de aşık olmuştu. Jack Kereoac’u kendisine delice aşık eden kitap, o dönem yeni yayınlanmış olan “Bodrumlar” isimli romandı.
Ancak Lois çok az kitap okurunun yapabileceği şeyi yaptı.
Kaliforniya’da yaşayan Lois, Doğu Yakası’na geri taşındı ve 1958’de, bir öğle vaktinde Kerouac ile tanışma umudu ile arabayla Nortport, Long Island’a doğru yola çıktı. Kerouac’un evine ulaşmayı başardığında, onu ön bahçede bir ağacın altında meditasyon yaparken buldu.
Böyle başlayan aşkları yıllar boyunca sürdü. Lois yirmi üç yaşındaydı, Jack ise otuz sekiz. Bir karşı kültür eseri olacak ve adını edebi ünlüler listesine sokacak olan “Yolda” isimli romanını bitirmişti. Harika ve yetenekli Wendy MacNaughton, Lois için “bu adamın ruhuna aşık olmuştum” diyordu.
Sıklıkla ara verdiği ilişkileri yıllarca devam etti. İlişkilerinin “devam eden kısımları” son derece güzeldi – ikili New York’ta bir daire tutmuştu. Lois anımsadığı kadarıyla anlatıyor:
“Bolca şarap içer, dans eder ve sevişirdik ve ben onun okumalarını dinlerdim.”
Şiir okumalarına beraber gitmişler, beraber müzik dinlemişlerdi ve Lois’in “hızlı ve tüketen” olarak yorumladığı bir hayat yaşamışlardı. Ama aynı zamanda o hayat narindi de – Jack daireden çıkmadan önce daima, Lois’e tatlı tatlı notlar bırakırdı. Yazı, onları bir araya getiren ve bir arada tutan şeydi. İlişkilerine ara verdikleri zamanlar dahi aralarındaki romantizmi sürdürecek olan mektuplar yazarlardı birbirlerine. Ancak evlilik ikisinin de hiç ilgi duymadığı bir kavramdı. Jack daha önce iki kez evlenmiş ve boşanmıştı. Lois onun yazınına âşık olmuştu ve onun bu yeteneğine hak ettiği şekilde saygı göstermişti.
Şöyle anlatıyor Lois:
“Onun kederini derinden hissettim, onun güzelliğini ve bilgisini. Onunla olmayı çok seviyordum. Ama onunla evlenmeyi asla düşünmedim – o bir yazardı ve yazmak zorundaydı.”
Daha sonra Lois inanılmaz bir şekilde yakın olduğu annesini kaybetti. Kederden solmuş, depresyona girmiş halde bir süreliğine babasının yanına yerleşti.
Bir gece vakti kapı çaldı. Kapıdaki sırtında kocaman bant kayıt sistemi olan Jack, (Lois’nin annesinin ölümünü ve depresyonunu bildirdiği mektubu, ancak kitap turu sırasında alabilmişti) Lois’nin intihar edebileceği korkusuyla, ruhundaki isyanı bastıracak müzikleri ona çalmak üzerine sırtına kocaman cihazı alıp şehrin bir ucundan öbür ucuna kadar yürümüştü.
İçinde aynı anda huzur ve çatışmalar yer alan bu adam, biricik sevgilisinde en yaralı yanını bulmuştu. Kendine gösteremediği ilgiyi Lois’ten isterdi. Lois şöyle anımsıyor:
“Ünü arttıkça, daha fazla içer bir hale gelmişti. Gerçekten çok üzücü bir durumdu.”
Sonuç olarak çift iki aşık olarak ayrıldı, ancak arkadaş kalmayı başardılar. İşin aslına bakarsanız Lois’i gelecekteki kocasıyla tanıştıran da Jack’ti. Ve yıllar sonra, beklenmedik bir şey oldu. Lois’in 80 yaşına basacağı gün evdeki birkaç kağıt parçasını toplarken, üzerinde kendi el yazısıyla “evren- tek şarkı” yazılı bir kağıt buldu.
Bu kağıt Lois’nin aklına New York’taki dairede yaşadıkları sırada gördüğü capcanlı bir rüyayı getirmişti:
“Çok sıcak ve rutubetli bir gecede etrafı geziniyordum – heyecan verici ve duygusaldı – ve o an eşsiz bir müzik işittim. Birine o müziğin ne olduğunu sordum; bana, onun tüm ülkelerin konuşma sesi olduğunu söylediler. Rüyam, insaniyetle ilgiliydi – devasa bir sevgi ve insaniyet – ve bu bana Jack’in bir gece vakti benim için beş mil yürümesini hatırlatmıştı. Ne zaman Jack’i düşünsem, aklıma bu gelir.”
Rüyayı tekrar hatırlamanın etkisiyle, Lois seksen yaşındayken Jack’in inceliğinin anısına bir şiir kaleme aldı. Lois’nin kendi sesinden EVREN-TEK ŞARKI adlı şiiri:
Size bir mektup, Bay Kerouac
aklım öyle sert bir kış geçirmişti
ve tohumları atılmıştı baharın
tanrım bir anda olabilirdi
ama olmayacak –
gecenin ortasında
babam kapıyı açtı
çok büyük bir huzursuzlukla
onu takip ettim
orada duruyordun gözlerin yaşlı
beş mil yürümüştün
sırtında ağır bir teyple
dedin ki
“sana getirdim
dinlemen için Aziz Matthew’un Tutkusu’nu
intihar etmezsin o zaman”
beş mil yürümüştün
uzun ve karanlık bir gecenin ortasında
bana vermek için tutkunu
aklım öyle sert bir kış geçirmişti
ve tohumları atılmıştı baharın-
ben hala buradayım Ti Jean
ama merak ediyorum, sen neredesin karanlık, çok yıldızlı gecelerde
gözlerim yaştan hiç olmadığı kadar parıldarken!
Maria Popova
Çeviri: Hande Karataş (tabutmag.com)