Etkiler ve tepkilerin bu müthiş zincirinde, tek bir unsur bile bir başına sayılamaz.
Hiçbir düşünür evrenin (birbirine) şaşırtıcı bağlılığını, doğal dünyanın dolaşık ve birbiriyle sürekli bir iletişim halinde bulunan unsurlardan oluştuğu fikrini öne süren Prusyalı doğa bilimci, kaşif ve coğrafyacı Alexander von Humboldt‘dan (14 Eylül 1769 – 6 Mayıs 1859) daha derinlemesine şekillendirememiştir -zamanının yüzyıl ilerisinde bir konsept. Mirası tek bir keşif değil -manyetik ekvatoru keşfetmiş, izoterm eğrilerini bulmuş, ve iklim kuşaklarını ileri sürmüş olmasıyla beraber- bir zihniyet, bir dünya görüşü, ayrı bir algılayış yüceliğiydi.
Goethe, Eckermann’le konuşmalarında, Humboldt’la geçirdiği tek bir günün kendisini yalnız geçirdiği yıllardan daha fazla zenginleştirdiğini ifade etti:
Nasıl bir adam! Bilgisinde ve irfanında eşi yok. Ayrıca başka hiçbir yerde bulamadığım türden yanlılığı var. Ne konuda yaklaşırsanız yaklaşın, o yerinde rahat, bize düşünsel hazinelerini bize savuruyor. Altında sadece bir tas tutmanız gereken, ferahlatıcı ve tükenmez dereler akıtan çok borulu bir çeşme gibi.
Darwin, Humboldt’un yazılarının, içinde bir heves tutuşturduğunu ve bu heves olmasaydı Beagle‘a binemeyeğini veya Türlerin Kökeni Üzerine‘yi yazamayacağını ileri sürdü. Thoreau Humboldt’ın “yakından gözlem huyunun” coşkun bir hayranıydı, ve onun etkisi olmadan Walden da var olmayabilirdi. Humboldt’la ölümünden haftalar önce tanışmış olan, çığır açan gökbilimci Maria Mitchell, günlüğünde “Humboldt’ın varlığından teşvik almayan hiçbir bilim insanı adayı olmadığını” ve fikirlerinin bilimin “tamamen matematikten ya da tamamen mantıktan değil, güzellik ve şairlikten de oluştuğu” ifadesinde yankılandığını yazmıştr. Emerson, deneme ve konferanslarında Humboldt’ın “gözleri, kulakları ve zihninin insanlığın biriktirdiği tüm bilimler, sanatlar ve uygulamalarla donatıldığını” söylemiş ve onu “insan ruhunun doğanın her yerinde birden bulunmasının mümkün olduğunun” yaşayan kanıtı olarak görmüştür.
Zamanının en büyük dehalarını bilgilendirerek ve etkileyerek, Humboldt bilimin izlediği yolu ve kültürün geri kalanıyla etkileşimini sayılamayacak kadar çeşitli yollarda etkilemiştir. Doğanın birbirine bağlılığını anlayışı çevreci faaliyetlerin yükselmesini sağlayan temel ekolojik farkındalığı da getirdi. Bilime; sanat, felsefe, şiir, politika ve tarihten unsurlar katan, bütünleyici yaklaşımı, bilimin sadece bir nesil sonra bölüneceği bağlantısız ve işlevsiz uzmanlık alanlarına karşı son cesur karşı noktayı sağladı. Ve yine de Humboldt, hayatı anlayışımızın temellerine olan büyük katkısına rağmen, çoğunlukla unutulmuştur.
Doğanın İcadı: Alexander von Humboldt’ın Yeni Dünyası‘nda, Londra esaslı tasarım tarihçisi ve yazar Andrea Wulf bu olağanüstü insanın mirasını, bilim, toplum ve hayatın kendisini hala şekillendirmeye devam eden sayısız etkisini aydınlatarak, bilinmezlik ve kısa dönemliliğin elinden kurtarmaya çalışır.
