İSTASYON ŞEFİNİN SANATA MERAKLI OĞLU
Egon Schiele, Avusturya’nın Tulln kasabasında 1890 yılında dünyaya gelir. Ailesi, tren istasyonunun üst katındaki dairede oturmaktadır. Schiele, ilkokuldan itibaren sanata ilgi duyar ve öğretmenleri onu bu konuda cesaretlendirir. Sanata yetenekli çocuk konulu klasik hikaye devam ederken, Schiele’nin hayatının dönüm noktalarından, sanatına en çok etki eden hayat dönemeçlerinden biri yaşanır ve Schiele 14 yaşındayken babasını frengiden kaybeder. Schiele, kardeşine yazdığı mektuplarda, babasının kaybının kimsede kendisinde açtığı kadar derin bir yara açamayacağından, hayatı boyunca babasının ayak bastığı yerlere acıyı hissetmek için tekrar gittiğinden ve çizimlerinde de bu acısını yansıttığından bahseder. Gerçekten de Schiele’nin olgun dönem tüm çizimlerinde, cüretkarlığın yanı sıra, depresyon, ruh çalkalanması hissiyatları da izleyiciye yansır. Bu olgunluğa ulaşmak için, henüz bugün dünyaca tanınan çizgisini bulmamış olan Schiele, babasının ölümünün ardından 16 yaşında Viyana’ya Academy of Fine Arts’a gider.
GUSTAV KLİMT İLE HAYAT BOYU SÜREN USTA-ÇIRAK VE DOSTLUK İLİŞKİSİ
Schiele, sanat hayatının ilk adımlarını atar ve babasının kaybıyla boğuşurken, Viyana sanat dünyası, genç sanatçılar ve eski sanat camiası arasındaki tartışmalara sahne oluyordu. Bu tartışmaların baş aktörlerinden Gustav Klimt, Sanatçılar Odası’ndan (Künstlerhaus) ayrılarak sanatçının görevinin kültürü kurumların boyunduruğundan çıkarmak olduğuna inanan Viyana Ayrılıkçıları’nın (Vienna Secession) başına geçmişti.
Klimt’in öncülüğü, kendine birçok genç hayran toplamıştı. Bu hayranlardan biri de Viyana’ya kısa bir süre önce ayak basan Egon Schiele olur. Schiele, hayranı olduğu Klimt’le tanışmaya gittiğinde bu dostluğun temelleri tam olarak nasıl atıldı bilinmez ama, Klimt belli ki Schiele’deki ışığı görür ve onu kanatları altına alır.
Bugün resimlerine baktığınızda Klimt ile Schiele’nin eserleri arasında pek bağ göremezsiniz aslında… Klimt, varaklı, renkli, art nouveau tarzı resimlerinde Viyana elitlerini resmederken, BBC Kültür yazarı Cath Pound’un sözleriyle, “kendine ruhsal işkenceler eden, sapkın egoist” olarak görülen Schiele, hayat kadınlarını acayip pozisyonlarda ve insan vücudunun tüm gizli yerlerini gözler önüne sererek resmeder. Bununla beraber, sadece Schiele’nin değil, Klimt-Schiele ikilisinin hayat kadınlarını model olarak sıkça kullandıkları bilinmektedir.
Leopold Müzesi’nin küratörü Diethard Leopold, Klimt’in gizliden gizliye erkeklerin “ihtiyaçlarını” hayat kadınlarından karşıladığı; diğer yandan bu kadınları kamusal olarak kınadıkları o pek soylu, ikiyüzlü dünyalarının yaldızlılığın altında yatan kararmış gerçekliği resimlerinde ortaya çıkardığını söyler. Sıkı durduysak eğer, Diethard Leopold, Klimt’in en ünlü tablosu Kiss’in göründüğü gibi olmadığını, gizli mesajlar içerdiğini anlatır. Senelerdir bakıp da muhtemelen görmediğiniz bir detay olarak, Kiss tablosuna yakından bakarsanız, erkek figürünün boynunun çok çirkin olduğuna ve aslında erekte olmuş bir penise benzediğini görebilirsiniz diyor Leopold. Yani, ilk baktığınızda gördüğünüz o hoş, romantik, yaldızlı tablo, alt mesajda erkeğin cinsel isteğini resmeder.
Bakma ve görme arasındaki derin çukurlardan çıkıp Klimt-Schiele ilişkisine geri dönersek, ikili tanıştıktan İspanyol gribine yakalanıp ölene kadar birlikte çalışır ve birbirlerini desteklerler. Schiele’nin erken dönem resimleri, özellikle 1907-1909 arası, Klimt’in çizgilerini anımsatır; Schiele zamanla kendi özgün çizgisini bularak Klimt’in sanatsal gölgesinden çıkar. Yine de dostluk, ölüme kadar devam eder; öyle ki Klimt’in 1918’de ölümünden sonra yıkılan Schiele, Klimt’in ölüm döşeğinde resmeder.
