Gazeteci Zeynep Bakır ile Cansu Fırıncı, yitirdiğimiz ustayı, Nejat Uygur’u konuştu. Zeynep Bakır sordu Cansu Fırıncı yanıtladı.
Bir ay kadar önce, oyuncu ve yazar Cansu Fırıncı’yla tiyatro konuşurken takılmıştı sohbetimize rahmetli Nejat Uygur. Şöyle konuşmuştuk ‘Dümbüllü’nün deli çırağı’ hakkında…
Sahneye adımını attığında, daha rolünü ‘kesmemiş’ bu adamı elleri patlayıncaya kadar alkışlamıştı izleyici. Burnu boyalı, kafasında kukuletası öylece durdu, belki 5 dakika… Sanki o bizden biri değilmiş de biri onu çizmiş, renklendirmiş, bedenine ruh üfleyip sahneye bırakmış gibiydi bende yarattığı hayal…
Bir tuluat geleneği, ta Kel Hasan’a dayanır. II. Abdülhamid dönemi. Sahneye çıkmadan önce boş bir gaz tenekesini sahneye fırlatır, onun gürültüsüyle izleyici Kel Hasan’ın çıkacağını anlar alkış kıyamet koparmış. Tabii bu bir gelenek dahi olsa önden alkış alması, oyundan ziyade oynayanın alkışlanması mühim bir hadise… Oyuncu olarak o günleri görmeyi isterim, hangi oyuncu istemez ki!
Sen tanır mısın Nejat Uygur’u?
Kişisel olarak değil, hiç tanışamadık…
Nejat Uygur’un biraz örselendiğini sen de düşünüyor musun?
Bunun, tercih ettiği tiyatro biçiminin Cumhuriyet’in yerleşmesiyle birlikte ikinci plana itilmesi ve ‘önemsizleşmesi/önemsizleştirilmesi’ ile ilgisi var. Ona sadece ‘sulu zırtlak’ komedi yapan bir tiyatrocu olarak bakılmasıyla ilgili… Oysa o İsmail Dümbüllü’nün çırağıydı ve tuluat geleneğine bağlıydı. Batı tarzı tiyatro seçimi, tuluatı yok olma kertesine getirdi. Tuluat geleneksel bir biçim olarak unutuldu, amaçsız komedi olarak görüldü.
Uygur da bir sentez yoluna girdi ama…
Evet, tuluatla bulvar tiyatrosu arasında kendince bir sentez yaptı. Bulvara kaçan yerler daha sabun köpüğüydü ve hafife alındığı yerler de buralar oldu.
CHAPLIN DEĞİL, VALENTIN
Nejat Uygur’un kendi bir tiplemeydi, bu görmezden geliniyor belki de…
Charlie Chaplin gibi… Ama ben birine benzetecek olsam Alman halk komiği Carl Valentin’e benzetirdim. Valentin barlarda kabare yapar. Sahnelerde çoğunu kendi yazdığı oyunları oynardı. Doğrudan politik bir yapısı yoktu. Ama arada bir cümle kurar, politik bir oyundan daha çok etki sağlardı. Bir oyunda “…ve Hitler limuziniyle köşeyi döner” demiş mesela. Savaştan dolayı yoksul düşen Alman halkının aksine şatafatlı yaşamını ve yolsuzlukları yermek için. Tabiî hemen gestapolardan uyarı almış. Ertesi oyunda “… ve Hitler limuziniyle köşeyi… dönmez!” diyerek uyarı aldığının altını çizmiş. Nejat Uygur da alakasız bir yer de çat diye lafı koyar sonra da “Zııızzzt Erenköy” der oyuna devam ederdi. Şimdi, ‘Aman Özal Duymasın’’ diye bir oyunu geliverdi aklıma… O da buna güzel bir örnek…
Ona tepeden bakanlar en çok belden aşağı espri yapmasına alışamadı sanırım…
Eleştirenler kolayına kaçtığını düşünüyorlar. Oysaki bu bir halk tiyatrosu ve halkın yaşamında küfür ne kadar varsa ve ne kadar bir mizah unsuruysa onun tiyatrosunda da o kadar var hatta daha az. Bunu bayağılık olarak görmek bana kalırsa çarpık bir bakışın ürünü.
Nejat Uygur’un yaptığı şeyin (hâlâ) sanat-tiyatro olmadığı tartışılıyor, bu gülünç değil mi?