Wulf, Humboldt’ın kalıcı dehasının zeminini betimler:
Çağdaşları tarafından Napoleon’dan sonra dünyadaki en ünlü insan olarak tanımlanan Humboldt, döneminin en büyüleyici ve ilham veren adamıydı. 1769’da Prusya’nın zengin aristokrat ailelerinden birine doğdu, ve ayrıcalıklı yaşamını dünyanın nasıl çalıştığını keşfetmek için bir kenara attı. Gençliğinde, Latin Amerika’ya hayatını birçok kez tehlikeye attığı ve yeni bir dünya anlayışıyla döndüğü 5 yıllık bir keşif gezisine çıktı. Hayatını ve düşünce tarzını şekillendiren bu gezi, kendisini dünya çapında bir efsane yaptı. Paris ve Berlin gibi şehirlerde yaşadı, ama Orinoco Nehrinin veya Rusya’nın Moğolitan sınırındaki Kazak bozkırının en ücra bölgelerine de eşit şekilde alışkındı. Uzun hayatının büyük bir kısmında, bilim camiasının bağlantı noktasıydı. 50.000 civarı mektup yazmış ve bunun en az iki katı da almıştı. Bilginin paylaşılması ve herkes tarafından elde edilebilir olması gerektiğine inanıyordu Humboldt.
Ama Humboldt için bilgi sadece bir zihinsel ayrıcalık değildi -her boyutunda hayat olan, şekillendirilmiş, bütünsel bir oluştu. 80lerinde bir kaya tırmanıcısı, volkan dalgıcı ve yorulmak bilmeyen bir yürüyüşçü olan Humboldt, gözlemi aktif bir çaba olarak gördü ve sürekli bilimsel çalışmalarla kendi bedeninin sınırlarını test etti. Onun için zeka, beden ve ruh dünyanın doğasını incelemek için birer araçtı. Carl Sagan bizi “bilimin devamlı bir hürmet ve dehşet hissi uyandırdığına” ikna etmesinden iki asır önce Humboldt bu o zamanlar için radikal sayılan fikri, akıl ve duygu arasında kalın bir çizgi çeken bir kültüre karşı savundu.
Wulf yazar:
Bilimsel araçlar, ölçümler ve gözlemlerle büyülenmiş, bir hayret hissiyle çalışmıştı. Tabii ki doğa ölçülmeli ve analiz edilmeliydi, ancak o doğal dünyaya tepkimizin büyük bir kısmının hisler ve duygulara bağlı olması gerektiğine de inanıyordu. Bir “doğa aşkı” uyandırmak istiyordu. Diğer bülüm insanlarının evrensel kurallar arıyor olduğu bir zamanda, Humboldt doğanın hislerle tecrübe edilmesi gerektiğini yazmıştı.
Bilgiye olan bu bütünleşik yaklaşımı Humboldt’ın hayata olan devrim niteliğindeki bakış açısını ortaya çıkardı -Ada Lovelace’in ünlü “herşeyin doğal olarak alakalı ve bağlantılı olduğu” fikrinin bilimsel benzeri. Wulf onun en büyük mirasını anlatıyor:
Humboldt doğal dünyayı görüş şeklimizi değiştirdi. Her yerde bağlantılar buldu. Hiçbir şey, en ufak organizma bile, tek başına ele alınamazdı. “Etkiler ve tepkilerin bu müthiş zincirinde,” dedi Humboldt, “tek bir unsur bile bir başına sayılamaz.” Bu kavrayışla, bugün bildiğimiz anlamıyla doğa kavramını, yaşam ağını buldu.
Doğa bir ağ olarak algılanırsa, zayıf noktası da belli olur. Her şey birbirine bağlıdır. Eğer bir ip çekilirse, bütün doku sökülebilir.