ESKİZLERİ SANAT DÜNYASINA KABUL ETTİREN ADAM
Resim tarihine baktığınızda kırılmaları, yenilikleri hep akademiye karşı duruşlarda görürsünüz. Fransız empresyonistler dönemlerinde akademi tarafından dışlanır, ilk dönem resimlerini sergileyecek yer bulamazken, Egon Schiele de empresyonistler gibi detaylı çizimler yapmadığı için kendi dönemindeki sanat kurumları tarafından dışlanır. Schiele’nin çizimleri çok ham ve bitmemiş bulunur.
Keza, Schiele de Klimt gibi kurumlara inanmaz ve 1909’da akademiyi ve akademinin muhafazakar bakış açısını terk ederek Oskar Kokoschka ve Max Oppenheimer gibi geleceğe imzasını atacak genç ve hevesli öğrencilerden oluşan Yeni Sanat Grubu’nu (Neukunstgruppe) kurar.
Zamanla kabul gören Schiele yetenekli ellerden çıkmış ham eskizlerin de birer sanat eseri olduğunu, bir eserin resim sayılabilmesi için detaylı bir tablo olması gerekmediğini kabul ettirir. Schiele’nin ham, çarpıcı, derin duygusallık içeren işleri, Schiele’nin insan psikolojisine olan ilgisi ve o dönem Viyana’yı kasıp kavuran Sigmund Freud etkisini yansıtır.
Ölümünün ardından 100 yıl geçmiş olmasına rağmen, sanat eleştirmenlerine göre kimse cinsellik ve insan vücudunu resmetmek konusunda Schiele kadar cüretkar olamamıştır.
BEDEN İLE DENEMELER VE PORNOGRAFİ TARTIŞMALARI
Schiele’nin bedeni resmetme çalışmaları kariyeri boyunca tartışma yaratan bu konuya yaraşır şekilde, kendinden küçük kız kardeşini resmetmesiyle başlar. 1910’larda Schiele insan vücudunu adeta bir saplantı haline getirir ve özellikle kadın genital bölgesi ve vücudun örtülen bölgelerini çizerek bir şok dalgası yaratır. O dönem tabu olan kadınlar arası cinsel ilişki (bu dönem çok liberalmiş gibi davranmamı mazur görün!) ve mastürbasyon da Schiele’nin resimlerinde kullandığı konular arasında yer alır.
Schiele, yaşadığı yerlerdeki kadınları nü modeller olarak kullandığı için kasabalardan kovulur, toplum ahlakını bozduğu ve 18 yaş altı modellerinden birini baştan çıkardığı iddiasıyla 24 gün hapse atılır. Yine de hiçbir şey Schiele’nin insan bedeni ile ilgili saplantısının, çizme aşkının önüne geçemez.
Schiele’nin cüretkarlığı, o dönem konu olduğu gibi bugün de erotizm mi, pornografi mi tartışmalarına konu oluyor. Sanatçıya hayran olan feminist sanat eleştirmenleri, Schiele’nin sapkın bir kadın düşmanı değil, döneminin standart bir erkek figürü olduğu konusunda yazılar yazıyorlar. Sanat eleştirmeni Jane Kallir, aslında Schiele’nin var olan düzene meydan okuduğunu ve ressamın erkek arzularına yönelik kadın bedenleri çizmektense bütün kadınlığı ve çıplaklığıyla toplumun algılarına meydan okuyan figürler çizdiğine dikkat çekiyor.
Hangi perspektiften bakılırsa bakılsın Schiele’nin nü resim anlayışını değiştirdiği kesin. Sosyal ve artistik endişelerden bağımsız, eskizleri gibi ham ve o hamlığıyla konunun tam kalbine dokunan, zıtlaşan, etkileyici vücutlar resmediyor sanatçı. Bu resimlerde sadece çıplaklık değil, insan psikolojisinin izlerini de görüyor, sanatçının çalkantılı, bazen umutsuz, oransız, karmakarışık ruh halini izliyorsunuz.
28 yaşında İspanyol gribine yakalanıp bu dünyaya çizimlerini ve yeni bir sanat anlayışını bırakıp giden Egon Schiele, iyi ki “sapkın, egoist, sorunlu” damgalarıyla çizmeye devam etmiş; dönemine ve 100 yıl sonra bize, dünyaya, bedene, kadına, farklı bir yerden bakma imkanı vermiş. İyi ki doğmuş, iyi ki çizmiş.
Egon Schiele’nin eserlerini yakından görmek isterseniz, Viyana’daki Leopold Müzesi başta olmak üzere önde gelen modern sanat koleksiyonlarında ve Paris, Fondation Louis Vuitton’da halen devam eden Egon Schiele sergisinde insan bedenine yeniden bakabilirsiniz.
Yazı: Irmak Özer