Hangi estetik algıya göre değerlendiriliyor, terazimiz nedir? Eğer tuluat tiyatrosunun bir temsilcisi olarak bakacaksak, ‘modern çağın’ kırılma noktasında, Özal sonrası değişen Türkiye şartlarında kendince sentez yaptığını göreceğiz. Bu sentezde bulvar tiyatrosuna çubuğu büktüğü yerlerde kimi zaman ‘sıradan’, ‘bayağı’ olana yaklaştı, halk tiyatrosunu ‘halka mal etti’ ama tiyatrosu bundan ibaret değil ki. Seyirciye teslim olduğu yerlerde, belden aşağıya çok gülündü, o da bunu abarttı. Hatta kimi zaman cılkını çıkarttı. Bu bir kusur mu?
Belki. Ama adı üstünde halk tiyatrosu bu. Halkın durumu, düzeyi, beklentileri de belirledi onu. 1980’lerden bahsediyoruz. Malzeme belli yani… Nejat Uygur’dan sonra yok değil mi tuluat yapan biri?
Son tuluat ustasını konuşuyoruz. Zira tuluat Güllü Agop’un tekstli oyun imtiyazını alması üzerine ortaoyun kumpanyalarının yarattığı bir türdü. Ortaoyunu tekstsiz ve meydanlarda oynanıyor; Güllü Agop’la birlikte sahne oyunlarına ilgi artınca onlar da oynamak istiyorlar ama tekstle oynamaları padişah fermanıyla yasak. Onlar da ‘Şekspir’ oyunlarını uyarlayıp oyunuyorlar. Böyle başlıyor bu iş. Yani tekstsiz oynamaya alışkın olan ortaoyuncular sahneye çıkınca tuluat dediğimiz bir ara tür ortaya çıkıyor. Atla eşek çiftleşir katır doğar ya o misal… Ama katır kısırdır ve döl vermez. Tuluat da bir katırdı diyebiliriz. Son çocuğu Nejat Uygur oldu sanırım…
O zaman şu oyunları ‘araklama’ mevzuları buradan geliyor. Doğru yani… Adana Şehir Tiyatrosu’nda ‘Otello’ oynanacak, Nejat Uygur tiyatronun karşısına kuruyor çadırını ‘Otello’yu değiştirip ‘Arap’ın İntikamı’ oyununu oynuyor. Halk tabii çadırda… Bir hikâyesi daha var. Marc Camoletti’nin ‘Boeing Boenig’ oyununu aynen almış, telif melif hak getire… Değiştirmiş, sahneye koymuş. Oyunu ihbar etmişler, teftiş kurulundan birileri oyunu izlemeye gitmiş, rapor yazacaklar. Uygur, adamları izleyiciler arasında görünce, tuluat ustalığıyla oyunu sahnede bambaşka bir hale sokmuş. Müfettişler “Ne alakası var Camoletti oyunuyla canım” dedikleri gibi kahkahadan göbekleri hop hop oynamış.
Bak işte gördün mü, konu dönüp dolaşıp tuluat geleneğine geliyor. Bunu ilk yapan o değil. Bir bilgiyle hareket ediyor ve ustalarından gördüğünü uyguluyor. Güllü Agop tekst imtiyazını alınca parasız kalan ortaoyunu kumpanyaları Shekaspeare oyunlarını alıp bi’güzel uyarlıyorlar. İçinde Arap bacılar mı yok, tuzsuz deli bekirler mi… Ama bildiğin Romeo Jüliet aslında. İspatla ispatlayabilirsen…
Camiya sevememiş Uygur’u… Bir dönem Ümit Yaşar Oğuzcan’ın, Orhan Gencebay’ın yaşadıklarını hatırla… Ondan Haldun Dormen gibi olması beklenmiş, belki de...
“Tanımıyorum” dedim ya, tanıyorum aslında bu insanları… Hem yaptığım okumalardan hem de izlediğim oyunlardan… Çocuk ruhlu adamlar bunlar. Koca koca adamlar dersin ama beklenmedik şeyler yaparlar. Eline sopa alıp döveceğin gelir, gülmekten sopa yemiş gibi dönersin eve… Dümbüllü’nün öğrencisinden bahsediyoruz, hiç hafife alınır bir isim değil… Ölmüş diyorlar ya, ölmez böylesi adamlar…
Cansu Fırıncı
Bu röportaj Akşam Gazetesi Pazar Eki’nde yayınlandı.