Yaşamın her boyutu ve ölçeğindeki bu bağlantılara karşı bu dikkatliliği göz önüne alınınca, Humboldt’ın, 1800lerde Güney Amerika’da sömürgeciliğin yaygınlaşmasının getirdiği ormansızlaştırmanın çevresel hasarını gördükten sonra, insanları sebep oldukları iklim değişikliğinin ağır sonuçlarına karşı uyaran ilk bilim insanı olması şaşırtıcı değil.
Wulf der ki:
Ormansızlaştırma araziyi çoraklaştırmıştı, gölün su seviyesi düşüyordu ve çalılıkların yok olmasıyla şiddetli yağmurlar çevredeki dağ yamaçlarındaki toprakları sürüklemişti. Humboldt ormanların nem ve soğutucu etkileriyle atmosferi zenginleştirmesini, ve su tutuculuğuyla toprak erozyonunu önlemesini açıklayan ilk insandı. İnsanların iklimle oynadıklarını ve bunun gelecek nesillerde beklenmeyen etkileri olabileceğini söyledi.
[…]Geçmişimiz tarafından şekillendiriliriz. Nicolaus Copernicus bize evrendeki yerimizi gösterdi, Isaac Newton doğanın kanunlarını açıkladı, Thomas Jefferson bize bağımsızlık ve demokrasi kavramlarını verdi ve Charles Darwin tüm türlerin ortak atalardan geldiğini kanıtladı. Bu fikirler bizim dünyayla ilişkimizi tanımlar.
Humboldt bize doğa konseptimizin kendisini verdi Buradaki ironi şu ki, Humboldt’ın görüşleri, arkasındaki adamı unutturacak kadar aşikar hale geldi. Ama fikirleri arasında direk bağlantı sağlayan çizgiler, ve ilham verdiği birçok insan var. Bir halat gibi, Humboldt’ın doğa konsepti bizi ona bağlar.
Wulf o halatı iki eliyle çeker:
Humboldt’ın etkileyici ve önemli kalmasının birçok sebebi var: hayatı yalnızca renkli ve macera dolu değildi, hikayesi doğayı bugün gördüğümüz gibi görmemize anlam verdi. Bilim ve sanat, öznel ve nesnel arasında keskin bir çizgi çektiğimiz bir dünyada, Humboldt’ın doğayı sadece hayalgücümüzü kullanarak anlayabileceğimiz düşüncesi onu bir hayalperest yapar.
Humboldt’ın öğrencileri, ve onların öğrencileri, mirasını ileri taşıdılar -sessizce, sinsice ve bazen bilmeden. Bugünkü çevreciler, çevrebilimciler ve doğa yazarları Humboldt’ın görüşlerine sımsıkı sarılırlar -çoğu adını duymamış olsa da. Her şeye rağmen, Humboldt onların fikir babasıdır.
Biliminsanları iklim değişikliğinin küresel sonuçlarını anlamaya ve öngörmeye çalışırken, Humboldt’ın doğaya karşı bilimler arası yaklaşımı her zamankinden daha alakalı. Özgür bilgi paylaşımına, bilim insanlarını birleştirmeye ve branşlar arası iletişimi beslemeye yönelik inançları, bugün bilimin ana dayanaklarıdır. Doğayı küresel şablonlar olarak kavrayışı, düşünme şeklimizin temelini oluşturur.
[…]Dönüp dolaşıp aynı noktaya gelmişiz gibi geliyor. Belki de şimdi bizim ve çevreci hareketin Alexander von Humboldt’ı kahramanımız olarak geri kazanmamızın tam zamanıdır.
Doğanın İcadı bütümüyle merak uyandıran, bildiğimiz anlamıyla yaşama şekil veren olağanüstü adamı hayata geri getiren bir kitap. Bunu Luke Howard’ın -bulutları sınıflandıran ve, çağdaşı Humboldt gibi, Goethe’yi dehasıyla büyüleyen genç bir amatör meteorolog- aynı derecede büyüleyici hikayesiyle tamamlayın ve Humboldt’ın mirasının izini sürerek her şey arasındaki bağlantının günümüz anlayışındaki yerine ulaşın.
Brain Pickings by Maria Popova
Çeviren: tabutmag